Zaman Çarkı dizisi ilk duyurulduğunda heyecanımı gelip yazıya nasıl döktüğümü inanın hatırlamıyorum. Evren üzerindeki en sevdiğim fantastik eserlerden biri, büyük bir prodüksiyon ile birlikte diziye uyarlanıyordu. Hayatta daha ne isteyebilirdim ki? Sonunda arkadaşlarıma sürekli anlattığım fakat kitapların uzun olmasından dolayı hiçbirini ikna edemediğim evreni herkese tanıtabilecek ve saatlerce konuşabilecektim. Fakat işler hiç de sandığım gibi olmadı. Wheel of Time dizisinin ilk dört bölümünü izlemiş, çok sevmiş, büyük bir heyecanla bir sonraki bölümü beklemiş biri olarak son üç bölüm diziye olan heyecanımı her geçen gün söndürüyor. Artık göz yaşlarıma alıştığınızı varsayıyorum ve “The Dark Along the Ways” isimli Wheel of Time dizisinin yedinci bölümünü spoilerlı olarak incelemeye başlıyorum.
Çok az öveceğim müsaadenizle.
Yazıyı yazarken kendimi kaptırdım gittim ve bölümde övülecek yerleri kaçırdığımı fark ettim. Bu yüzden yazının en başına dönüp bu paragrafı yazmaya başladım. Nasıl olsa Zaman Çarkı dönerken başlangıçlar ve bitişler yoktur öyle değil mi?
Öncelikle “The Dark Along the Ways” bölümünün, şimdiye kadar fantastik diziler arasında en iyi başlangıç sahnelerinden bir tanesine ev sahipliği yaptığını söylemek istiyorum. Ejderdağı’nın eteğinde gördüğümüz bir Aiel savaşçısının ya da daha spesifik konuşmamız gerekirse Far Dareis Mai yani bir Mızrağın Kızı‘nın, savaştaki becerilerini izledik. Zaman Çarkı evreninde henüz tanışmadığımız Aieller, savaştaki yetenekleri ile tüm evrene nam salmış bir ırk. Far Dareis Mai yani Mızrağın Kızları ise bu ırkın içerisinde, sadece kadınların katılabildiği özel savaşçı birliğine verilen ad. Anlayacağınız, özel savaşçıların arasından seçilmiş özel bir savaşçıyı izledik. Ve gördüğümüz şeyleri de bir hayli beğendik.
Tek başına bir değil, iki değil tamı tamına altı zırhlı savaşçıyı öldüren, üçüyle aynı anda savaşan Tigraine Mantear’ın sahnelerini izlerken yerimde duramadım. Gerek dövüşün koreografileri gerekse bu sahnenin çekim kalitesi benim diziye olan ümitlerimi yeniden ateşledi. Dizinin potansiyeli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Fakat işte çok uzun sürmedi.
Hepimiz aynı yoldayız ama bu yol, o yol değil!
Bir önceki yazımızda dizinin bize gösterdiği Yolkapı portresini oldukça eleştirmiş ve dizinin değiştirdiği bu portrenin, evrenin gidişatı için ne gibi tehlikelere yol açacağını söylemiştik. Dizimiz ise Yolkapısı ile başlattığı bu kötü değişikliklerin sadece başlangıç olduğunu söyleyip bize bir de kötü bir “Yollar” portresi çizdi. Yollar, öyle ha deyince hızlı yolculuk gibi kullanacağız bir ulaşım metodu değildir!
Yolkapıları arasında ulaşım sağlayan Yollar, çok kompleks bir olgudur. Dünya üzerinde sadece Ogierler Yollar’da nasıl seyahat edileceğini bilir ki onların bile bir çoğu unutmuştur. Tamamen kötü şans eseri kendini Yollar’da bulan biri, hangi yöne gideceğini bilmediği için sonsuza kadar oradan oraya sürüklenebilir. Ne yaptığını bilen biri ise yanlış bir Yollar içerisinde attığınız yanlış bir adım yüzünden, gerçek dünyada gitmek istediği yerden binlerce kilometre uzakta bulabilirsiniz kendinizi. Sadece bu da değil, Yollar’da yaşayan Machin Shin isimli karanlık bir yaratığın varlığı, ölüm ile yüzleşmek istemeyen kimsenin bu ulaşım metodunu kullanmak istememesine yol açar. Fakat bizim ekibimiz hiçbir baskı altında kalmadan ve tamamen hür iradeleriyle Yolkapısı’ndan geçtiler, tereddüt bile etmediler. Aslına bakarsanız hiç de tereddüt edilecek bir şey yokmuş zaten.
