Dış İnceleme

Bir yerlerde şimdiye kadar eşi benzerine rastlanmamış ya da en azından rastlanılmadığı düşünülen bir yazılı eser bulunduğunda, ilk yapılacak işlerden biri, bu eserin tarihini belirlemektir. Bunun için de karbon testi, kanıt sağlar. Sonra, eserin bulunduğu yer ve eserin kendisi, dış özellikleri açısından da bir incelemeye tâbi tutulur. Örneğin, bir taşa kazılıysa bu eser, taşın kimyasal özellikleri nedir? Aşınmalar meydana gelmiş midir, gelmişse bunların sebebi nedir? Ne türden bir malzeme kullanılarak kazıma işlemi gerçekleştirilmiştir? Bu gibi soruların cevapları, bölgenin ve tarihi dönemin daraltılması ve bazen netleştirilmesi için elzemdir. Araştırmacılar bu cevaplardan yola çıkarak eseri, bulunduğu bölgedeki diğer medeniyetlerle karşılaştırırlar, döneminde yazılmış diğer eserlere bakarlar, aynı bölgede konuşulan diğer dilleri incelerler vb.

Voynich yazması gibi kitap türünden eserler söz konusu olduğunda da benzer şekilde, kitabın nasıl bir kağıda yazılmış olduğu, cildi varsa hangi malzemeden üretildiği, yıpranma gerçekleştiyse tespiti ve sebeplerin ne olduğu, mürekkebin/boyanın cinsinin niteliği gibi sorular cevaplandırılır. Bu soruların yanıtlarının hepsi, istisnai durumlar haricinde sabittir ve kanıt değeri taşırlar. Çünkü çoğunlukla labaratuvar ortamında, tekrar edilebilecek net deneyler sonucunda elde edilirler. Neticesinde ise örneğin belirli türden bir boyanın/mürekkebin hangi yüzyıllarda nereye yaygın olarak görüldüğü anlaşılır, karbon testinin sonucu buraya denk düşüyor mu diye bakılır ve böylece belirli bir tarihe ulaşılır. Bundan sonra da tabii aynı dönemde yazılan diğer eserlerle karşılaştırmalar yapılacak, sorular genişletilebilecektir.

İç İnceleme

Eserin iç incelemesinde iki temel başlıktan söz edilebilir. Biri şekilsel denilebilecek bir incelemedir, diğeri ise metnin içeriğine yönelik gerçekleştirilir. Bunları böyle özet hâlinde aktarıyorum fakat yanlış anlaşılma olmasın, şu an son teknolojiyle bile çok uzun süren, her bir aşama için farklı bir uzmanlık alanı gerektiren bir işten bahsediyoruz. Şekilsel inceleme, eserin niteliğine göre değişmekle birlikte, çoğunlukla bölümlendirmelerin nasıl yapıldığı, içerisinde başlıkların bulunup bulunmadığı, metinde hangi karakterlerin kullanıldığı, dilin genel özellikleri ve yapısının ne olduğu gibi soruların cevaplandırılmasına yöneliktir. Söylememe gerek yoktur ama bu soruların sorulması dahi, öncelikle dış incelemeye bağlı gelişir. Yani önce başı sonu belli bir dönem tespit edilmelidir ki sonrasında o dönemde bulunan diğer eserlerle birlikte düşünülüp, o dönemi ve o döneme ait eserleri tanıyan bir uzman metni değerlendirsin.

İçerik incelemesinin ise bütün bu sürecin en meşakkatli ve güvenilmez inceleme olabilecek kısmı olduğu söylersek yanılmış olmayız. Çünkü bu aşamada, önceki aşamalardaki bütün sorularımıza şaşırtıcı bir şekilde net cevaplar almış olsak bile metnin her kelimesi ve her sayfasından yola çıkılıp, bir de yazarının kim olabileceği, hangi şartlar altında bu eseri kaleme almış olabileceği gibi eserin iç kapsamının dışarısında birtakım sorularla da başbaşa kalmak gerekir. Çoğunlukla da bu sorular, kesin yanıtlara ulaşamazlar.

