Hop, Otakular! Manga temalı dosya yazılarımızın ikincisinden hepinize selam olsun!
Geçtiğimiz hafta mangalara basit bir giriş yapmış, manga ile ilgili temel terimleri açıklamıştık. Bu hafta ise shonen mangaların olmazsa olmazı power-up’lardan ve bir mangada anlatım tekniği olarak nasıl kullanıldıklarından bahsedeceğiz. Öncelikle power-up nedir, neden bu kadar önemlidir onu anlatarak başlayalım.
Genellikle bir kişinin veya bir grubun başından geçen macera ve aksiyon dolu olayları anlatan shonen mangalar maceraları dolayısıyla her kurgusal eserde olduğu gibi karakter gelişimleri barındırırlar. Bu karakter değişimleri kimi zaman duygusal anlamda olsa da çoğu zaman karakterlerin güçlerindeki değişiklikler anlamına gelir. İşte karakterlerin güçlerindeki bu değişim ‘power-up’ olarak adlandırılır.
Sonuçta alt etmeleri gereken düşmanlar, kazanmaları gereken savaşlar var, değil mi? Daha çok güçlenmeleri, daha farklı güçler kazanmaları lazım. Eh lazım da, bunu yaparken birazcık hikayeye uyumlu olmaları lazım işte.
Tam da bu noktada shonen mangalar birbirinden ayrılıyor ve hikayeyi farklı anlatma yollarına giriyorlar. Kimi mangalar karakterin hikayesinde geçen ama bizim bilmediğimiz bir ayrıntıyı ortaya atıyor, kimisi de tamamen gözümüzün önünde bize karakterin güçlenmek için nasıl çalıştığını gösteriyor. Ben ise tamamen sübjektif olarak; savaş sırasında, flashbacklerle ve savaştan önce olmak üzere üç ana başlık altına topladığım bu power-upların anlatım tekniklerini, ünlü mangalardan örnekler vererek size aktarmaya çalışacağım.
1) Savaş Sırasında
Mangaları alay konusu eden ve dünyanın en tembel anlatım tekniği olan bu teknik, benim de en az saygı duyduğum olabilir. Yazarın hiç yoktan, savaşın tam ortasında, tam biz ana karakter artık yenildi derken birden ortaya çıkardığı yeni güçle savaşı kazandığı, daha sonra da bu yeni gücün nereden geldiğini anlatmaya çalıştığı hikayeleri ben bu gruba sokuyorum.
Karakterin, yakınındakilerin yaralanması ya da ölmesinden doğan sinirle bir anda geçmişinden, ailesinden ya da farklı bir kaynaktan çıkan bu hiddet o kadar büyük bir tembellik ki, size anlatamam… Yani bu noktada bırakın yazarın size olan saygıyı, kendi hikayesine olan saygısının bile inanılmaz az olduğunu anlıyorum ben böyle olunca. Bunu örneklendirmek için biz en iyisi mi Bleach üzerinden gidelim.
Ele aldığı konunun mükemmelliğinin yanı sıra karakterlerinin her birinin posteri yapıp duvara asılacak kadar karizma oluşu da eklenince Bleach “en mühim ilk beş manga” tarzında listelere giriyor, o kadar yani. Giriyor girmesine de, bu onun mükemmel olduğunu göstermiyor işte. Bir karakteri güçlendirmek için seçtiği yol inanılmaz kötü Bleach’in arkadaşlar, olmaz olsun böylesi.
Ichigo’nun, Rukia Kuchiki’yi kurtarmak için Shinigami’lerin arasına girerek savaştığı Soul Society bölümlerini ele alalım mesela. Daha bir hafta öncesine kadar eline kılıç almayan bir lise öğrencisinin, topu topu yedi günlük bir antrenman ve hazırlığın ardından, ömrünü kötü ruhlarla savaşmaya adamış Kaptan ve onun yardımcılarıyla savaşması size de imkansız gibi gelmiyor mu mesela?
Ama işte bizim güzide mangakamız Tite Kubo’ya öyle gelmiyor olacak ki Ichigo her savaşta güçleniyor. Bayağı savaşın ortasında güçleniyor yahu. Bakın, Ichigo’nun ilk Soul Society’e girişinden, Rukia’yı kurtarana kadar tam dört farklı güçlenme yaşıyor. Bu güçlenmeler, her ne kadar sonradan Ichigo’nun asıl genlerine bağlansa da, savaşın tam ortasında Ichigo’nun kalkıp da çok güçlü bir düşmanı güç diyemeyeceğimiz türden bir yöntemle (sadece bağırarak) yenmesini izleyen bizler için pek bir anlam ifade etmiyor doğrusu. Anlat arkadaş bize, anlat. Bu güç nereden geldi, kullanmasını nereden öğrendi, ne ara bu kadar ustalaştı, o bunları yaparken karşısındakinin eli armut mu topladı? Tamam izlemesi aşırı keyifli ama sonradan birazcık aptal yerine konmuş gibi hissediyoruz yahu, ayıptır günahtır.
