Şu an hâlimi görseniz, acırsınız. Dört gündür doğru düzgün uyku uyumuyorum. Hesapta yeni yıl tatili geçirdik, dinç ve mutlu olmam gerekiyor ama hem kuvvet, hem de mutluluk hak getire bedenimde. Vampir gibiyim resmen, dört gündür güneşi görmüyorum. Sonsuza kadar yaşayıp sadece kanla beslenmek çok mu neşeli bir şeydir bilmiyorum ama bence en az bir vampir kadar da düşük bir moddayım aynı zamanda.
Çünkü dört gündür XCOM: Enemy Unknown’a sardım ve kendimi kurtaramıyorum.
Bu yazı XCOM: Enemy Unknown’un nesinin beni böylesine çarptığının hikayesidir ve genç dimağlara örnek olması gerekmektedir. Hayır, “kaçın kurtarın kendinizi bu beladan” falan demeyeceğim. Bilakis, bulaşın, dibine kadar batın XCOM: Enemy Unknown belasına. Arkadaşlarınızı da bulaştırın. Gelmiş geçmiş en iyi oyunlardan birinden söz ediyoruz, durduğunuz kabahat!
Evet, iddiali bir cümle kurdum, farkındayım. Ama çok uzun zamandır düşünüyorum bunu. Yaklaşık iki yıldır. Oyun bundan neredeyse tam 26 ay önce PC, PS3 ve Xbox 360’a çıktı. Bir ton “Game of the Year” ödülü aldı, bir çok işinin ehli adam tarafından tavana kadar övüldü. O zaman da düşünmüştüm bunu. Üzerinden bir sene geçti. Biraz yıllandı oyun. Tadı daha da güzelleşti. İnsanlar hâlâ oyunun içerisinde sonsuz hikayeler yaşamaya devam ettiler. O vakit de aklımdan bu cümle geçti. Şimdi buradayız. 26 ay sonra. Sene 2015. Ve ben, sevgili dostlar, artık baya eminim.
Üstelik niye böyle olduğunu da biliyorum.
1. Permadeath
Öncelikle en bariz olanından başlayalım. taktiksel rol yapma oyunlarının demirbaşıdır permadeath. Her oyun bunu aynı şekilde uygulamaz, ama Fire Emblem, Final Fantasy Tactics gibi türün klasiklerinde muhakkak görülür. Burada işin birkaç pür noktası var. Örneğin ölen karakterlerinizi diriltme şansı verilecek midir size? Ya da ölen karakterler rastgele yaratılmış yordamsal karakterler mi olacaktır, yoksa hikayenin bir parçası olan, geliştirici tarafından yaratılmış karakterler mi?
Ben hayatımı taktiksel rol yapma oyunlarına harcadım ve bunu XCOM kadar etkili kullanan bir oyun daha görmedim. Karakterlerin tümü rastgele yaratılıyorlar. Milletleri, tipleri, sesleri, isimleri ve hatta ilerleyen zamanlarda lakapları hep rastgele belirleniyor. Böylelikle oyun her seansı farklı bir şeye çevirebiliyor; fakat bu rastgele karakterlerin geliştirici tarafından yaratılmış karakterler kadar çarpıcı olması için de çok kilit bir şeyi kullanıyorlar ki; bu da bizi ikinci maddemize getiriyor.
2. Tam Dozunda Bir Şans Faktörü
Şans. Kullandıkları şey bu, şans. Evet, oranların lehinize artmasını sağlamak için yapabileceğiniz bazı şeyler var. Örneğin daha yüksek teknoloji silahlar yapabilir, adamlarınızın zırhını arttırabilirsiniz. Ama neticede çoğu şey, yine de şansa kalıyor. Bunu da biliyorsunuz, çünkü oyun size devamlı istatistik sunuyor. İleride bir düşman var mesela. Sniper’ınız arkada konuşlanmış. Düşman Assault üyenizin cephesine geçmiş. Bir sonraki turda o Assault’ın yaşama şansı yok. Sniper’ın vurma ihtimali ise %62. Sorarım size, o Sniper o düşmanı vurduğunda, siz de ismini hatırlamaz mısınız?
