Hediye, doğası yüzünden meraklı bir kavram. Almak da vermek de incelikli bir iş, bilinmezden gelene tahmin edilemez tepkilerin senkronundan oluşuyor neticede. Amaç çoğunlukla beğenilme arzusu olsa da beklentiler bahsi arttırabilir. Sevgililer arası bağlılık sözüne, arkadaşlar arası anıları pekiştirmeye, toplumlarda aitliği oluşturan geleneklere ve devletlerarası diplomatik hamlelere dönüştüğü çoktur. Hediye hesaplılık taşır, alan da veren de bir şeyler kazanır daima.
Üstelik birbirinden haberli ve habersiz tüm toplumlarda var olan bir gelenektir. Bu bana bir önceki yazımda üstünkörü bahsettiğim bir kavramı hatırlatıyor; arketip. Arketipler Freud’un yandaşı ve ayrılıkçılarından olan, psikiyatr Carl Gustav Jung tarafından da ortaya konan evrensel şemalardır. Coğrafyaların farkı insan zihninin ortaklığını aşamadığında, yadsınamaz benzerliklerimizi görürüz çünkü.
Velhasıl işbu yazı, özgün şemalardan hediye getirenleri işleyecek ve bunu yaparken de sıkıcı olmamak adına birtakım kurallara uyacak. Öncelikle noel tandansımızdan ödün vermeden, Noel Baba’dan yola çıkacak yani onun yakın ve uzak manevi akrabalarından söz edeceğim. İkinci olarak dünyada kültür başına en az iki-üç adet folklorik hediyeci düşüyorken sayıyı beşle sınırlandırarak dinamizmi koruyalım derim. Üçüncü olarak tamamen hayali bir figürü ele almaya dikkat edeceğim çünkü Noel Baba her şeyden çok bir ideadır! Ama bu kadar Noel Baba dediğime bakmayın, her toplum hediye getirenlerine kendi iksirini içirdiğinden, bu adamın, kadının ve yaratığın bambaşka yönleri var. Spoiler! Belki Noel baba size çok Amerikanvari geliyordur ve bacanız da yoktur. O halde şimdi bahsedeceklerimden gözünüze çarpanları kenara not etmek isteyebilirsiniz çünkü çoğu bir bacaya ihtiyaç duymuyor, benden söylemesi.
Father Christmas – Neşeli Noel Ruhu
Bir önceki yazıyı okuduysanız tanıdık gelecek ilk konuğum. Noel Baba’nın kökenlerine indiğimizde görmüştük onu ve hani delişmen bakışlı diye tarif etmiştim. Duyurayım, delişmen kelimesinden daha iyi bir sıfat bulamadım hala bu kadim noel adamına. Çünkü nereden bakarsanız bakın, birkaç yüzyıllık karalamalarında bile uzun sakallarının ardında bilmiş bir gülümseme saklayan, gözlerinde tekinsiz muziplikler ışıldayan, başına taktığı yapraklardan çelenkle keçi süren bir adam o. Keçi nereden geliyor derseniz, o bambaşka bir yazının konusu. Sırf görünümü epey bir hikâye anlatıyor yani. Tontonluk onun künyesinde yazmıyor, hatta çoluk çocukla uğraşmaya kariyerinin sonlarında, ta Viktorya döneminde başlıyor.
Size tarihinden bahsetmeyeceğim, ilginizi çekerse internetin bilumum şurasında ve burasında bulursunuz mutlaka. Yalnızca şunu bilin: Charles Dickens’ın ünü kıtasından taşan Christmas Carol hikayesinde, Scrooge’ın karşısına çıkan üçüncü ruh o aslında. İlk karşılaşmanın tasviri teklifsiz doğasını koyuverir ortaya: Önünde bitmez tükenmez yiyeceklerle dolu bir masayla yeşil cübbesi kürk yakalı, hiçbir şeyden saklanmak zorunda hissetmemenin hafifliğiyle bağrı açık ve soğuk yollardan çekinmeyen ayakları yalın, pürneşe ruh. Karnı tok gözü pek özgürlük hissinin paganik tanrısı adeta. Ve gençliğinin baharında ağaç kabukları kadar kahverengi saçlı.
