Yazar: Aydın Furkan Kaynak

İlk kişisel bilgisayarına benim gibi 2000’lerin başında sahip olmuş akranlarımın oyun oynarken çok yaşadığı bir korku vardı: İnternet kesintisi. Bilgisayar karşısında geçirdikleri vakit, ailelerinden karınlarına giren ağrılarla kopardıkları bir saatlik izinlerle sınırlı olan (o da yalnızca hafta sonları, çünkü hafta içi okul vardır, dersler vardır) küçük çocuklar, bu bir saatlik özgürlüklerinin ülkenin internet altyapısının azizliğine uğrayacağının korkusuyla büyümüşlerdir. O zamanlar pek de bilgisayardan anlamadıkları için yalnızca internet kablolarını bir yığın kablonun arasından bularak, tak-çıkar mantığıyla internetin düzelmesini ummuşlardır. Annelerine, ev telefonunu kapatması için bağırmışlardır. Sonuç hüsran, internet yok, vakit geçiyor.

Düşünün: Bilgisayar oyunlarına erişim oldukça kısıtlı olduğu için o dönem tek eğlencesi envai çeşit bilmemneoyun.com sitesinde fink atmak olan pek çok çocuk, altyapı problemlerini çözemeyen idarelerden bihaber, küçük çaplı sinir krizi geçirmişlerdir. Birkaçı bu  sinir krizlerini bilgisayarı kurcalayıp bilgisayar konusunda kalbur üstü bir birikime erişmekle aşmış; bazısı ise çareyi, satranç taşlarının bulunduğu profil fotoğrafının altındaki ‘‘Programlar’’ sekmesine tıklayarak ‘‘Oyunlar’’ alt sekmesindeki oyunlarda aramıştır.

Kart Oyunlarının Anlaşılmazlığı

hearts - game

Çocukça bir merakla her gördüğün simgeye tıklarsın, simgenin yanında ‘‘Freecell’’ yazmaktadır. Yeşil bir arka planın üstüne sıralanmış birbirinden farklı renkte, farklı şekilleri ve sayıları içeren kağıtlar. Fareyi tutar çekersin, kartları bir sıraya dizersin. Yok, ı-ıh, bir şey anlamıyorsun. Az buçuk anlar gibi oluyorsun, oyun bitiyor. Çarpıya basıyorsun.

Bir alttaki simge, simgenin yanında ‘‘Hearts’’ yazısı. Tıklıyorsun, kartlar dağıtılıyor. Rastgele bir şeyler yapıyorsun, kartları atıyorsun. Yıllar sonra bu oyunun bir benzerini, Batak oyununu öğrenip birkaç ayını bu oyunla geçireceğinden habersiz çarpıya basıyorsun. Süre aleyhine işliyor, bir saatlik vaktinin yarım saatini harcadın bile.

Listenin en sonuna gözün takılıyor. ‘‘Solitaire’’ ve ‘‘Spider Solitaire’’ isimli iki oyun, yarım yamalak İngilizce bilginle örümceklerle alakalı bir ikinci oyununun olduğu seri oyun imajı uyandırıyor. Tıklıyorsun, çünkü başka çaren yok, çünkü vaktin geçiyor. Freecell’e benzer bir ekran açılır açılmaz çarpıya basıyorsun.

Çocuklar Araziye ÇıkıyorMayın Tarlası

Sonraki oyunlar sana, Windows şaka yapmak istemiş gibi geliyor. Adında Internet yazısı bulunan oyunlar bunlar ve sen, Windows’un internetin olmadığını bildiğini biliyorsun. Oyunlara tıklamayı düşünmüyorsun bile. Vakit geçiyor, alttaki Minesweeper’a tıklıyorsun.

