KEDİLİ KADININ ÖLÜM SAHNESİ
Bu sahnede kısaca, Alex soyguna direnen bir kadının kafasını ezerek öldürüyor. Ama daha az önce şiddet sahnelerinin tek başına yeterli olmadığını söylemiştim değil mi? Merak etmeyin sözümden dönmüyorum. Çünkü bu cinayet sahnesini dikkatli izlediğinizde her objenin ışık vurmayan tarafında cinselliğin sinsi gölgesini görebilirsiniz. Öncelikle Alex’i ele alalım: İşkenceden, tecavüzden zevk alan maskülen bir erkek. Kurbana gelirsek: Bilinçli, erkeğin şiddetine ve otoritesine boyun eğmeyen feminen bir kadın. Evinin dekorasyonuna baktığımızda her yana asılı tablolarda çıplak kadın resimleri görüyoruz ki bu kadının bir lezbiyen olduğu ihtimalini doğuruyor ancak sonrasında çok değer verdiği bir penis biblosunu da görüyoruz. Tüm bunların ışığında kurbanımızın feminist bir biseksüel olduğu çıkarımını yapmak yanlış değil. Şimdi ise en az bu iki persona kadar önemli olan bir şeyi, cinayet silahını inceleyelim: Kocaman bir penis biblosu. Ahlaki değerlerini kaybetmiş bir erkek, feminist ve biseksüel bir kadını kocaman bir penis biblosuyla kovalıyor ve onunla kadını öldürüyor. Sanırım Kubrick’in; kadının ve farklı cinsel tercihlerin ataerkil yapının altında ezilişini tasvir ettiği çıkarımına hep beraber vardık.
UYSALLIK TESTİ SAHNESİ
Bir noktada Alex “halka kazandırma” programından geçtikten sonra programın başarısı seyirci önünde test ediliyor. Programın sonucundan beklenen Alex’in şiddete ve cinselliğe tepkisiz kalması. Test için Alex aşağılanıyor, dövülüyor ve Alex gerçekten de şiddete karşılık vermiyor. Sahneye çıplak bir kadın alındığında ise Alex ona dokunmak istese de koşullandırılan beyni buna engel oluyor ve nihayetinde test başarılı görülüyor. Yani hükümet, sistem ya da otoriteyi nasıl adlandırıyorsanız o; gençlerin iradelerini ellerinden almayı bir başarı kabul ediyor. Cinsel, dolayısıyla romantik; şiddetli, dolayısıyla rekabetçi bütün duyguları yok olan ve sadece amaca hizmet eden bireyleri ideal görüyor. Hatta şimdilerde birçok adı olan o otorite insanları tek tipleştirmekte o kadar kararlı hareket ediyor ki filmde -ekmeğini tek tipleştirmeden çıkaran- dini bütünüyle temsil eden Peder, böylesi bir tek tipleştirmeye maruz kalan kimsenin ahlaki seçimler yapabilecek bir varlık olmadığını savunmak durumunda kalıyor. Böylece kendisini tamamen ide bırakan kişinin yanı sıra süperegosu baskın getirilen kişinin de ahlak değerleri taşımadığı fikrini çıkarabiliyoruz.
FİNAL SAHNESİ
Ve karşılaşma berabere bitiyor! Finalde Alex’in “halka kazandırılmasının” gördüğü takdire tanık oluyoruz: Basın, otorite, toplum… Sosyal sahnelerin hepsi Alex’i uysallaştığı için alkışlıyor. Bu distopik filmi “Gelecekte insan suni yollarla içgüdülerinden arındırılacak.” mesajıyla kapatacağımızı zannederken Beethoven’ın 9. Senfonisi eşliğinde idin hakim olduğu topraklardan, bilinçaltından gelen bir sahneyle kapanış yapıyoruz. Alex’in hayalinde ona gelen takdirler uysallığına değil, bir kadınla şiddet zoruyla beraber oluşuna getiriliyor. Yani nefesimizi verdiğimiz dünya uysallığı, iç dünyamız vahşiliği takdir ederken insanın temel taşını, kişiliği var eden ego sadece anlam kaymasına maruz kalmış bir kelime olarak işlevsizce köşede bekliyor.
Yazının onları ne kadar doğru aktardığı sizin takdirinize kalmış ancak A Clockwork Orange’ın cinsellik ve şiddet üzerine söyleyecek çok şeyi olduğu kesin. Sadece bu iki kavram üzerine kurulmuş olmasa da onlara merkezinde yer veren film, sinema ve/veya seks hakkında söyleyecek birkaç şeyi olmasını isteyen herkesin birden fazla kez izleyip çıkarımlarda bulunması gereken bir eser. Çünkü filmin yönetmeni Stanley Kubrick bile filmi çekerken kendini fazla kaptırıp bazı şeyleri abarttığını itiraf ediyor. Yani film yapım olarak bile tek başına süperego ve id tartışmasına bir örnek teşkil ediyor. Eh, madem o kadar çıkarımda bulunduk bir tane de yazı sonuna çakalım:
Bilinçli bir insan ne sadece kendini ne de sadece çevreyi dinler. Bilinç, ikisinin sesinin kesiştiği noktadır.
Oldu mu?