Yazar: Berdan Sarıgöl
“Uzun zaman önce, uzak bir ülkede, ben, Aku; karanlığın şekil değiştiren efendisi, serbest bırakılmış korkunç bir şeytandım. Ama sihirli bir kılıç kullanan ahmak bir samuray savaşçısı, önüme çıkıp bana karşı koymaya çalıştı.”
Sene 2008. Cartoon Network kanalı Türkiye yayınlarına yeni yeni başlamış. O zamanlar 9 – 10 yaşlarında olan ben, bu sarsıcı başlangıcı ve Black Eyed Peas grubundan Will.i.am’in seslendirdiği şarkı eşliğindeki açılışı, keyif ve şaşkınlığın karışımı bir ifadeyle kilitlenmiş vaziyette izliyorum. Daha ilk bölümünde gördüğüm o samuray – Aku savaşından sonra, bin yıl sonraki geleceğe gönderilmiş samurayın şaşkınlığına benzer bir şaşkınlıkla bakıyorum her şeye. Çünkü basit bir Japon prensinin kötü bir ruha karşı savaşını izledikten sonra atıldığımız bu cyberpunk – steampunk arası şehre, köpeklerin harabelerine, bir anda gelen bu yepyeni dünyaya ve insanlara alışamıyorum ve çocuk aklımla her şeyi akışına bırakıp, samurayın konuşan köpekleri korumak için Aku’nun böcek robotlarını sihirli kılıcıyla biçmesini izliyorum.
O dönemlerde neden bu çizgi filmi izlediğimi anlayabiliyorum. Fazlasıyla şiddetengiz bir çocuk için, bir samurayın sihirli kılıcıyla kesip biçmesi, fazlasıyla rahatlatıcı bir görüntü. Fakat şimdi bakınca, bu çizgi filmin şiddet dolu görüntülerinin altında, fazlasıyla karmaşık ve derin bir hikâyenin mevcut olduğunu ve bu hikâyenin anlatımının ne kadar basit olduğunu görebiliyorum. Bunun ışığında, ilk olarak şunu söylemek istiyorum: Genndy Tartakovsky nasıl bir dehaymış meğer! Hikâye anlatımı açısından, daha önce kendisinin bile denemediği bir şeyi yaparak bu çizgi filmi, bir neslin kalbinde efsane haline getirmiş olması takdire şayan doğrusu.
Yaptığı bu denemenin ne olduğunu ve hikâye anlatımı açısından ne önem arz ettiğini anlamadan önce, hikâyemizi ve karakterlerimizi ana hatlarıyla tanıyalım. Hikâyemizin ana kahramanı Samuray Jack, bir Japon prensidir. Çocukluk yıllarında yaşadığı şehre, uzun yıllar önce uzaydan düşmüş, It benzeri bir entity olan saf kötülük Aku’nun saldırmasıyla, ailesi Samuray Jack’i şehirden çıkarıyor ve onu, dünyanın her yerinde eğitim alması ve donanımlı bir savaşçı olarak Aku ile dövüşmesi için tanıdıklarına emanet ediyorlar. Jack de bu tanıdıkların yanında Antik Yunan’dan Afrika kabilelerine, Sherwood Ormanı’ndan Antik Mısır’a giderek, tüm çocukluğu ve ilk gençliği boyunca eğitimler alıyor.
En sonunda, hazır olduğunu hissettiği o anda, atına atlayıp Aku’nun inine gidiyor ve beklediğimiz savaş başlıyor. Jack ne kadar dürüstçe hamleler yapıyorsa, Aku o kadar hilekâr davranıyor; en sonunda tam Aku’nun yenildiğini düşündüğümüz anda, bir anda zaman kapısı açılıyor ve Jack ne olduğunu anlamadan kendini gelecekte buluyor. Sonrası bildiğimiz hikâye.
2001-2004 yılları arasında, dört sezon boyunca yayınlanan bu çizgi filmde konuşan köpeklerden, bir bacağı makineli tüfek olan İskoç’a, uzaylı perilerden, robot Minotaur’lara karşı savaşan 300 Spartalı’ya, birçok dost ediniyor. Elbette Aku dışında olan düşmanlar da gayet çeşitli: Zombiler, ruh emici kelle avcıları, cyborg kovboylar, seksenlerden kalma elbiseleriyle arzı endam eden siyahî samuray ve daha niceleri… Her bir karakterin kendilerine özgü hikâyeleri, hayat tarzları, arayışları, hareketleri ve daha pek çok ince detayları, sizi hikâyeye iyice bağlıyor. Sakın mekânı es geçeceğimi sanmayın, orada da Genndy Tartakovsky’nin ince eleyip sık dokuyan yapısı kendisini belli ediyor.