Dil

Metni tercüme etmek yahut bilinen bir dilin daha eski bir şekli söz konusuysa transkiribe etmek, son basamağımız oluyor. Ancak sanmayın ki bu aşama, bir önceki başlıkta iç inceleme için söylediğim meşakkatli süreçten daha kolay olacaktır. Peki, nasıl oluyor da herhangi bir başka şekilde örneği görülemeyen bir dil, bugün anlayabileceğimiz şekilde tercüme edilebiliyor? Bu sorunun cevabına bizi götüren yol, aslında, dil bilgisine hakimiyetin yanında fazla miktarda istatistik ve olasılık hesabı gerektiren basamaklardan oluşuyor.

Bu dosyanın ikinci yazısında, şurada, matematik bilmeyen bir insanın dili anlayamayacağını üzerine basa basa vurgulamıştım. Bunun bir kanıtı da işte, böyle bilinmeyen yahut ölü dil diyebileceğimiz türden, son bilicisi de hayatını çok çok öncesinde kaybetmiş dillerin tercümesi ile alakalı.

Dillerin de doğadaki pek çok fenomende olduğu gibi, kendine has bir yapısı ve kendi içerisinde tutarlı bir mekanizması var. Ünlü ve ünsüz harflerden başlattığımız bu sistem, en küçük anlamlı yapı birimlerinden söz dizimine, bütün bir gramere kadar gidiyor. Evet, her dilin kendine özgü bir yapısı vardır fakat “dil” dediğimiz mefhum, eninde sonunda insanın ürettiği her şey gibi, belirli bir sisteme tâbidir. Örneğin bir alfabede ünlü harflerin, ünsüz harflerden daha az olması gerekir ki bu da bizi, bilinmeyen bir dilde gördüğümüz karakterlerin çok büyük bir kısmının, ünsüz harf olacağı çıkarımına götürür. Karakterleri tek tek tespit ederiz, hangilerinin ünlü olabileceğini düşünürüz. Eski zamanlarda yazıya geçtiği düşünülen bir eser varsa elimizde, mesela Orhun Abideleri; metindeki bir kelimenin ilk üç harfinin birden ünsüz olamayacağını biliriz çünkü adı üzerinde ünsüz harf, sessiz harf demek. Ses çıkartabilmek için, bir sesli harfe ihtiyacımız var.

Bir başka temel nokta olarak ön ekler ve son ekler, dili anlamada büyük bir yardımcı unsur niteliği taşırlar. Zira metin içerisinde bunlar, ister ekleşmiş isterlerse de ekleşmemiş hâlde bulunsunlar, (geldi ben/ geldim) sıklıkla tekrar edilecek ve bize belirli bir oran sunacaklardır. Bunları tespit edersek ve ünlü/ünsüz harflerle birleştirirsek, birkaç harfi kesin olarak çözeceğiz demektir.

Daha önemli bir nokta, yapay dillerle doğal dilleri ayırmanın en basit yolu olarak, kelime tekrarlarında karşımıza çıkar. Bunun da kendi içerisinde ayrılan belirli istatistikleri vardır. İstisna yoktur diyemeyiz, temel birkaç kuraldan bahsediyoruz sadece. Örneğin, bir önceki paragrafta da söylediğim gibi, ekler tekrar eder, özneler tekrar eder, zarflar ve edatlar tekrar eder. Harfler de elbette tekrar eder ve tekrar eden harfler de bize belirli bir veri sağlar. Elinize bir sözlük alsanız ilk bakışta fark edeceğiniz şey muhtemelen ‘A’ harfinin, diğer bölümlerden daha fazla yer kapladığı olacaktır. Sonra, bazı başka harflerin diğerlerinden daha fazla yer kapladığını da göreceksinizdir ve ‘Z’ harfine ulaştığınızda, diğerlerine nazaran çok daha kısa bir bölüm sizi karşılayacak. Bu da size, herhangi bir metinde, kelimelerin ilk harfinin ne olabileceği yönünde harika bir istatistik sunacak elbette.