2) Savaştan Önceki Gelişimi Savaş Sırasında Anlatan
Hikayeyi başından sonuna kadar takip etmişsinizdir; ana karakterinizin ve düşmanının güç dengelerine aşinasınızdır ve neler yapıp neler yapamayacağını biliyorsunuzdur. Ama ana karakteriniz birden yepyeni bir güç kazanır ve siz de ağzınız açık bir şekilde kalakalırsınız. “Yahu bu güç nereden geldi be adam?!” dersiniz. Tam bu sırada karakteriniz bir flashback yardımıyla geçmişe döner ve bu sahnede, daha önce yaptığı bir hazırlıktan bahsedilerek kendisinin yeni gücünün kaynağının nereden geldiğini anlatılır.
Her ne kadar bu hikaye anlatım tekniği de tam olarak istediğimiz şey olmasa da yokluktan çıkmaması sebebiyle gönlünüze su serper. Peki öyleyse der sineye çekersiniz durumu. Sonuçta karakterinizin yalan söyleyecek hali yok, öyle değil mi?
Bu anlatım tarzını en çok kullanan manga için One Piece’ten örnek vermem gerekirse, tayfamızın Balıkadam Adası’ndaki savaşını öne sürebilirim sanırım. İki yıl boyunca farklı adalarda antrenman yaparak birbirinden ayrı kalan tayfa üyelerinin yeni güçlerini sergilediği, bu güçleri sergilerken bir yandan da bunları nasıl kazandıklarını anlattıkları savaş, tam olarak anlatmak istediğim konuyu özetliyor aslında. Hem savaşın ortasında kazanmış oldukları yeni güçlere şaşırıyorsunuz, hem de bu özellikleri nasıl kazandıklarını öğreniyorsunuz.
Tam istediğimiz şey olmasa da aniden ortaya çıkan güçlerden daha iyi bir hikaye anlatım tekniği olduğunu söylemem lazım. Yine de en sonuncu en iyisidir.
3) Savaştan Önce
Ana karakteriniz büyük bir mücadeleye gireceğini biliyor; kendi potansiyelinin farkında ve gelişmek için antrenmanlar yapıyor. Siz de bütün bunları okudunuz, izlediniz ve artık bu güçlerini savaşta kullanmasını bekliyorsunuz. Bir anda ortaya çıkan güçler yok, sürprizler yok. Sadece karakterinizin alın teri var. İşte okuyucusuna saygı duyan bir manganın sahip olması gereken anlatım tarzı da budur.
Eh şimdi buna Naruto örneğini vermezsem içimde kalır. Naruto’nun hem Sasuke ile karşılaşmak için Jiraiya ile çalışması, hem de Myoboku Dağı’nda Pain ile kapışmak için pratik yapması aslında bütün bu anlattıklarımızın özeti denebilir. Sizler okuyucu olarak Naruto’nun ne yapıp ne yapamayacağını biliyorsunuz, karşısındaki düşmanların gücünün farkındasınız. Bu yüzden de onun antrenman yapması sizi sıkmıyor, aksine keyiflendiriyor. Hele bir de savaşta bu yeni kazandığı güçleri kullandığı zaman keyiften dört köşe oluyorsunuz. Sonuçta ne yazar ne de baş karakter sizi aptal yerine koymuyor sonuç olarak. Karakterin bu gücü nasıl kazandığını, sizin gözünüzün önünde yavaş yavaş anlatılıyor bir bakıma.
Bunlar benim üç altın grubum. Bir manga veya bir animeyi genelde bu üç grup içerisinde değer biçerim. Ha, bu demek değil ki power-uplarını savaş sırasında anlatan mangalar kötü, savaştan önce anlatan mangalar şaheser… Bunlar sadece hikaye anlatım teknikleri. Ben bunlara hikayenin güzelliğinden bağımsız olarak bakmayı tercih ediyorum.
Ayrıca şimdi örneklerimin de çok spesifik olduğunu söylemem lazım. Yani her ne kadar Naruto, power uplarını savaştan önce anlatsa da savaş sırasında ortaya çıkan güçlenmeleri yok değil. Ya da One Piece, sadece flashbackler ile anlatmıyor karakterinin nasıl güçlendiğini. Bu konuda belli mangaların belli başlı savaşlarını aldığımı fark etmenizi istiyorum sizden.
Böylece size bir manganın, ana karakterlerini nasıl geliştirdiğine bağlı olarak ayrıldığı grupları örneklemiş oldum diye umuyorum. Açıkçası karakter gelişimlerine hayran biri olarak ben, sizin en sevdiğiniz manga power-up’ının hangisi olduğu ve hangi gruba ait olduğunu merak ediyorum. Eh, yorumlara koşun da söyleyiverin bakalım kimmiş sizin favorileriniz.