Daha What IF? projesi ilk duyurulduğu andan itibaren bunun iyi bir fikir olduğunu biliyordum. Hatta şimdiye kadar en çok seveceğim Marvel projelerinden biri olacağından da emindim. Bu tahminlerimde yanılmamam ve What IF?’in beklentilerimdeki gibi çıkmasının beni ne kadar mutlu ettiğini ise anlatamam. Her hafta çarşamba günlerini beklemek, “Acaba bu sefer nasıl bir hikâye ile karşımıza çıkacaklar?” diye düşünmek büyük bir haz veriyor bana. Yaşadığım bu hazzı da daha fazla içimde tutamıyor ve hemen What IF?’in, “What If… Zombies?!” bölümünü konuşmaya başlıyorum.
Öncelikle bu bölümün zombileri konu alacağını öğrendiğimde birazcık üzülmüştüm. Fragmanlarda gördüğüm bu zombi hikâyesinin eninde sonunda geleceğini biliyordum fakat belki asıl bölüm içerisindeki yan bir hikâye olur diye umut ediyordum. Bu konuda beni yargılamayın, daha önce de size zombi hikâyelerinden çok fazla hazzetmediğimi söylemiştim. Fakat ne yalan söyleyeyim zombi Avengers’ın macerasını da merak etmedim değil. Sonunda bölüm çıktığında ise oldukça memnun kaldım.
Her evrende gerçekleşen değişiklik bu evrende; Hank Pym’in, eşini geri getirmeye çalışırken kuantum evreninden beraberinde getirdiği bir virüs sayesinde oluyor. Bu virüs yüzünden dünyadaki tüm insanlar birer birer zombi oluyor. Avengers üyelerinin de zombi olmasıyla bu zombileşme süreci de haliyle hızlanıyor. İlk bakışta kuantum evreninden gelen bu “virüs” oldukça yavan bir “what if” senaryosu olarak gelse de bu bölümün geri kalanında çok gözünüze batmamaya başlıyor. Zira bölüm, gerilimiyle sizi eline alıyor ve bir daha bırakmıyor.
Hani hep diyorum ya ben artık Marvel Sinematik Evreni’nde süper kahraman kategorisi altında korku, gerilim, komedi, dram ve diğer bütün film türlerini görmek istiyorum. İşte What If’in bu bölümü bana, Marvel evreninden istediğim gerilim hikâyesini verdi. Zombi filmlerini, kitaplarını, kısacası içerisinde zombi geçen hiçbir yapımı sevmeyen biri olarak bölüme kitlendim kaldım. Acaba yaşayacaklar mı, hangisi ölecek, kurtulabilecekler mi diye düşünmekten yerimde duramadım. Bu da bölümün amacına ulaştığının benim açımdan en büyük göstergesi.
Bu bölümü benim için diğer bölümlerden ayıran en büyük özellik, karakterlerin birbirleriyle olan etkileşimiydi. Daha önceki bölümlere nispeten bu bölümde, çok daha fazla sevdiğimiz karakter birbirleriyle muhabbet ediyor, gönderme yapıyor, özlediğimiz eski günleri yad etmemizi sağlıyordu. Zombilerden kaçmaya çalışan Örümcek Adam’ın diğer Avengers üyelerine takılması, Bucky’nin Sam’i öldürdükten sonra “O kadar da sevmezdim” diyerek ölenin arkasından konuşması ve diğer kahramanların kendi aralarında yaptığı diyaloglar benim, bölümü beğenmemi sağlayan sebeplerdendi.
Gerilimi oldukça yüksek bölümümüzün benim için en güzel noktası yine Wanda ve Vision’ın olduğu kısımlardı. Yahu bu çiftimizin yüzü bir gülmeyecek mi be? Vision’ın, Wanda’nın zombi olmasından sonra onu bir yere kapatıp, yemek niyetine önüne insan atması Marvel’dan şimdiye kadar izlediğim en karanlık işlerden biriydi. Ayrıca Vision’ın insanları neden buraya çağırdığını tam olarak açıklayamamasından sonra Wanda’yı gördüğüm anda neler olduğunu anladım ve inanılmaz gerildim. Her saniyesi korkunçtu yahu!
Öte taraftan Wanda ile birlikte bölümün başından itibaren aklımda olan bir soru da ayyuka çıktı. Zombi olan Avengers üyeleri nasıl güçlerini kullanmaya devam ediyor? Hani Hope’un, dev haliyle zombiye dönmesinden sonra güçlerini kullanmaya devam etmesini anlıyorum. Fakat Doctor Strange nasıl bir zombiye dönüştükten sonra büyü yapmaya devam edebiliyor? Tamam, bunun aksini ispat edecek bir şey görmedik bu zamana kadar ama diğer taraftan çok saçma geliyor yahu. İşte bu yüzden zombi hikâyelerini hiç sevmiyorum. Ne yapıp ne yapamayacakları çok belirsiz bu meretlerin.
Ve tabii ki bölümün sonu. Bölümü izlerken sürekli olarak düşündüğüm “Zombilerden kurtulsanız ne olacak, Thanos geliyor.” diyordum içimden. Meğer Thanos gelmiş hatta nasıl olduysa zombilerin gazabına uğramış ve o da bir zombi olmuş. Ama koskoca “deli titan” zombi oldu diye amaçlarından vazgeçecek değil ya. Hâlâ son Infinity Stone’u alıp, evrenin yarısını yok etme peşinde. Amaca bağlılık diye buna derim ben! Tabi bu noktada olası bir The Snap™‘in ne gibi etkileri olacağını da insan merak ediyor. Acaba evrenin yarısını zombiye mi çevirecek, zombileri normale mi dönüştürecek yoksa zombilerin yarısını yok edip her zombiye düşen beyin sayısını iki katına mı çıkaracak? Bunlar hep merak konusu.
Valla açıkçası şimdiye kadarki What IF?’lerin en uçuğu buydu sanırım. Hem zombi virüsünün orijini hem de dört sonsuzluk taşını elinde tutan Thanos’u yenecek kadar büyük bir salgın olması bu zamana kadar izlediğimiz olasılığı en düşük ihtimallerden biriydi. Yine de izlemesi inanılmaz keyifli bir bölümdü bence. Ben izlerken sürekli diken üstündeydim, hatta Bruce Banner ve Scarlet Witch’in kavgasının devamını da merak ettim. Bu yüzden çok fazla takılmıyorum neden ve sonuç ilişkisine. Nihayetinde oldukça eğlendim ve bu, tam olarak bir What IF? bölümünden beklediğim şey.
Siz nasıl buldunuz sevgili geekler What IF?’in zombili bölümünü? Sizi de benim kadar germeyi başarabildi mi? Zombi Thanos’un sizce bundan sonraki hamlesi ne olacak? Hadi gelin konuşalım.