Neticesinde dış ve iç incelemelerden elde ettiğiniz verilerle bu istatistikleri birleştirip, birtakım olasılıklara girişeceksiniz. Orhun Abideleri’nde dış inceleme bu taşların, 8. yüzyılda Yenisey’de yazıldığı tespit edilmiş, II. Göktürk Kağanlığı’na tarihlendirilmişlerdi. Komşuları, Çin’in tarihi kaynaklarına bakılmış, bunlarla ortaklıklar fark edilmişti. Yazıtların Türkçe olduğu anlaşılınca araştırmacılar, Türkçe üzerine çalışmış ve yukarıda anlattığım istatistiklerin Türkçe’nin yapısına uygun şekilleriyle incelemeler yapmışlardı. Uzun olasılık hesaplamaları ve sancılı bir sürecin sonunda ise metin, tamamen çözülebilmişti.

Voynich ne zaman ve kim tarafından çözülür, bunu hiç bilmiyoruz. Ancak çözüldüğünde uğranılan duraklar, az çok yazıda bahsettiğimiz gibi olacaktır. Nitekim Tolkien de bunları bildiği için, olabilecek en doğal yapay dillerden birini yaratabildi. Bir nefeste, iki sayfalık bir özet yazıda çok kolay gözüküyor belki her şey ama şöyle birkaç saniye yazmaya göz atarsanız, o birkaç saniye içerisinde sizlerin de kafasında olanaksız gözükmeye başlayacaktır.

Yazma ve nadir eserler kütüphanelerinde yahut hâlâ keşfedilmeyi bekleyen, henüz belki varlığından haberdar olmadığımız marağalarda gizlenen pek çok Voynich benzeri yazma var. Hepsini göz önünde bulundurunca, kendi kendini eğitebilen bilgisayar programlarının ve binlerce olasılığı göz açıp kapayıncaya kadar eleyebilen yapay zekaların olduğu bir çağda bile çözemediğimiz çok fazla gizem varken bizden yüzyıllar önce bu dillerin peşine düşen insanlara ayrı bir imrenme duyuyorum. En azından, keşke her şey bir Indiana Jones filmindeki yahut bir Uncharted oyunundaki gibi üç aksiyon sahnesi, iki dilbilimci ziyareti ile çözülebilse diye içimden geçirirken bir yandan da asıl işi yapanların, yüksek bütçeli aksiyon filmi çekilenlerden daha cool olduklarını fark ediyorum. Siz ne dersiniz?

1 2
Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

1 Comment

  1. SUAT NARİN Reply

    ek işte, günümüz gençliğinin aktaracağı plaza diliyle yazı.. voyniç denilen herifin sahaf olmadığını el yazmasına sektör etmiş yüzlerce stoğu olan kaçakçı olduğunu 1912de cizvit papaz okulundan satın alma (ki satmazlar) olmadığını, istanbulu işgal yıllarında osmanlı kütüphanelerinden yağma el yazmalarından yüzlercesinden biri olduğunu anlatabilseydin.. tamgalarla karışık Latin harfleriyle, şiirsel anlatılı Türkçe el yazmasının tahmini çalınma yılı 1918.. sayfalarından 30 kadarı eksik, bu koparılmalarından ve sayfa numaralarının eksikliğinden anlaşılıyor.. önce sayfalar koparılıp satılmış sonra tümü.. aynı işlem öteki el yazmalarından başına da gelmesinden biliyoruz.. inceledim https://collections.library.yale.edu/catalog/2002046 o koparılan sayfaların bazıları da ne yazık ki, kütüphanenin damgalarının ve notunun olduğu sayfalar..

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.