Başlamadan önce Yule havasına girmelik şarkıyı bir tıka şöyle bırakıyorum:
Güneşin ölümü eğer İzlanda, Norveç, İsveç gibi kutba yakın ülkelerdeyseniz önemlidir. Tarihler milattan öncesini gösteriyorsa önem, acil durum meselesine dönüşür. Doğa ananın bağrından gelen yemişlere, tarlanızdan biçtiğiniz hasata ve beslediğiniz hayvanlara muhtaçsanız bunun ölümcül bir gün olduğunu da düşünebilirsiniz. Ve yağmacılık dışında antik Germen halklarının seçeneği sınırsız sayılmazdı. Güneş ölünce doğa göbek bağını insanlardan keser, ağaçları sessiz karın altına teslim ederdi. İnsanlar ve hayvanlar her yıl, karanlığa ve ayaza karşı tekrarlanan bu zalim savaşa hazırlanmak zorundaydı.
İlkokuldan beri ezberimizdedir; kış gündönümü, kuzey yarım küreye 21 Aralık’ta uğrar ve gece, günün terazisinde en dibe inebilmek için tüm ağırlıklarını takınır o gün. Bu uzun geceye varıncaya dek süren dönem, ışığı yuvarlak camların içine hapsetmeden önceki çağlarda, karanlığın mutlak zaferi demekti. Kademe kademe gelen kışın ortasında titrek alevlere tutunan insanlık çaresiz, elbirliğiyle mitler ve masallardan oluşan bir ninniye başlarlardı. Masallar hemen her kıtada kışın hürmetini besler, insanınsa direncini büyütürdü. Germen halkları, yani çoğunlukla İskandinav mitolojisini inşa edenler, belki de karanlığın ve soğuğun en ucunda durduklarından, gösterişli ninnilerle kış gecelerini uyutmayı başarmışlardır. Nereden mi biliyorum? Paganik kökene atfedilen Yule geleneklerini, çeşitli ritüellerle Noel içine yedirip 21.yüzyıla dek taşıyan onlardır da ondan.
Noel Baba ile başladığım dosya konum en sonunda, ne zaman ilkel devirlerden kalma bir gelenekten söz etmek istesem karşıma dikilen o festivale; Yule şenliğine geldi çattı. Çünkü demiştim ya Noel Baba kökeninde, ak sakalı ve şapkasıyla dokuz diyarı gezen Odin’i barındırır. İkinci adından biri Jolnir olan Odin, Yule efendisi sıfatıyla da Jǫlfuðr olarak çağrılır. Ve Yule festivali eski İngilizce’de gēol(a), eski İskandinav dillerindeyse Jól olarak adlandırılır. Birbirlerine bağlanmaları için yeterince sebep bulundu şimdiden. Ki Jól, proto-Germen dillerinde şaka veya şenlik anlamlarındaki jehwlą kelimesine kadar gidiyor.
Festivalin kökenlerini takip etmek Kaf dağını tırmanmaktan zor ama tahminlere göre içeriğinde doğaüstü varlıklara ibadet, kış ortası olduğu için beslenemeyecek hayvanlardan çekilen ziyafet ve Odin’in vahşi avını ya da ölüler günü temasını anmak için yapılan kutlama olduğu düşünülüyor. Bazı bilim insanlarının görüşüne göreyse basitçe kışın yapılacakların görüşüldüğü bir festival. Bence hepsinin toplamını barındıran olağanüstü bir törenler silsilesi.
Peki paganik yaşam stili derken nereden geldik Noel’e? Değişimin başlangıç yeri 9. ve 11. yüzyıl dolayları. Bu tarihlerde Yule kelimesi Noel’le değiş tokuş ediliyor. Ana sebep, pek çok köklü değişimde olduğu gibi din. Tarihçilerin çıkarımına göre amaçlanan, pagan halklarının kolayca Hristiyan dünyanın düzenine geçebilmeleri. Bu niyetle milattan önce beşinci yüzyıla dek izleri görülen paganizmin meşhur şenlikleri, Hristiyanlığın önemli günleri ile kesiştirilmiş. Din adamlarının ve özellikle Norveç kralı Haakon the Good olarak bilinen Hákon Aðalsteinsfóstr’ın(soyadını okuyamama konusunda yalnız değilsiniz) büyük emekleriyle başlayan dönüşüm, bizi bildiğimiz Noel’e kavuşturmuş.
