Christopher Nolan filmlerine gitmek zor benim için. Olumlu hype’a iyi tepki veren bir adam değilim. Kendim medya olmadan önce bunu filmlerle ilgili bir “medya karartması” yaparak çözebiliyordum; bugün de hâlâ yer yer kotarabiliyorum bir filmin ya da oyunun önceden çıkan duyumlarına, özel videolarına ya da gaz fragmanlarına kendini kaptırmamayı. Ama Nolan filmleri söz konusu olduğunda kaçacak delik bulmak zorlaşıyor. Kendimi sakınamıyorum filmle ilgili film daha çıkmadan söylenen güzel sözlerden.

Biri bana filmle ilgili “gelmiş geçmiş en iyi X” gibi bir önerme sunduğunda, kafam direkt eleştirmen moduna giriyor. Bütün filmi sanki bana karşı yapılmış bir meydan okuma gibi algılamaya başlıyorum. Beynimin içinde “demek gelmiş geçmiş en iyi X’sin, görelim bakalım” gibi cümleler yankılanmaya başlıyor. Bugüne kadar bu muameleden sadece Breaking Bad kurtulabildi dersem, bu sözlerin bende yarattığı yüksek standardı anlarsınız değil mi?

Interstellar’ı da böyle izledim. Zor bir şeydi boş bir kafayla izlesem, Nolan’ın karşısında Bilal gibi dursam daha keyif alacağımı bildiğim bir filmi parçalarına ayırarak izlemek. Ama nihayetinde şöyle bir faydası oldu, size bu yazıyı hazırlayabildim.

Maksimum derecede adil olduğumu iddia etmiyorum. Dedim ya, Interstellar’ın tırmanması gereken bir dağ vardı zaten kafamda. O yüzden bunu gayet şüpheci bir eleştiri olarak kabul edin. Eminim, -bence ideal film izleme modu olan- boş levha kafasında izlerseniz, aldığınız keyfin kat be kat artacağı bir filmdir Interstellar. Gelin görün ki bunu yapmak bana nasip olmadı, benim için Interstellar şu 4 kutsal sevaba ve 4 ölümcül günaha sahip, garip bir film olarak kaldı…

 

Sevaplar

1. Nolan’ın Alametifarikası Görseller

Interstellar Kara Delik

Chris Nolan görsel bir dahi, buna hiç şüphe yok. Her zaman çok iyi görüntü yönetmenleriyle çalışıyor ve onlardan maksimum verimi almayı başarıyor. Bu filmde de Tinker, Tailor, Soldier, Spy ve The Fighter’da harikalar yaratmış Hoyte van Hoytema ile gerçekten muazzam görseller çıkartmışlar ortaya. Miller’ın gezegenindeki dalga dağı, kara deliğin çevresi, filmin genel alegorisinin (“biz hiçbir zaman kötü zamanlardan yerimizde durup çıkmadık“)içerisine şıp diye oturan Büyük Buhran göndermeli tozlar altındaki Dünya fotoğrafları… Tam anlamıyla ayakta alkışlanacak bir iş çıkartmış yine Nolan. E artık şaşırmamak gerek.

 

2. Görelilik Kanunu Draması

Interstellar Jessica Chastain

Annesi fizik mühendisi bir insan olarak hayatta beni en büyüleyen şeylerden biri görelilik kanunu olmuştur her zaman. Küçükken Geleceğe Dönüş’ü izleyip anneme sorduğum “zaman yolculuğu mümkün mü?” sorusunun cevabı olarak tanışmıştım bu kanunla. Işık hızında seyahat eden birinin dünyadakilerden daha yavaş yaşlanacağı fikri bana çok vurucu gelmişti. Nolan da benle aynı kanaatte olmalı ki hikayesinin pathos‘unu ağırlıklı olarak buradan çıkartmış. Harika bir şey yapmış.

Brand ve Cooper’ın okyanus gezegenine indikten sonra yaşadıkları, o gezegende birkaç saat geçirdikten sonra Cooper’ın dönüp gelen mesajları izleyişinde suratının aldığı hâl… Bunlar gerçekten de filme bir boyut katan, derinlik kazandıran anlardı. Bu basit ama sonsuz derecede merak uyandırıcı fizik kanununu harika kullanmış Nolan. Hatta o kadar ki, filmin sonunda kendimi “keşke sadece buna odaklansaydı” derken buldum.

 

3. Ses Kullanımında Risk Alması

Interstellar Endurance

Çok büyük bir mesele oldu Interstellar’ın ses kullanımı, biliyorsunuz. İlk anda insanlar bir kaza ya da bir yanlışlık olduğunu sandılar ama önemli pek çok sahnede müzik ve ses efektlerinin diyaloğu boğması Nolan tarafından niyetlenilen bir şeydi. Bununla ilgili övgüme geçmeden önce itiraf etmem gereken bir şey var: Her Türkiyeli vatandaş gibi ben de filmi altyazılı izledim, o yüzden bu konuda tam olarak adil olmayabilirim. Eğer ne dendiğini anlamakla ilgili tek şansımın söyleneni duymak olduğu bir ülkede (yani Anglo-Sakson ülkeler ya da dublajın yaygın olduğu coğrafyalarda) filmi izleseydim, muhtemelen daha sinirli olurdum; zira filmin mühim sahnelerinde ne konuşulduğunu sadece altyazı sayesinde anlayabildiğim anlar çok fazlaydı.

