Kahramanların dünyamızı parlattığı bir gerçek. Sıkıcı normallikten kaçmak uğruna peşlerinden yumurta kokulu bataklıklara da cimri ejderhaların inlerine de tereddütsüz atlarız. Ama heyecanın yarı hissesini kötülere borçlu olduğumuzu çoğunlukla unuturuz. Oysa serinin belini doğrultması için esas onların mesai harcamaları gerekir. En az üç sezona yetecek strateji kurmak, hoşnutsuz kodamanları idare etmek, savaş masraflarını çıkartmak ve takipçilere tam itaat sağlatmak uğraştıkları meselelerden yalnızca birkaçı. Üstelik ortada bir ordu varsa, onların da kışa kıyamete katlanmaları ayrıca özveri ister. Birlikten kuvvet doğuran, koşulsuz şartsız beynini ve bedenini diktatörüne bırakan ordular çoğu evrenin kilit taşıdır. Gelin, bu kez kahramanlar kenarda beklerken, çilekeş ordulara hak ettikleri sahne ışığını verelim.
Uruk Hai
Arda tarihi destanların içinde destan, ihanetlerin içinde ihanet barındırır. Sayısız Gollumsu dönek ve Melkor’un adanmış hizmetkârı arasından Uruk Hailer, düşman olarak akla bile gelmez ilk etapta. Onlar daha çok piyondurlar. Ama işte öyle niteliklilerdir ki akıllarının Saruman’a satılık olması, kritik şah mat anları yaratır yüzük kardeşliğine.
Anahtar kelimeleriyle cesedimsi, çürümüş ve yozlaşmışlardır. Onlar fabrika ürünü ölüm makineleri olarak doğarlar ve emir verenlerini yok etmeden durdurulamazlar. Bir Uruk ölmekten değil, öldürememekten korkar. Dolayısıyla Orta Dünya’yı ele geçirmek ve elflerin güzelim şarkılarını sonsuza dek susturmak gibi emellere uygun, incelikten yoksun başka bir ordu daha kurulamazdı.
Sardoukarlar
Bir orduda askerler imparatoru korumak için yürümeye başlar başlamaz eğitiliyorsa, bu eğitim en güçlüler haricindekileri daha çocukken eliyorsa, askerler teknik silahlar ve özgün tarzlarıyla her kuşatmaya cevap verebilir nitelikteyse o ordudan korkulur. Üstelik yaşadıkları yer Salusa Secundus gibi kayalıklar ve çöllerle dolu, en azılı suçluların konduğu bir hapishane gezegeniyse, unutulmazlar arasına girerler. Savaşma azimlerini, inandıkları dine borçlu olduklarını anlarsanız uzay boşluğunda geminizin kazara bile yan yana gelmemesini dilersiniz.
Ama bence bir orduyla ilgili, damardaki kanın akışını durduran bilgi düşmanlarının saygısını kazandığını bilmektir. Özellikle bu saygının Fremenlerden gelmesi, yaşanacak kıyımı efsanevi yapacaktır. Dune evreninde adlarını duyanın yerinde sallandığı Sardoukarlar, sizce ekrana uyarlanırken heybetlerini yeterince yansıtıyorlar mı?
Klon Ordusu
Bazen çoktan kaybedilmiş bir savaşta, yoldaşını tanıyamaz hale gelirsin. Uğruna canını vereceğin arkadaşını sırtından bıçaklarken bulursun kendini. Her savaş insanın onurunu ve ideallerini emer. Ancak şüphesiz ‘beyaz çocukların’ hikayesi Star Wars evreninde en trajik olanlardandır.
İlk başta birbirinin aynı görünen yüzler ve kostümler içinde ürpertici ve kişiliksiz bulduğum, Order 66 emriyle de dehşetli bir isyana kalkıştığım Klon askerlerine, sonsuz bir kalp sızım ve kafa karışıklığım oluştu zamanla. Kamino gezegeninde üretildikleri andan itibaren Jedi ve Sith arasında savruldular. Çocuklukları kasaplığa kurban gitti. Aynı DNA’nın ürünü oldukları için tüm galakside aşağı görülen ama kendi içlerinde farklılıklarla dolu bir ekiptiler. Genetiklerindeki hile en baştan kurgulanmışsa da asıl kötülük, itaate meyilli yetiştirilmeleriydi bana kalırsa. İradelerinin olmadığı bir tarafgirlikte, diğerlerince hain ilan edildiler. Etkilerini ise bir döneme adlarını vermelerinden ve gücün dengesini neredeyse geri dönüşsüzce bozmalarından anlayabiliriz.