İşte bu tip şans anları sayesinde karakterler oyunun size uydurup sunduğu rastgele insanlar olmaktan çıkıyorlar. Görevi birçok kez kurtaran bir askeri unutmuyorsunuz. Her şey çok imkansız gözükürken %1’lik bir atışı yapıp size nefes aldıran Sgt. Perez sizin için bin kat kıymetli oluyor. O karakterler ölümcül darbeyi alıp -yine dozunda bir şans faktörüyle yapılan hesaplar sonucunda- ölmek yerine “Critically Wounded” olduklarında elinizde Medikit’le siz bizzat koşmak istiyorsunuz. Ve olur da ölürlerse, paramparça olmanızın sebebi de yine bu şans faktörü oluyor. Bazen her şeyi doğru yaptığınızda kötü şansınıza küfrediyorsunuz, ama bazen de “yapabileceğim bir şeyler olsaydı keşke” diyor, ama gerçeği biliyorsunuz. Vardı zaten… Şöyle:
3. Kendi Upgrade’ini Kendin Yapma Sanatı
Çoğu taktiksel rol yapma oyununda olay benzer bir şekilde işler. Siz gidip görev tamamlar, para kazanırsınız; sonra da o parayı gidip yeni ekipmanlara harcarsınız. Ekipmanlar genelde zırh / silah / büyü / bomba gibi şeyler olurlar ve sizin savaş alanında birincil yardımcılarınızdır. Bu savaş – para – ekipman – daha iyi savaş döngüsü sadece yer yer boss’lardan düşen efsane eşyalarla kırılır, daha da bir şey olmaz.
XCOM’da öyle değil. Eğer Fire Emblem’de bir karakterinizin Steel Sword’u yoksa sorun muhtemelen parasını basıp almamış olmanızdan ibarettir. Paranız yoksa “kader” der geçersiniz. XCOM’da ise eğer adamlarınızdan biri Carapace Armor’a daha geçiş yapmadığı için savaş alanında yığılıp kalırsa kendinize şu soruyu sorarsınız: Acaba jetiniz için o Laser Cannon’ı yapmasaydınız, ona zırh alabilir miydiniz? Paranız kısıtlı, hammaddeleriniz kısıtlı. Onları nasıl harcayacağınızın kararını siz vermelisiniz. Ve yanlış kararı verdiyseniz, bu birinin ölümüne yol açacaktır. Ama merak etmeyin…
6 Comments
Oyun tarihinin bu kadar detaylı ve kapsamlı ilk ve belki de en iyi tur bazlı stratejilerinden(turn based strategy:p) biri olan ya da benim icin en iyisi olan x-com:enemy unknown’u akıllanıp,grafiklerini yenileyip,günümüz pclerinde rahatça oynayabileceğimiz kıvamda piyasaya sürdüler(vasatın üstü ve oldukca basit bir oynanısa sahip olan aftermath serisine dem vuruyorum,akıllandılar diye)..de bu kadar heyecanlanacak veya abartacak birşey yoktu bunda, adı üstünde eski oyunun (20yıllık oyun peh! emulator yukle git onu oyna mesela) resmen tıpkısının aynısı (remake’i) hatta günümüz tembelinin oynayabilmesi icin bazı unsurları çıkartmışlar ve malesef Eski ‘hardcore’ oyuncunun sevebileceği o aşırı zorluk bu oyunda mevcut değil.
Açıkçası bu cok begendiginiz ‘şans’ unsurunu ben çok dengesiz bulmuştum (nedenlerini de uzun uzun yazabilirim bir ara)
O zamanın oyun endüstrisiyle bugünün canavarı bir mi? hayır tabi ki, ehh yapabileceklerinin en iyisini yapmışlar,eskisinden biraz daha basit ama cok da farkı olmayan, güzel (hatta türün fanatiği bir babanız var ise, hemencicik hediye edilebilesi) bir oyun sonucta. (ama eskisiyle büyümüs nesil için ancak kısa süreli bir nostalji yaratıyor malesef)
Öncelikle söyleyeyim; ben X-Com’a bayılırım, fan-boyluk derecesinde bayılırım. Bahsettiğiniz kendi “adamcık”larıma bağlanma hissiyatını Commandos’la birlikte bana yaşatabilen yegane oyunlardandır ama şunu hiç anlayamadım;
Dünya’yı uzaylılar kuşatmış, ortalık kan revan ve gezegende bunun karşısında durabilen tek güç benim organizasyonum, yani X-Com. Ama sen bana yardıma gelmediler bu kez diyerek konseyden ayrılıyorsun (sana sesleniyorum Çin, Birleşmiş Krallık, Meksika ve beni yarı yolda bırakan daha niceleri!). Hadi ayrıldın, şimdi ne yapacaksın? Lütfen söyle yani şimdi kendin tüfek mi yapacaksın, carapace armor mı geliştireceksin? Anlayamıyorum ki…
Çok zor bir görevdeyim, neredeyse bütün ana takımım yaralı vaziyette (Japon keskin nişancım hariç) ve bütün ekibim ‘çaylak’lardan olma.. Dar bir şehir haritası, yanlış olmasın, Avrupada olması lazım, ve etraf brute kaynıyor… Arkadaş, bu azmanlarda vur vur ölmüyorlar zaten. Tırrım tırrım modunda, ona el bombası, buna kurşun temizliyorum haritayı… Köşeyi dönünce, karşıma üç tane Brute çıkıyor, ve o mesefeden çaylak maylak bırakmıyorlar takımda, Keskin nişancım hiç ıska atış yapmadığından bir çaylak ve birde kendisi sağ kalıyor çatışmadan.. O esnada, keskin nişancının arkasından 2 adet daha brute katılıyor çatışmaya, haritada ki son uzaylılar… O özgüvenle, keskin nişancıyı geri çekmektense salıyorum üstlerine, birini yarı canına indiriyor, ikinci atışı ıska… Sonra ki sahne yerde yuvarlanan bir Japon kafası oluyor, ve tek bir çaylakla kalakalıyorum. Avustralyalı kendisi, sarışın. Arkadaş o iman gücüyle, hiç ıskalamadan, geri çekilip ateş ederek harcıyor iki brute’uda ve görev tamamlanıyor. Ağzım açık kala kalıyorum öyle… Kalbim küt küt atıyor. Kendisi az evvel, bir ülkenin konseyden ayrılmasını engellediğinin farkında mıdır bilmem, öyle duruyor. Üsse döndüğünde Sniper’a terfi oluyor kendisi, elimde olsa gidip sarılacağım, bu dünyanın gururu asker diye… Böyle bir anım var.