Yollar’a adım attıklarından itibaren tek bir patika üstünde yürüyen, hiçbir kararsızlık yaşamayan ekibimizin elinde bir tek piknik sepeti eksikti. Az önce anlattığım, benim diyen Aes Sedai’nin bile adım atmaktan korktuğu böylesine ürkütücü bir yeri o kadar tehlikeden uzak resmetmişler ki gözlerime inanamadım. Ben bu bölümü tamamen Yollar’da geçiririz diye düşünürken, Loial’in tek bir yön bulma becerisine gerek kalmadan kahramanlarımız Yollar’dan çıkarak sağ salim Fal Dara’ya ulaştılar. Ne Machin Shin ne de kör kurşun gibi ekibimizin üstüne atlayan tek bir Trolloc, bize buranın tehlikeli bir yer olduğunu aktarmayı başaramadılar. Sadece her zamankinden daha karanlık bir patikadan yürüyerek hızlı yolculuk yaptılar o kadar.
Sizin artistliğiniz kime ya?
Wheel of Time dizisi garip bir şekilde kitapta bulunan karakterlerin yeterince “havalı” olmadığını düşünmüş olacak ki hepsinin karakter özellikleriyle oynamayı kendinde hak görmüş. Burada karakter özelliğimden kastım dış görünüş değil, yanlış anlaşılmasın. Karakterlerin düşünceleri, davranışları, başka karakterler ile olan etkileşimlerinden söz ediyorum. Yumuşak başlı bildiğimiz karakterler ters ters konuşup bizi şaşırtırken, inatçı bildiğimiz karakterler bir kedi yavrusuna dönmüş. Bu bölümde beni en çok sinirlendiren şeylerden bir tanesi Fal Dara’nın lordu Agelmar’ın, Moiraine Sedai ve al’Lan Mandragoran karşısında resmen saçma sapan kötü çocuk rollerine bürünmesiydi. Bana inanmıyorsanız, kitapta Agelmar’ın, Moiraine ile Lan’i karşıladığı şu pasaja bir bakın.
“Barış, seni yeniden görmek güzel, Dai Shan,” dedi Fal Dara Lordu. “Seni de, Moiraine Aes Sedai, hatta belki daha fazla. Varlığın beni ısıtıyor, Aes Sedai.”
Yahu ne yaptınız bu karaktere? Lord Agelmar olduğu haliyle de kitaplarda oldukça havalı bir karakter. Karşısına çıkan ilk Aes Sedai’ye atar yaptırarak bizim daha çok seveceğimizi falan mı düşündünüz? Bu atarların izleyicinin gözünde, Aes Sedailer’in Zaman Çarkı evreni için değerini alaşağı ettiğini hiç mi fark etmiyorsunuz? Neden böyle mantıksız ve gereksiz değişimler yapıyorsunuz?
Bu karakterlerdeki değişimin amacı nedir?
Yani biliyorum tek bir yazı içerisinde, aynı konu başlığından iki kere şikâyet ediyormuşum gibi olacak ama inanın buna hakkım var. Wheel of Time dizisi, karakterlerimize öyle diyaloglar yazıyor ki anlam veremiyorum. Bu bölüm, Mat’in anlamsızca gruptan ayrılmasından sonra dört kişi kalan İki Nehirliler, Dünyanın Gözü’ne gidip gitmemek için aralarında tartışmalar yapıyor, bu tartışmalar sırasında Perrin ve Egwene arasında romantik bir çekim olduğuna dair iddialar ortaya atılıyor ve biz olduğumuz yerde şaşırıp ekrana bakmakla yetiniyoruz. Ya ne gerek var? Bu karakterlerin zaten kitaplarda onlarca farklı derdi var, hepsinin birbiriyle olan farklı çekişmeleri var, niye bir de bu dertlere illa hiç olmayan gönül ilişkilerini katıyorsunuz? Ulan kitapta romantik ya da cinsel ilişkiler olduğunu bilmesek diyeceğim ki eksik görmüşler ama ne haddinize yahu?