Noel günümüzde 25 Aralık’ta İsa peygamberin doğum günü olarak kutlanırken Yule, aralık ve ocak ayları arasında on iki güne yayılan bir sürede kutlanıyordu. Bu süreçte güneş her geçen gün gökyüzünden biraz daha silindiği için tıpkı Samhain’de olduğu gibi, kötücül ruhların dünyayla teması için mükemmel koşullar yaratılıyor demekti. Ağaçların kuruyuşundan kuvvet alan draugrların, trollerin ve kara ruhları gibi binlerce art niyetli canavarın varlığıyla dolan yeryüzü, yetmezmiş gibi yeraltı dünyasıyla da sınırlarını şeffaflaştırıyordu. Ölüler tayfasının davetsiz katılımıyla uğraşmak zorunda kalan insanlar, neyseki bu işte yalnız değillerdi. Güneş her gündönümünde kuzey kutbundaki mezarına gömülürken, uğultulu ormanların tepesinden çıldırmışların tanrısı gelmekteydi.
Jacob Grimm’in 1835’te, Hellen Adeline Guerber’in de 1895’te yayınlanan çalışmalarında geçen ve fantastik yapımlarda bolca işlenen Vahşi Av, pek çok kültürde karşımıza çıkan bir tema olsa da İskandinavya’da Odin’in ordusunun namı ağırdı. Oskoreia veya Odensjakt olarak da bilinen seferde, ölülere hükmeden Odin eşi Frigg ile vahşi ruhlar, kana susayan tazılar, gözü kara elfler ve ölülerden ibaret ordusuyla, kışın en soğuk gecesinde bulutları yerinden söken avına çıkardı. İnsanların bu ava şahit olmaları demek ya uzaklara sürüklenmek kadar naif ya da açıklanmasa daha iyi olacak şekillerde kayıplara karışmaları demekti.
Bu yüzden av sırasında kendini evlere kapatanlar için avın varlığına dair tek işaret, uluyan kurtların rüzgarla taşınan sesleriydi. Yani rüzgarın insafsızca estiği gecelerde, pencere pervazlarına kaçan ruhlar, Odin’in atı Sleipnir ve ölü akrabaların davetsiz ziyaretleri için ikramlıklar hazırlayıp yataklara çekilmek en güvenlisiydi. Karabasanlı kabuslar için bulunmaz bir ortam gerçekten.
İnsanların kötücül varlıklara karşı kendi başlarına aldıkları bir önlem de tanınmamak için kılık değiştirmek ki evet, buradan bir süpürge uçuşuyla cadılar bayramına bağlanabiliriz. Hatta Yuletide olarak da adlandırılan dönemde, dışarının tehlikelerine aldırmadan kapıları dolaşan ve yiyecek talep eden güruhlara rastlanırdı. Bunun yanı sıra kışın getirdiği kıyamete rağmen yeşilliğini koruduğu için, köknar gibi kutsal kabul edilen ağaçlardan çelenkler yapılır ve evlere asılırdı. Bu sayede sonsuz yaşam ve bereket ev halkının arasına çağrılırdı.
Ama Yule en çok şenlik ateşi demekti. Devasa ateşin başında ilahiler söylenir, çılgın danslar edilir ve özel tarifli içecekler şevkle tokuşturulurdu.
Prometheus’un insanın haline acıyıp çalmasından beri tanrıların işini bozan bir güç ateşin elimizdeki varlığı. Dünyanın acı imkansızlıklarını kırmamızı sağlayan alevler, bize medeniyetin varlığını fısıldayan ilk kahinimizdi. Kış gündönümünde de güneşin gökyüzünde hareket etmediğine inandıklarında antik Germen halkları ona sığınır, ateş güneşi ikna eder diyerek ilahi ışığı kendi elleriyle canlandırmaya girişirlerdi. Çam ağacı kütükleriyle, on iki gün boyunca beslenirdi meydandaki devasa alevler. Ve onda pişirilen besinler önce tanrılara sonra midelere sunulur, böylece yeni yıla girmeden moraller depolanırdı. Evlerde ise ocaklarda harlı tutulan ateşin hem kötülükleri uzak tutacağına hem de temiz enerji getireceğine inanırlardı. Hatta sonrasında kütüklerin küllerinden, korunma muskaları yapılırdı. Günümüzdeki çam ağacı süsleme geleneği de bir ölçüde buraya dayandırılıyor.
Kış gündönümü geride kaldığındaysa yılın en cenabet günü atlatılmış sayılırdı. Bundan sonra karanlığın zaferi yavaşça sona erecek ve güneşin gökyüzündeki ömrü uzamaya başlayacaktı. Paganik festivallerden okumayı ve anlatmayı en sevdiklerimden Yule, sanırım en çok yaşama inadımızı kutlama şeklimizdi. Peki sizin paganik festivallere dair sıralı listeniz var mı yoksa ben biraz abartıyor muyum? Yorumlar sizin.