Fakat ben hiçbir zaman -sonuç iyi ya da kötü olsun- inovasyona “tü” diyen bir adam olmadım, olmak istemiyorum. Christopher Nolan bu konuda bir risk almış. Evet, her zaman tutmayan bir risk, kabul ediyorum. Ama almış sonuçta. Kreatif mesleklerde “niye yenilik peşinde koştun” denmez kimseye. Hele ki bazı sahnelerde -örneğin, uçağın ilk kalkış sahnesi- vurucu olmayı başarabilmişken.

 

4. Matthew McConaughey

Interstellar Matthew McConaughey

Filmin ilk yarısını izleyip sinemayı terk etseydiniz, muhtemelen McConaughey ile ilgili hoş fikirleriniz olmazdı. Benim perde arası gelir gelmez kız arkadaşıma dönüp “E aynı McConaughey bu?” demem için bir saniye bile geçmesi gerekmedi. Ama gelin görün ki filmin ikinci yarısında McConaughey neden şu an yaşadıklarımıza McConaissance dendiğini kanıtlar nitelikte bir performans sundu. Özellikle Murph ve Tom’dan gelen mesajları izlediği sahne gerçekten de lezizdi.

 

O zaman buyurun, ikinci sayfada günahlara geçelim…

1 2
Author

Geekyapar'ın yazı işleri şövalyesi. Uluslararası İlişkiler okudu, okula girmeden önce yaptığı işi yapıyor. Küçükken "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diyenlere yazar diyordu. Tüm internette bulmak için: @acyberexile.

9 Comments

  1. Can Doğanay Reply

    Bana kalırsa günahlar ölümcül seviyede değil. Sanırım başlığın biraz vurucu olması için kullanılmış “ölümcül” sözcüğü. Filmin mizahı ve sevginin gücü teması tam olarak Nolan’a yüklenebilecek suçlamalar değil bence. Sonuçta çağımızın en ünlü yönetmenlerinden birinin uzun süredir beklenen son filmi ve haliyle olabildiğince çok gişe başarısı peşinde olan (ki 4 büyük Hollywood şirketinin ortak yapımı bir film) yapımcıların genel izleyici kitlesine satabilecekleri bazı genel temalara ihtiyaçları var. Hathaway’in performansı diğer performanslar yanında (özellikle McConaughey’in) çok çekici gelmiyor o konuda hemfikir sayılırım ancak yine de “ölümcül” seviyede değil benim gözümde. “Çocuklarını nasıl bıraktın?” kısmında ise bence McConaughey başarılı bir şekilde içinde hala savaş veren, insanların yanlış şeyleri takip ettiğini düşünen (Murph’ün öğretmenleriyle yaptığı konuşma), o maceracı ve hala genç kalmayı başarabilen kaşif ruhlu mühendisi gayet iyi yansıtmış. Belki direk bir cevap verilmiyor filmde o soruya ancak bu performansla seyirciye de “Ya bu adam mevzuya o kadar içten inanıyor ki çocuklarını bile geride bırakabiliyor.” dedirtiyor ya da dedirtebilecek bir pay bırakıyor.

    • sevgili arkadaşlar ben filmi çok başarılı buldum. Sevgi konusu o kadar sakız edildiki, belki dünyadaki en değerli “bilinç hali”olan sevgi maalesef filmlerin zayıf noktası haline geldi. Ben çok ağır bir hastalık geçirmiş bir anneyim. ve EVET.. insan evladı için yaşamak istiyor ve bunu başarıyor. Bence insandaki yaşama içgüdüsü, ölümü yenme arzusu müthiş güçlü bir içgüdü.. Bunu berbat halde hastanelerde sürünene hastaları izlerken fark ettim. İnsan en ölüme yakın olduğu anda bile yaşama tutunuyor. ve eğer çocukları varsa bu içgüdü çok daha güçlü. Evet bir baba bunu yapabilir ve bir kadının sezgileri sevginin yolunu izlemesini ona fısıldayabilir ve bu doğru yoldur… Hepinize sevgiler…

  2. Uzun bir şey yazasım yok ama basitçe diyeyim, tamamen beğenmediğim bir yazı olmuş ne yazık ki tespitler fazlasıyla kişisel kalmış.
    Üzerine son günahla ilgili keşfetme ve merak bazı insanlarda her şeyin üstünde bulunur. Bu duyguyu bildiğimden pek de garip gelmiyor. Adamın bütün amacı bu dünyadan kurtulup her zaman yapmak istediğini yapmaktı. Fazla bir şey sormaması ise tamamen çocuklarını bıraktığı gerçeğiyle yüzleşememesi ile ilişkili olabilir.

