Bugün geek tarihinde önemli bir gün. Araştırma, derinine inme, dişini geçirme ve dönüp gevezeliğini yapma sanatının gelişmesinde katkısı en fazla olan adam, J.R.R. Tolkien, 60 yıl önce bugün; 20 Ekim 1955 tarihinde yazdığı destansı serinin üçüncü kitabını çıkarttı piyasaya. Bu seri, İngiliz filolog ve yazar Tolkien’in yarattığı evrenin çok küçük bir parçasıydı aslında. O kitap, daha da küçük. Neticede, başta böyle bir kitabın dahi var olmaması gerekiyordu. Yüzüklerin Efendisi, altı kitaptan oluşan tek bir cilt olarak tasarlanmıştı, son kitabın arkasında da geniş ekler bulunacaktı.
Savaş sonrası Avrupa’nın yaşadığı maddi (hem finansal, hem de kağıt gibi materyal) sıkıntılar, yayıncıyı bu altı kitabı ikişer ikişer toplayarak yayınlamaya itti. Normalde beşinci kitabın adı The War of the Ring, altıncı kitabın adı da The End of the Third Age idi. Tolkien bunlardan ilkini kitabın adı olarak tercih ediyordu; fakat yayıncı -yazarın hikayeyi çok açık ettiği yönündeki itirazlarına rağmen- Return of the King adını tercih etti. Tolkien’in yazdığı son eklerle birlikte, Kralın Dönüşü, 1955 yılında raflardaki yerini aldı.
Ben kitabı çok, çok sonra, muhtemelen 2000 senesi civarında okudum. Daha henüz ortada Yüzüklerin Efendisi diye bir film serisi yoktu. Elbet yapım aşamasındaydı, ama o zamanlar Geekyapar diye bir şey olmadığı, Geekyapar’ın temsil ettiği şeyler dahi erişilebilir yerlerde bulunmadığı için; benim haberim yoktu; o yüzden de benim için yok hükmündeydi. Ankara’da, Maltepe Parkı’nın önünde yerde kitap satan bir amcadan aldığım alelade bir kitaptı Yüzüklerin Efendisi serisi. İlk kitabı okuduktan sonra, beni göğsümden vurmuştu. Aynı sene içinde, inanılmaz bir ivedilikle diğer üçünü okurken buldum kendimi.
Bu üç kitaptan, hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki, beni en çok etkileyeni Kralın Dönüşü olmuştu. Pelennor Çayırları Savaşı’nda Theoden’in konuşmasıyla gaza gelmiş, Sam’in fedakarlıklarıyla kendimden geçmiş, Eowyn’in postasıyla keyiflenmiştim. Ama beni ağlatan şey, gerçekten ağlatan şey, kitabın finali oldu. Gerçek finali. En, en sonunda bulunan hikaye parçası anlamında tanımlıyorsak “final” denilen şeyi, bu payeyi hak eden tek şeyi.
Kralın Dönüşü, hem film, hem de kitap olarak aynı eleştiriye -bence haklı olarak- tabi tutulur: Çok fazla final yapar hikaye. Yüzüğün Hüküm Dağı’na atılması (ki yani, şu Yüzüklerin Efendisi çevirilerine, önceden de söylemiştik ama, ne bitiyoruz ya, ne güzeller ya) bir finaldir, sonraki taç giyme seremonisi bir finaldir, Shire’ı Saruman’dan kurtarma bir finaldir, Frodo’nun Batı’ya gitmesi başka bir finaldir. Ama işte, dedik ya, eğer “en sonda bulunan hikaye parçası” diye anlatacaksak finali, Yüzüklerin Efendisi’nin bir gerçek finali vardır; onun da sözü hiç edilmez. Beni ağlatan da odur.
Kitap bittikten sonra, Aragorn ve Arwen‘in öyküsünü anlatan Ek A başlar. Kısa bir öyküdür bu, o bitince de yerine Ek B gelir. Bu ek, Yüzüklerin Efendisi’nde gördüğümüz olayların 3018‘de Gandalf’ın Hobbitköy’e gelişiyle birlikte kronolojik olarak her şeyi saymaya başlar. 6 Ekim 3021 tarihinde, Sam’in Gri Limanlar’dan geri Çıkın Çıkmazı’na dönmesine kadar da tüm kitapları sıra sıra anlatır. Ama esas olay, ondan sonra başlar. Ek B, bu sefer kitaplar bittikten sonra olanları aktarmak için alır sazı eline.
Pippin oğlunun adını Faramir koyar, Samwise Shire Belediye Başkanı seçilir, “Muhteşem” Merry Erdiyarı Hükümdarı olur, Elessar Pippin, Merry ve Sam’i Kuzey Krallığı Danışmanlığı’na getirir… Hikaye böyle kısa kıse gider. Sonra 1482’de, Sam Kırmızı Kitap’ı kızı Elanor‘a emanet edip, Gri Limanlar’dan Batı’ya yelken açar. 1484’te, Pippin ve Merry, Gondor‘a gider, son yıllarını orada geçirirler. Öldüklerinde, Rath Dinen’e, Gondor’un ulularının yanına gömülürler. Sonra da beni ağlatan, o paragrafa girer Tolkien, ve Yüzüklerin Efendisi destanına son noktayı, asaletle, ustalıkla koyar.
“1541 – Bu yılın 1 Mart günü, Kral Elessar göçüp gider. Denir ki, Meriadoc ve Peregrin’in mezarları büyük kralın mezarının yanına getirilmiş. Sonra Legolas İthilien’de gri bir gemi yapmış Anduin’den aşağı. Deniz’in ötesine yelken açmış; denir ki, cüce Gimli de yanındaymış. Ve o gemi de gittiğinde, Orta Dünya’da Yüzük Kardeşliği’nden kimse kalmamış.”
Bu son cümle var ya… Paramparça etmişti beni resmen. Nerede okuduğumu, nasıl okuduğumu hiç unutmuyorum. O kadar net ki, yatağımdaydım, yaklaşık dört beş ayımı bu insanların maceralarına harcamış; kendimi yavaş yavaş artık boş zamanlarımda Yüzüklerin Efendisi okuyamayacak olmanın boşluğuna hazırlıyordum. Bir anda geldi bu cümle, hiçbir uyarı ya da ikaz vermeksizin. Böğrüme yumruk yemişe döndüm. “Ve o gemi de gittiğinde, Orta Dünya’da Yüzük Kardeşliği’nden kimse kalmamış…” Böylesine ince bir tümce, böylesine sert vurabilir mi ya? Bu kadar sade bir dille, bütün kitapların yükü, bir anda omzunuzdan bağrınıza inebilir mi? Tolkien yazarsa, iner işte…
O yüzden, Kralın Dönüşü’nün 60. yıldönümü cümlemize kutlu olsun. Onun şerefine, hepimiz, bu son cümleyi bir daha okuyup, bir daha Gri Limanlar’dan Batı’ya giden herkesi son kez bir analım. Teşekkürler Tolkien, sana borcumuz ödenmez!