Sinterklaas – Saygın Din Adamı
Gelelim aziz Nikolaos’la bağı en sıkı olan hediye dağıtıcımıza. Onun Father Christmas ile aynı akraba sisteminin içinde olduğuna inanmak zor. Ağırlıklı olarak Belçika, İspanya ve Hollanda geleneklerine göre biçimlenmiş Sinterklaas, uzun şapkası ve kırmızı cübbesiyle gemiyle, kasım ayının ortasında giriyormuş ülke limanlarına. Eh, kızak demode kalıyor haliyle artık. Tarih 5 Aralık oldu mu çocuklar ayakkabılarına dilek mektuplarını ve azizin sokaklarda gezinirken bindiği atı için biraz da havuç koyup hediyelerini beklemeye başlıyorlarmış. Kıyas yapmamak zor, bu satırları yazarken Odin şöyle bir görünüp kayboldu zihnimin arka odasında.
Fotoğraflarından yansıyan öyle talepkar bir hava var ki belki de aslında unutulmuş kuzeyli bir kraldır. Hediye dağıtımı bahanesiyle Noel’in kimliğini ele geçirip hain planlarını işletmek için çocuk hayranlar kazanıyordur kendisine, kim bilir?
Sinterklaas’ı diğerlerinden ayıran en farklı tarafı Zwarte Piet adlı ortaçağ giyimli, yüzleri siyaha boyalı yardımcılarının olması. Bacadan inme çıkma işini o şapkayla Sinterklaas’ın yaptığını düşünemezdik tabii. Yalnız İspanya’nın Hollanda’yı denetimi altına aldığı zamanlarda türetildiği düşünülen bir stereotip açıkçası ve günümüzde ırkçı olduğu görüşleri hâkim. Kimisi yüzünde baca isi olduğunu iddia etse de aksi yöndeki güçlü argümanları yok sayamıyorum. Neticede geçmişten gelen ayıpları geri dönüşüme tâbi tutup güncellemek gerekli. Yeni versiyonlarında düzenlemeler yapılmış ama bu tartışmalı gelenek bir süre daha karışıklık yaratacağa benziyor batı Avrupa vicdanında.
Befana – Süpürgeli Cadı
Bölgelere göre ayırdığım hediye dağıtımcılarında sırada Akdeniz ikliminin sıcak yüzlü, yazmalı ve süpürgeli teyzesi var. İtalyan folklorunun telaşlı cadısı, köken hikayesinde üç bilge adama veya Roma tanrıçası Strenua’ya bağlanıyor. Strenua ile olan bağı özellikle çarpıcı çünkü Strenua yeni yılda refahın tanrıçası olarak hediyeler dağıtmasıyla biliniyormuş.
Üç Bilge versiyonundaysa İsa’nın doğumunu yıldızlara bakarak tahmin edip hediye götürmek isteyen üç adam -ki bunlar da Epifani Bayramı’nda hediye getirenler olarak anılır – yollarını kaybedince bir köydeki en iyi hizmetçinin kapısını çalarlar. Yolcularının gerçekten tanrı misafiri olduğunu sezmiş miydi bilinmez ama onları çok güzel ağırlar Befana. Bunun üzerine yolculuklarına katılmasını isterler ondan. Ancak onun ev işleri bağlılık sözleşmesini yırtıp atması söz konusu değildir ve evinde kalmayı seçer. Tabii ki sabahına pişman olur, heybesine lazım gelecek eşyaları doldurup elinde süpürgesiyle düşer peşlerine. O gün bugündür bebek İsa’yı aramakta ama karşısına çıkan diğer çocuklarla avunmaktadır. Kutsal yerel halk anlatısı diye buna derim.
Neticede Befana tüm hediyecilerin içinde kendine özgü tavrıyla 5 Ocak gecesi, iyi çocuklara şeker ve oyuncak, yıl içinde pek uslu durmayanlara ise kömür ve kara şekerler dağıtır. Eh merhameti sağ olsun, en azından hiçbir çocuk hediyesiz kalmaz sonunda. Özellikle iyi bir hizmetçi olduğundan bacadan inince evi süpüreceğine ve eli değmişken de eski yılı süpürgenin tellerinden silkelediğine inanılırmış. Buralara da iyi bir süpürge atsa keşke, İtalya şurası sayılır. Süpürgeli cadımız Miyazaki senaryosundan tanıdık gelen bir tatlılık abidesi değil mi sizce de?