Fakat Samuray Jack’in genel davranışları bölümden bölüme fazla değişmiyor. Ketum yapısı, beyaz kimonosuna ve saçlarına dikkat edişi, her dövüşte belli bir yerden sonra kimononun üst tarafını yırtması, sanki binlerce dev robotu kendisi kesip biçmemiş gibi sakince saçlarını toplayıp, kılıcını kınına sokup yürüyüp gitmesi… Bunlar ve bu tarz detaylar hiç değişmiyor.
Samuray Jack hakkında bu kadar az detay vermemden, Tartakovsky’nin hikâye anlatımında neyi değiştirdiğini görebiliyoruz. Daha önce Powerpuff Girls ve Dexter’s Laboratory gibi klasikleşmiş yapımlara imza atan Genndy Tartakovsky, bu hikâyesinde, normal hikâyelerden farklı olarak, kahramanla ilgili hiçbir kişisel detay vermiyor. Hem de hiç. Ne gerçek ismini biliyoruz, ne de gerçekten kim olduğunu. Geçmişinden bildiğimiz tek parça, Aku ile savaşı. Kendisi gibi, temsilcisi olduğu saf iyiliğin de dünyada izleri fazla görünmüyor. Fakat onun tam tersine, Aku’nun her şeyini, her hareketini, her sözünü biliyor, görüyoruz. Kötülüğünün izi her yerde ve herkeste.
Klasik kahramanlık hikâyelerinde genelde iyi karakterin her ayrıntısı bilinirken, kötüler gölgelerde, aralarda zamanını gizlenerek bekler ve haklarında fazla bilgimiz yoktur (Tabii yazar, onları gözümüze sempatik göstermeye çalışıyorsa, durum başka.). Bu durum, kötü karaktere sempati beslememizi önlemek içindir. Fakat her nasılsa, Aku hakkındaki her insani ayrıntıyı bilmemize ve hatta bunlara ara ara gülmemize rağmen, asla ona karşı sempati beslemiyoruz. Aynı şekilde, Samuray Jack, bu kadar uzak ve tek boyutlu bir karaktermiş gibi görünmesine rağmen, sempatimizi kazanıyor.
Bu şekilde geçen dört sezonun ardından, Genndy Tartakovsky, Star Wars: Clone Wars serisini bahane ederek bu projeyi askıya alıyor. Yıllar boyunca tozlu raflarda duran bu bitmemiş senfoni, 2017 yılında yayınlanan muhteşem bir beşinci sezonla hak ettiği sona erişiyor. Dördüncü sezonun elli yıl sonrasında geçen bu sezonda, artık hedefinden iyice uzaklaşmış, kendisini ve ailesini tanımlayan sihirli kılıcını kaybetmiş, görünüşünü dramatik bir biçimde değiştirmiş, daha sert ve acımasız bir Samuray Jack duruyor önümüzde. Geçmişin travmalarıyla bir yandan, Aku’nun kızlarıyla bir yandan mücadele ederken Ashi karakterinin hayatına girmesiyle tüm hikâyenin seyri değişiyor. Buradan sonrası spoiler olacağı için anlatmamayı tercih ediyorum.
Sonuç olarak bu hikâyeden genç yazar adayları için çıkarmamız gereken şudur: Eğer bir kahraman yaratırken sade olmasını istiyorsanız, karşısına karmaşık bir dünya ve karmaşık rakipler çıkarın. Kontrast yaratırken hikâyenin allak bullak olmamasına özen gösterin ve her zaman anlatımınızı karakterlerinizden daha basit tutun. Ve asla unutmayın; insanlar mütevazılığı sever, özellikle basit ve sade kahramanlarda.
3 Comments
Harika bir yazı ancak ters düştüğümüz bir nokta var ki beşinci sezon kesinlikle harika değil. Kötü değil ancak harika da diyemem. Diğer sezonlarla kıyaslamaya kalkarsak da kesinlikle en ama en zayıf halka. tartakovsky bu işi kendi isteğiyle rafa kaldırıp yıllar sonra bu kadar çiğ bir final yaptıysa öz evladına işkence eden bir babadan farkı yok gözümde
ilk 4 sezon daha sürrealdi benim favori bölümüm köpek sahiplenen robot bölümüydü. Çocukken sonunda ağlamıştım :D. 5.sezonda o kadar ağar bölümler yok.
Yalnız o bölümün yeri bende hala başkadır
Kendine iyi bak Lulu…tatlı şey