Yazan: Cüneyt Kara
Gerçek nedir? Bu soruyu beyaz perdede ilk kez bize Matrix mi sordu sanıyorsunuz? Ya da Dark City’i hiç duydunuz mu?
İnsanoğlu düşünüp hayatı sorguladığı andan itibaren felsefecilerin, dinlerin ve mitoların aklını kurcaladı gerçeklik. Yakın dönemdeyse bu sorgulamaları toplumun aklına düşüren yeşiller içinde bir sinema filmi olmuştu. Matrix dedik, gerçeğin çölü dedik iyi ama; o filmden tam bir sene önce sessiz sedasız gösterime girmiş bir film daha vardı; hakkı belki de havada parendeler atan bir Keanu Reeves olmadığı için yenen bir film Dark City.
Mısır doğumlu, Avustralya’lı Alex Proyas ilk filmi Crow ile ortalığı şöyle ufaktan sallayıp yıllar içinde şarap misali kültleşen bir çizgi roman uyarlaması çektikten sonra kalitesiyle Crow’u bile gölgede bırakan Dark City ile aslında gişede feci dayak yemiş ama, seneler içinde modern bir sinema başyapı sıfatını da künyesine eklemişti. Biz, bugün o hakkı zamanında verilmemiş, Matrix’in öncülü kabul edebileceğimiz Dark City’den bahsedeceğiz.
Yazının bundan sonrası, ciddi sürpriz bozan içermektedir. Evet şuraya, şöyle bir SPOILER ALERT uyarısını iliştirelim ki, hala bu filmi izlemeyeneniz varsa kulaklarımızı çınlatmasın.
Filmin başkarakteri John Murdock, su dolu bir küvette anadan üryan gözlerini ilk açtığında, nereden ve nasıl geldiğini anlamadığı bir otel odasında bulur kendini. Bu, filmin bize vaat ettiği ilk “uyanış”tır; “Aç gözlerini!” Bu şehirde ne insanlar, ne şehrin bizzat kendisini ne olduğu gibi gözükürler, ne de göründüğü gibidirler. Küvette uyanan biricik kahramanımızın ikamet ettiği bu şehir, koca bir uzaylı kobay masasından başka bir şey değildir. Kobay fareleri gibi oradan, oraya sürüklenen şehrin sakinleri, bir gün fakir, bir gün zengin olurlar. Tıpkı Hintlilerin öldükten sonra başka bir bedende, başka bir kimlikle doğması gibidir bu. Kafaya şırıngayı yemek yeterlidir. Hintlilere empoze edilen kast sistemi fikirleri gibi; “Bu hayatında fakirsen, öldükten sonra vallaha zenginsin bak.”
Bu şehirin, öyle parklar, bahçeler yapan bir belediye başkanı da yoktur. Kontrol tamamen uzaylılarındır. Bu şehir her zaman karanlıktır. Ya umut…işte John Murdock, bir umutla hayallerinde ki şehre gitmek ister; Shell Beach’e. Bir umut değil midir, insanı yaşatan zaten? Cennet gibi mesela. Kim cehennemde kalmak ister ki? Uyanış film boyunca devam eder. Arka planda işleyen polisiye aslında dramatik unsuru tamamlayan bir ekleme gibidir. John Murdock seyirci ile beraber bir çıkmazın içinde yol alırken, hep beraber yavaş yavaş uykudan uyanmaya başlarız.
Alex Proyas, CGI’a yüklenmeden mekanik ve minyatür efektlerle kurduğu bu hayal dünyasında,kaliteli bir işçilik verir. Güzeller güzeli Jennifer Connelly ve Rufus Sewell, rollerinde devleşirler. Görüntü yönetmeninin filme katkısı müthiştir. Karanlık renk paleti her karede kendini belli eder. Proyas’ın çerçevelemeleri ve kamera hareketleri, aceleci davranmayan kurgu bütünlüğü ile birleşince ortaya leziz bir akşam yemeği çıkmıştır.
Her izleyenin farklı anlamlar çıkarabileceği Dark City, bugün sinema tarihinde Matrix ile birlikte anılıyor. Halbuki sadece felsefesi ile değil, görselliği ile de Matrix’e ön ayak olmuş bir yapıttan bahsediyoruz. Gerçi seneler geçtikçe hakkı yavaştan da olsa verilmeye başlandı ve şu öğretiyi dillere doladı: Gözlerinizi açın, hiçbir şey göründüğü gibi değil.
___________
DEV YAZI ÇAĞRISI 30 Ağustos’a kadar yazılarınızı kabul edecek. Detaylar burada.