Bugün de gelin geçmiş ile olan bağımız hakkında konuşalım, sevgili FauxPlay okurları. Mesela bir oyuncu için “eski” nedir? Bu soruyu cevaplamaya çalıştığımda hep aklıma diskette Lotus III oynadığım günler geliyor. Hafızamı biraz daha zorlarsam, ileride adının Atari 2600 olduğunu öğrendiğim ilk ev konsolumun kablolarıyla girdiğim büyük dövüşe ulaşıyorum. Daha gerisine sahip değilim, ama bu bile fena bir geçmiş değil. Bu anıların canlanmasını, “eski” oyun ve konsolların yeniden kendilerini hatırlatmalarını seviyorum. Bu sebeple biri bana remake/reboot dediğinde çocuk gibi sevinebiliyorum. Milletin esas amacı benim çocukluğumu sömürerek iki Mario oyunu daha satmak mı? Olsun, çok derdim değil. Naif bir sevinç benim yaşadığım, halimden memnunum.

Remake işine girişmek, geçmişi günümüze taşımanın en yaygın metodu ve ben her ne kadar sorunlu bulmasam da, aslında remake kültürü oyun dünyasının yeni kanserlerinden biri halini almış diyebiliriz. Başka FauxPlay yazarları (mesela J.H.) zaten bu olaya değineceğinden ben konuyla bağlantılı ancak biraz başka bir kavram hakkında konuşmak istiyorum. Geçmişi günümüze taşımak dedik, peki günümüzü geçmişe taşımak? Vasat bir platform oyununu 8bit ile tasarlayıp “retro yaptım” demekten bahsetmiyorum, günümüzün ışıl ışıl Xbox kokan oyunlarını gidip de Atari 2600’lar ya da SNES’ler için yeniden tasarlamayı kendine misyon etmiş “demake” geleneğine ışık tutmak amacım.

KASET

Demake’lerin kökeni seksen sonlarına kadar gitmekte. 1990’larda Çin ve Hong Kong’ta pek çok yeni nesil oyun (mesela Tekken serisi), Nintendo ve türevi konsollar için lisanssız bir şekilde programlanıp satılmaktaydı. Bu korsan konsol çılgınlığını tecrübe etmeyi ihmal etmemiş bir ülke de Türkiye idi tabii. Pazarlarda satılan “atari”ler ile bir geçmişiniz oldu ise, siz de o yıllarda yüksek ihtimal birkaç adet demake oyun oynadınız. Street Fighter 6 Ya da Super Mario 15 gibi oyun isimleri hafızanızı tazeleyebilir. 90’larda bir kolay para kazanma metodu olarak kullanılan Demake’lerin günümüzdeki üretimi ise, büyük oranda oyun ya da retro konsol tutkunu programcılar tarafından, mali kaygılar olmadan gerçekleşiyor.

Peki nelerdir günümüzün konuşulmaya değer demake’leri? Bu kült hareketin en ünlü eseri şüphesiz Halo 2600. Master Chief’i dev konsollardan tozlu Atari 2600 kartuşlarına taşıyan Halo 2600, Ed Fries’in 2010 yılında tek başına programladığı 128 byte’lık minnacık bir oyun. Oyun, aynı yıl The Classic Gaming Expo’da sergilenmiş ve büyük beğeni toplamış. Geçen sene ise Smithsonian American Art Museum oyunu “Video Oyunlarda Sanat” kapsamındaki sergilerine eklemiş. The Escapist’in de müziklerini çok beğendiği Halo 2600, şu an çok da büyük olmayan demake külliyatının iftihar kaynağı gibi bir konumda

halo_2600

Başka bir ünlü demake ise Joe “Cymon” Larson’un ASCIIpOrtal’ı. Adından da öngörebileceğiniz üzere oyunumuz bir Portal uyarlaması. ASCII karakter seti ile tasarlanan oyun insanın aklına 80’lerin Rogue-like fırtınasını hatırlatmıyor değil. Gün olur da FauxPlay olarak kendimizi dipsiz kuyuya bırakıp ASCII tabanlı oyunları tartışasımız gelirse ASCIIpOrtal’a tekrardan uzun uzadıya döneriz. Şimdilik adını anmak yeterli.

Bir diğer meşhur demake ise Soundless Mountain II. 2008 yapımı bu NES oyununun adını görünce yüzünde tebessüm oluşan okur sayısı eminim az değildir. Jasper Bryne tarafında 2008 yılında tasarlanan Soundless Mountain II, fenomen korku oyunu Silent Hill II’nin NES kardeşi. Aynı yıl TIGSource “Bootleg Demakes” Yarışmasına katılan ve birinci seçilen Soundless Mountain II, oynayan pek çok indiesever tarafından oldukça beğenilmiş bir çalışma.

Demake projeler, genel olarak devrini kapatmış konsollar için yapılan işler olmalarına rağmen bu bir zorunluluk değil. Pek çok popüler oyunun Flash versiyonunu yaparak siz de demake kültüründe yerinizi alabilirsiniz. Zaten yukarıda anlatılan ASCIIpOrtal ve Soundless Mountain II de asıl şöhretlerini PC’de oynanabilir olmalarına borçlular.

soundlesscart

Peki demake’lerin oyun dünyasında konumu? Açıkçası bugünün teknik şaheserlerini eski usüllerle yeniden kurgulamaya çalışmak, James Cameron’un Avatar filmini sessiz sinema tekniği ve plastik maketlerle yeniden çekmeye çalışmaya benziyor. Delice bir çaba, değil mi? İşte tam da bu sebeple çıkan sonuç oldukça merak uyandırıcı olabiliyor. Kulağa başlangıçta lüzumsuz bir hareket gibi gelse de böyle bir filmi çekseler, eminim hepimiz bir şekilde seyretmek isteriz. Teknik yetersizliklerle kompleks bir şeyi anlatmaya çalışmak, yaratıcılığı beraberinde getiren bir mücadele. Bu mücadelenin açacağı kapıları da bilemeyiz. Unutmayalım ki bugünün yeni çılgınlığı 8 bit akımı da çok benzer bir hikayeye sahipti. Demake’lerden büyük bir devrim bekleyin demiyorum, ama fırsatınız oldukça bu kavramı takip etmeye çalışın. İlginç sürprizlerle karşılaşmanız çok olası.

Author

Eskilerin dediği gibi: "You must gather your party before venturing forth"

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.