Önünde, karelere bölünmüş kocaman bir tarla. Ortadan birine tıklayınca bir anda karelerin büyük bir çoğunluğu açılıyor. Karelerin yerini sayılar alıyor: 1, 1, 1, 1, 2, 2, 3, 3, 3. Sayıların yanında kareler, sayıların altında kareler, sayıların ortasında kareler. Etrafı 1’lerle çevrili kareye tıklıyorsun. Bir mayın ve Game Over.

Ne olduğunu anlamayan pek çok çocuk, oyuna yeniden başlar. Bu sefer tıklamak için köşeden bir kare, farenin ise sol yerine sağ tuşunu tercih eder. Kırmızı bir bayrak dalgalanıverir karenin üstünde. Sağ tuşa tekrar tıklayınca bayrak kaybolur. Sol tuşla kare bir kez daha açılır. Hani bebekler, kapaklarında geometrik boşlukların bulunduğu kovalara geometrik şekilleri el yordamıyla sokar ya, işte abileri ablaları da benzer bir şekilde ‘‘Mayın Tarlası’’ oyununda araziyi temizlemek için ne yapması gerektiğini anlamaya çalışır. Ancak vakit dar, oyun ise bir çocuk için karmaşıktır. Karelerin sayısı azalıp sayılar arttıkça eller terlemeye başlar. Her yeri bayrakla doldursan dahi oyun bitmez, yanlış bir tıklamayla bir çuval inciri berbat etme ihtimalin vardır. Elin en güvendiğin yere, oyunu kapatacak çarpıya gider.

Son Şans ve Uzaydan Gelen Yardımpinball

Artık Oyunlar sekmesinde tek bir simge kalmıştır: Yanında ‘‘Pinball’’ yazan bir top simgesi. Vakit azalmış, internetin geleceğine dair umut sönmüştür. Hatta eğer evde, kendi sırasını bekleyen bir kardeş varsa, çocuksu bir kötülükle internetin biraz daha gelmemesi istenir.

Top simgesine tıklayınca karşına renkli bir masa gelir. Filmlerde benzeri olan bir masadır bu ama ondan daha renkli, daha ışıklıdır. Yanında Space Cadet yazmaktadır. Space Cadet, yani uzayla alakalı bir şey. Yaşları bu satırların yazarının yaşlarına yakın olanlar bilir, o dönem uzay denildiğinde akan sular dururdu. Star Wars kanallarda sık sık oynamakta, reklam aralarında ise uzaydan gelen Transformers robotlarının oyuncakları görünmekteydi. Uzay, bir çocuk için eğlence vaat eden bir yerdi.

Bu düşünceyle oyunu kurcalarsın. ‘‘Space’’ ile topu gönderir, sonradan istediğin tuşa atayabileceğini öğrendiğin ancak şimdilik oyunun sana verdiği tuşlarla yönlendirdiğin kollarla topun boşluğa düşmesini önlersin. Topun çarptığı her yerden ses ve ışık gelir, yandaki skor sürekli artar. Bazen topa o kadar güzel vurursun ki top dakikalarca sana ihtiyacı olmadan uzayın çeşitli yörelerinde macerasına devam eder. Bazen de elinden hiçbir şey gelmez, iki kolun temas etmesinin mümkün olmadığı bir şekilde boşluğa kayar gider top. Bir hakkın daha vardır, uzay büyüktür, çıkılacak maceralar vardır.

– Oğlum, süren doldu. Kapat o bilgisayarı!

Ülkedeki internet kesintilerinin tarihini kazırsanız, orada saatlerini çevrimdışı Windows oyunlarına harcamış bir nesil görürsünüz. Bu yazı, onların hikâyesinin başlangıcıdır.

Post-Credit Sahnesigoogle - dinozor - oyun

Yazıyı tekrar gözden geçirmek için Drive’a girmek istiyorum. Piksel piksel bir dinozorun altında ‘‘İnternet bağlantısı yok’’ yazıyor. Klavyemden yukarı yön tuşuna basıyorum ve dinozor koşmaya başlıyor. Yazıyı biraz daha bekletebilirim.

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

1 Comment

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.