Belsnickel – Barbar Kılıklı Noel
Size birbiriyle alakası olmayan efsanevi karakterleri anlatacağım demiştim ve her bir bölümde ilginçliği arttırıyorum. Karşınızda Alman folklorik anlatımının huysuzluğuyla müstesna, sevdiği dövdüğü belirsiz kahverengi sakallı Larry David ruhu. Belsnickel gri bir karakter. Yırtık giysileri, bakımsız sakalı ve elindeki uzun sopasıyla onu sokağınızın köşesinde görseniz koşarak polise gitmek istersiniz. Ki uygun vakitlerde Almanya taraflarında bulunursanız görebilirsiniz de çünkü kendisi saklanmakla ilgilenmiyor. Doğrudan evlerin pencere veya kapılarına vurup çocuklardan şarkı söylemesini ya da sorduğu soruları cevaplamasını talep ediyor. Karşılığında hediyelerini yerlere saçıyor ve sabırsız olanların tuzağına gelmesini bekliyor. Sopasını, aile terbiyesinden yoksun görüp hediyelere anında atlayanların sırtında patlattıktan sonra ıssıza karışıyor. Noel’ın şeker kaplı doğasına uyma borcu yok. Ah bu arada zaman zaman kadın kılığına girmeyi sevdiğini de ekleyeyim. Ki bu sebeple bazen Noel Kadını olarak da anılıyor. Bana sorarsanız sopa darbelerini görmezden gelirsek, huysuzluğu ponçik doğasını saklamak için bir kamuflaj.
Nisse veya Tomte – Münzevi Çiftlik Cüceleri
Listenin sonu gözünüze en aşina gelen hediye getirenleri barındırıyor olabilir. Pamuk prensesin cüce yoldaşları, modern bahçelerin süsleri ya da Gringotts Büyücü Bankası’nın çalışanları… Ama bunlardan her zaman biraz daha farklısı. Norveçliler ona Nisse, İsveçliler Tomte diyor. Tomte ipucu barındıran bir isim çünkü tomt arazi parçası demekmiş. Zaten Tomteler topraktan bağımsız düşünülemez, çiftlik arazileri nefes aldıkları dünya. Her şeyden daha çok atların kuyruklarını örmekle veya ineklere komşu çiftliklerden saman çalmakla ilgileniyorlar. Eylemleri esrarengizdir, ortalıkta görünmekten hoşlanmazlar. Bir teoriye göre çiftliklere musallat olmalarının sebebi, arazilerinin içine gömülen atalara tapınma kültünden kalmaları.
İskandinav mitolojisinde gönlü hoş tutulan bir Nisse/Tomte’ye sahip olmak çiftliğin şahlanması ve civarındakilerin kıskanıp çatlaması demek. Bu yerden birkaç 10 santim yükseklikte olan tamahkâr işçilerin emekleri karşılığında istedikleri tek şeyse, noel zamanı hazırlanan tereyağlı yulaf lapası. Ama yulaf lapası kırmızı çizgileridir. Olur da şaka amaçlı dahi tereyağını unutmuşa yatarsanız, ahırda sabahlamanızı tavsiye ederim çünkü sabaha kalmadan hayvanlarınızı ölü bulabilirsiniz. Anlayacağınız bir tık alıngan yaratıklar ve kırmızı başlıklı çiftçi kıyafetleriyle İskandinav mitolojisinin haylaz evcil ruhları.
Hediye getirmekle ilgili bağlantılarını sorarsanız çiftliğe getirdikleri iyi şans o dönem için en büyük hediyeymiş derim. Günümüzde ise Julenisse adıyla Noel Baba’ya daha yakın bir karaktere dönüşerek çocukların hediye için yolları gözlemelerine sebep olmuşlar. Yeni tasvirlerinde boyu bazen değişse de yulaf lapasına olan aşkı dokunulmazlığını koruyormuş.
İşte haritanın uç noktalarından seçtiğim beş hediye getiren bunlardı. Yöntemleri farklı olsa da hepsi tek bir amacın peşinde: İnsanlığın hediyelere ve yeni yıla olan coşkusunu taze tutmak! Sizin eklemek istedikleriniz var mı?