Lekesizler
George R. R. Martin umuda dair neyimiz varsa, ışıksız zindanlarda çürütmeye karar verdiğinde oldukça ciddiydi. Aslında bizi acıya dayanma konusunda bir Lekesiz gibi eğittiğini söyleyebiliriz. Lekesizler, genetik müdahalesi olmadan iradeden yoksunlaştırılmaya acımasız bir örnek. Onlar merhametin kendi ölümleri olduğunu öğrenerek büyürler ve Astapor’un İyi Efendiler’inin elinde mızraklarından başka bir şeye ilgi duymalarına izin verilmez.
Listedeki kötülerin arasında bir istisna gibi dursalar da iyi komutanlara denk gelmeleri, Lannisterların borcunu ödememeleri kadar nadirdir. Tekrar tekrar dirilen bir şövalye değilseniz ya da şehir büyüklüğünde bir ejderhanız yoksa Dothrakiler’i durdurmuş bir orduyu karşınıza almak istemezsiniz.
Ölüm Yiyenler
Hürriyetlerini deli bir adama gönüllü vermeleri mi, büyümeyi reddeden egoları mı, soy ağaçlarındaki muggleları gizlice sildirecek kadar safkanlığa takıntılı olmaları mı yoksa bu kadar dengesiz bir grup olsalar da neredeyse tüm büyü dünyasını fethedecek kadar ileri gidebilmeleri mi korkutucu karar veremiyorum. Kendi başlarına kaldıklarında bir hiç olup, yönetilebilir kategorisine düşüşleriyle bu listedeler.
Yıllar geçtikçe Ölüm Yiyenler benim için, şımarık aristokrasinin tanımı oldu. Onlara göre, sırf atalarının eş olmayı seçtikleri kişiler ve kanlarının filtrelenmesi sayesinde özeller. Üstelik peşlerine takıldıkları adamın kendisi bir melezken! Aşağılık kompleksinin sosyopatiyle birleşimi hiç bu kadar sinir bozucu olmamıştı. Onları iyice katlanılmaz hale getirense, ari ırka inanan ve özel hava sahası isteyen milyonların bugün bile var olduğuna emin oluşum. Çıldırmışlığın kucağına atlayıverme potansiyelimizi düşünerek aman canım, ne tuhaf tipler deyip gülüp geçemiyorum suratlarına. Gel de sinir olma.
1984 Casuslar
Tamam, ordu dediğimizde aklımıza ilk gelen tanıma uymuyor Okyanusya halkı. Ancak düşünce polisliği yabancısı olduğumuz bir meslek değil ve manipülasyonun, ne kadar tesirli bir fetih aracı olduğu hepimizin malumu bence. Bir ülkenin sokaklarını dolduracak kadar çok, hemen yan kapının ardında konuşlanacak kadar stratejik ve sadece tutkulu söylemlerle ödeme yapılacak kadar tok karınlı bir ordu; dünyanın en tehlikelisidir.
Büyük Birader’in diktası içten bir kuşatmayla aldığı zihinlerde yeşerir. Lekesizler dahi köle tüccarlarının elinde bu denli çaresiz değildir. Özgür iradesi geri dönüşsüzce sakatlanan Okyanusya halkı, tek bir doğruyu sonuca ilerletemeyecek kadar kısır bir dil olan yenisöyleme mahkumdur. Her daim izlenir ve dinlenirlerken çocukluktan itibaren çiftdüşün yöntemi, tüm doğruların yanlışlığına ve yanlışın her daim doğruluğuna ikna etmiştir onları. Bu zincirli zihinlerde elbette cehalet güçtür, barış bir savaş ve özgürlük köleliktir. Böyle bir ülkede yaşamayı kim ister? İyi ki hep sayfalarda kalacak tuhaf bir fantezi ürünü, değil mi? Değil mi?
Listeye aldığım orduların ortak iç karartan noktası, hepsinde çocukluklarından beri söz konusu olan irade katli. Çoğu savaşmak ve sürekli düşman aramanın haricinde nasıl yaşanır bilmiyorlar. Her biri itaatkar nesiller yetiştirmekle övünenlerin ve galaktik egoya sahip diktatörlerin rüya projeleri. Elbette ordular emir komuta zinciriyle çalışırlar. Ancak Roma Lejyonları gibi, sırt sırta savaşan askerleri birbirine bileyen sistemleri benim aklım almamaya devam edecek. Peki, siz aralarından hangi orduyu daha cefakâr buldunuz?