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de Nynaeve ile Lan arasında başlayan küçük flörtleşmeler bu bölümde amacına ulaştı ve ikilimiz kendini yatakta buldu. Hey yavrum hey. Hani dizi daha ilk sezonundan ikinci sezonun garantisini almamış olsa diyeceğim ki aceleleri var, bütün hikâyelerini anlatmak zorundalar ama o da yok. Şu ilişkiyi bu kadar acele ettirmenin, güzelim karakterleri liseli aşıklara çevirmenin amacı nedir gerçekten bilmiyorum.
Bakın kim ne dersi desin ben karakterlere seçilen aktörleri çok seviyorum. Her birine baktığımda, o karakterin efsanevi bir repliği kulağıma çalınıyor ve görmek için sabırsızlanıyorum. Bütün oyuncular bana göre rollerine inanılmaz yakışıyorlar. Fakat dizinin yapımcıları o kadar saçma diyaloglar yazıyorlar ki oyunculuklara yazık oluyor. Şu Perrin’in, Rand’in üzerine yürüdüğü ve öfkesini gösterdiği oyunculuğa, sahnede kullanılan diyaloglar yazık ediyor. Başka bir şey söylemiyorum.
Min’e ve rüyetlerine hoş geldin deyin!
Zaman Çarkı evreninde en sevdiğiniz on karakter sayın deseniz, bu zamana kadar dizide gördüğümüz yedi ana karakterimizin yanına sekizinci kişi olarak hiç düşünmeden Min’i koyardım. Kitaplarımda hep onun görülerinin ya da dizinin söylediği terimle “rüyetlerinin” altı çizilidir. Fantastik evrenlerde kehanetleri seven biri olarak böylesine gücü olan bir karakteri sevmemem pek mümkün değil zaten. Bölümde de bu rüyetlerin ekrana yansıtılmasını oldukça başarılı buldum. Tabii bu rüyetlerde de dizinin yaptığı değişiklikler var fakat bunlar çok büyük spoiler olur, o yüzden girmiyorum hiç girmiyorum bu konuya.
Valla bu zamana kadar oyuncu seçimlerini başarılı bulduğum dizinin benim açımdan en garip oyuncu seçimi Min Farshaw rolündeki Kae Alexander oldu. Zira Min, kitaplarda hemen hemen diğer İki Nehirliler ile birlikte yirmili yaşlarında olarak betimlenirken, Kae Alexander oldukça yaşlı bir Min portresi çizmiş. Bu da acaba kitaplarda Min’in yer aldığı hikâyelerin bazılarında kendisini göremeyecek miyiz diye sordurtuyor bana. Bakalım, göreceğiz.
Karşınızda ben, Yenidendoğan Ejder!
Evet, uzun zamandır beklenen soru sonunda cevaplandı ve dizinin en azından Ejder’in kimliğini değiştirmediği ortaya çıktı. Birkaç haftadır, ” Ejder kadın mı, yoksa Ejder Nynaeve mi, Ejder beş parçaya bölünmüş bir bütün mü?” şeklindeki sorularımız nihayete kavuştu ve çok şükür hiçbiri çıkmadı. Ejder, beklediğimiz üzere Rand al’Thor oldu! Fakat eğer bunda itiraz edeceğim bir nokta olmayacak sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz.
Çok açık söylüyorum son bir iki bölümdür resmen bir “Ejder kim?” dizisi izliyorduk. Yapımcılar bu konuya o kadar fazla eğildiler ki biz de Zaman Çarkı evrenindeki diğer olayları bıraktık, Ejder kim olacak diye beklemeye başladık. Biz artık bu kadar merak ettirilen bir konunun, epik bir şekilde cevaplanacağını düşünsek de hiç öyle olmadı ve Rand, Moiraine’e giderek kendini tanıttı. Olduysa mübarek olsun.
Yine çenem fazla açıldı konuştukça konuştum. Aslında bu bölüm daha Afet‘in hiç de hayallerimizdeki gibi olmadığından, Padan Fain‘in bizimkileri takip edişinin izleyicide hiçbir etki yaratmayışından bahsedecektim ama artık daha fazla yormak istemedim sizi. Onun yerine siz bana anlatın, nasıl buldunuz sevgili dostlarım “The Dark Along the Ways” bölümünü? Sezon finalinden neler bekliyorsunuz? Yorumlara bekliyorum.