  3. Anne hathaway’in vasat performansı konusunda katılıyorum, çocuklarını nasıl bıraktın sorusunu bütün film sordum içimden adama bende. Artılarına katılmakla birlikte. ‘ölümcül günahların’ biraz abartıldığını düşünüyorum. Espri konusunda bence o kadar da kötü değildiler. Sonuçta komedi filmi izlemiyoruz.. Genel itibariyle ben filmi beğendim, eksileri yok mu var ama bunlar da görmezden gelinebilir..

  4. Erdinç Polat Reply

    Günahlardan ikisine değinmek istiyorum. Diğerlerine ben de harfiyen katılıyorum.

    Nolan’ın espiri anlayışı bana uyuyor açıkçası sanırım bu noktada ayrılıyoruz. Örneğin Dark Knight’ta çakma yarasaları bağlayınca elemanın biri “Seninle ne farkımız var” sorusunu yöneltince Bruce abimiz “I’m not wearing hockey pads” diyordu. Sinemada olduğum için içimden kahkaha atmıştım mesela ilk aklıma gelen bu. Interstellar’daki mizah da doğal Amerika konuşmasıydı benim için. Tatlı bir havası vardı. Zorlama olayına katılıyorum ancak o şekilde yapılması gerektiği için zorlama yapmış ve filmin doğrularından benim için çünkü orada basitçe “robot” yapıyor mizahı, zorlama olması kaçınılmaz. Senin beğenmediğin yönü benim hoşuma giden yönü oldu yani ancak görüşlerimiz zorlama olduğu konusunda aynı.

    Çocuklarını nasıl bıraktın konusu ise bende film boyu şöyle bir his uyandırdı. Bu adam eski pilot/mühendis her gece rüyasında kaza anını görüyor, biliyor orada sistem kapanmasa aracı kurtarabileceğini bilinç altını çok zorluyor bu olay. Öte yandan kendi sevdiği ve çocuklarına aşılamaya çalıştığı mühendisliği yapamıyor tarım yapmak zorunda ve sürekli mantarla boğuşuyorlar zaten NASA’ya gittiğinde elindeki tek ümidi olan mısırın da sonlanacağını görüyor. Öte yandan devlet kitapları değiştiriyor, çocuklara teknolojiyi mitoloji gibi aşılamaya çalışıyor. Bu konuya çok takıldığı belli. Eline çocuklarını ve tüm dünyayı kurtarma fırsatı geçince ki tüm dünyayı kurtarma fırsatı kabuslarından kaçış, mesleki orgazm oluyor onun için, her ne kadar geride çocuklarını bırakmak istemese de balıklama atlamaktan kendini alamıyor. Zaten her dakikasında, özellikle Miller’ın gezegeninde çocuklarından ayrı geçirdiği anları, büyümelerini kaçırmalarını düşünüyor. Annenin olmaması çocukları için tehlikenin büyük olması vs. Cooper’ın içinde bulunduğu ikilem için pekiştirici durumlar olmuş diyebilirim.

  5. alp demirkabız Reply

    yazının sevdiğim yanını söyleyim: diğer tüm interstellar kritiklerinde yapılan gibi bilimsel olarak eleştirmeye çalışıp rezil olmamış. yazarımız delikanlı gibi, şurasını beğenmedim burasını beğendim gibi öznel fikirlerini yazmış. “karadeliğin içine girince adam yaşar mı hiç bilimsel değil. o ne öyle dev dalgalar falan çok saçma” gibi cahilce argümanlarla filme saldıran diğer yazılarda sinirden tırnaklarımı yemiştim. bu yazıyı okuyunca yine katılmadığım yerler oldu ama saygı duydum en azından yazarın fikirlerine. çünkü genelleme yapmamış ve büyük iddialarda bulunmamış. mütevazi bir şekilde hoşuna gitmeyenleri yazmış. üslubun çok güzel canım yorumlardaki abartı eleştirilere takılma sen.

  6. Espriler gayet yerinde ve komikti. Anne Hathaway’de iyi oynamış beni hiç rahatsız etmedi.

  7. Talha Demircan Reply

    Filmi izlediğine emin misin?

    “Projeyi McConaughey’in eski tanıdığı Michael Caine yönetiyor fakat McConaughey’in denk gelişi tamamen rastgele. Caine kendisi de söylüyor, McConaughey kazara gizli NASA üssünü bulmasa da proje devam edecek zaten”

    O üssün koordinatlarını yere düşen kitaplardan çıkardıkları şifre sonucu buluyorlar. He dersin eğer koordinatları kendisi kitapları düşürerek veriyorsa ilk seferde nasıl buldu üssü. O ayrı bir konu olur. Ama şu tespitin filmi izleyip anlamamış birinden çıkacak bir tespit olmuş.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.