Xcom’u mükemmel kılan verdiğin kararlar ve bu kararların sonuçlarıyla yaşamak zorunda olmaktır. Bir oda yapıp uzun vadeli faydasını alabilirsin, ya da o lazer silahını satın alıp sıradaki görevi daha rahat geçebilirsin. Savaş alanında bile kalan son uzaylıyı öldürebilir, bölümü geçer ama onu canlı incelemenin faydalarından mahrum kalabilirsin, ya da o uzaylıyı ele geçirmeyi denerken yaratığın attığı bombayla en iyi adamını kaybedebilirsin. Kararlar o kadar ince ki tüm oyunu ve hikayesini komple değiştiriyor.
Hikaye derken biraz hayal gücünüz varsa ve oyunun havasına azıcık bile girdiyseniz yaşadıklarınızdan iki üç bölümlük kitap yazmanız işten bile değil. Kız arkadaşıma dayanarak kişiselleştirdiğim karakter görevde ölünce (load etmeyip) kendimi baz alıp yaptığım karakteri daha agresif ve nefret dolu yönetmem gibi.
Birde oyunun her parçasının işlevinin detaylı ve işlevsel olması da ayrı bir artı tabi. Sırf araştırma geliştirme kısımları bir tycoon oyunu olabilecek yeterlilikteyken, savaş kısımları da bağımsız olsa takstiksel bir strateji olabilecek nitelikte. İkisi birleşince de ortaya tam anlamıyla keyifli bir oyun çıkıyor.
Gerçekten gelmiş geçmiş en güzel oyunlardan biri.
XCOM: Enemy Within’ bitireli 1 yıldan uzun bir süre oluyor. aklımda detaylı anılar yok malesef. Oyunun başlarında yanlış uydu ve görev seçimlerinden daha doğrusu tam çözemediğimden oynun genelini dünyada panik havasında bitirdim. maddi yönden sıkıntılar yaşadım. uzaylılardan teknolojileri almayı çok geç akıl ettim. beni ayakta tutan tek şey askerlerimin becerileriydi. kolay görevlerde acemilere şans tanıyarak tecrübe kazanmalarını sağladım. bütün askerlerimin yedeği vardı. uzaylı teknolojisini silahlarda kullanmaya başlayınca o buhranlı dönemden çıkmaya başladım. oyunu iskeletteki askerlerimle tamamladım. düşürdüğüm uzay gemi görevleri heycanlı oluyordu. keza ofislerin içleride öyle. köprülerin olduğu görevlerde ilerlemesi zevkliydi.
XCOM benim için 2000 li yıllarda benden 5 yaş büyük kuzenimi izleyerek başlamıştı, korkardım onu izlerken =) yıllar sonra bu oyunu görünce büyük bir hevesle oynadım ve yazını zevkle okudum.
Captain Abraham Chavez’ım vardı, tipide gerçekten TWD’de ki Abraham’ı andırıyordu.Oyuna ilk başladığımda verilmiş bir çaylaktı kendisi, gelişe gelişe sayısız görev bitirdim sanırım 97 görev ayakta kaldı bu namı değer kaptanımız, sanırım kendisine biraz fazla güvendim. İnsan gerçekten oyuna o kadar bağlıyor ki kendisini, bütün takım yerle bir olmuştu bir tane Supportum ve Abraham kalmıştı. Support’ta hain bir saldırıya pusu düştü… ( 😀 ) Ardından daldım Abraham ile aralarına Abraham’da bir roketatar uzmanı resmen! İlk F4 Özelliğiyle sağa attım 2 tane leş çıktı oradan, sonra saldırdılar bizimkinin de HP’si bayağı fazlaydı neyse 9 HP kalmıştı bir tane Watching’e yatmış pislik tam Abraham’la son 2 uzaylı kalmıştı onlara yönlendirmiştim tak yemesin mi bir şarjör. Kritik 10 yedi güzel kaptanım 97.görevinde hakk-ı rahmetine kavuştu.