Otomatik Portakal bahsi her açıldığında, arkadaş grubunda izlememiş birisi oluyor. Konusunu en kısa şekilde “kötümser bir yakın gelecekte yaşayan bir grup sokak çetesi gencin şiddetli ahlaksızlığı ve bunların sonuçlarını anlatıyor” şeklinde özetliyorum fakat bu, kesinlikle bu eseri anlatmaya yetecek bir tanım değil. Aslında bundan daha derin şeylerden bahsediyor, altında yatan mesajlar çok daha farklı.
Distopik bir gelecekte geçen kitap, “İyilik nedir?” ve “İyiliğe giden yolda yapılan her şey mübah mıdır?” tarzında sorular sormaya itiyor okuyucuyu. Anthony Burgess’ün ilk kez 1962 yılında basılan kitabı, 1971 yılında Stanley Kubrick yönetmenliğinde bir film oldu, hatta belki de günümüze kadar şöhretini korumayı bu filme borçlu- zira film bir noktada popülerlik olarak kitabı geçti diyebiliriz.
Konusunu biraz daha açmak gerekirse, Otomatik Portakal’da baş karakterimiz Alex’i takip ediyoruz. Alex, girişte bahsettiğim sokak çetesinin bir üyesi. Kendisinden tüm kötülükleri bekleyebilirsiniz; gasp, insan yaralama, hırsızlık… Bu liste uzar gider. Fakat Alex bir gün zorla Ludavico isimli bir programın parçası olur ve topluma yeniden kazandırılmak için çeşitli deneylerden geçer. Bu deneyler, denekleri kötülüğe karşı deyim yerindeyse “travmatize etmek” üzerine kuruludur. Deneylerin akıllarından kötülük düşüncesi geçmemesi üzerine onları şartlandırmak ve kötülükten caydırmak gibi amaçları vardır. Burgess, genel anlamda ahlaki çerçeveleri sorgular.
Kısa olmasına rağmen birçok eleştiri barından bu kitap boyunca, insanların belli amaçlar uğruna kuklalaştırılması ve makineleştirilmesi anlatılır. Otomatik Portakal ismi de buradan geliyor zaten, Burgess amcamız kendi önsözünde şöyle demiş: “Otomatik Portakal’dan kastım, göze renkli ve sulu gelen fakat aslında otomatikleştirilmiş bir organizma.“
Sansür ve Yasak
Kitabı veya filme bir kez göz attıysanız yasaklanması size pek anormal gelmeyecektir. Fakat yasaklanmasının eleştirilme sebebi de tam olarak bu.
Film çıktıktan hemen sonra sansürden ve yasaklardan nasibini almış: Arjantin ve Brezilya’da vizyona sansürlü bir şekilde girmiş. İngiltere de bundan farklı değil, vizyona girmesinde bir sıkıntı olmasa da kısa süre sonra filmdeki şiddetin dozunun aşırı kaçtığı iddiasıyla 1999’a kadar yasaklı filmler listesine alınmış. Hatta artırıyorum, 2001 yılına kadar filmin sansürsüz versiyonu bile yayınlanmamış.
Kitaba gelince… Aslında kitap çok daha önce basılmış olsa da, kitaba gelen yasakların filmden sonra geldiğini görmek biraz ilginç. Otomatik Portakal, Massachusetts ve Colorado eyaletlerinde “ağır dil kullanımı” sebebiyle liselerde yasaklatılmış. Daha sonra Alabama’da da devam eden bu yasak, Utah’ta öylesine ciddiye alınmış ki 1973 yılında Otomatik Portakal ile beraber iki farklı daha “ahlak dışı” kitap satan bir kitapçı tutuklanmış. Filmin, kitabın kaderini bu derece etkilemesini Kubrick’in yönetmen olarak bir başarısı olarak da alabiliriz, film vs. kitap yarışına bir cevap olarak da. Ne şekilde olursa olsun, bu yasakların ve sansürlerin sebepleri ile kitabın özünde ne eleştirdiğini göz önünde bulundurursak, Burgess her şekilde haklı çıkıyor.
Makineleştirme
“Makineleştirme” kitabın belki de en belirgin teması. Ahlak kavramına bir de bu açıdan bakmamızı istiyor yazar. İyiliğin, insanların kafasına vura vura yükleyebileceğimiz bir kavram olup olmadığını sorgulatıyor.
Kubrick, İngiltere’deki suç oranının artmasında kendi filmini suçlu görmüş ve filmin yasaklanmasına ses çıkartmamış. Yönetmenin çektiği filmin rahatsız edici olmasını istediği belli; dozunu ayarlayamamış olmasından korkmuş da olabilir, insanların filmini ne şekilde algılayacağını kestiremediğini düşünmüş de olabilir. Belki Burgess de kitabın o dönem için aşırı provokatif olması konusunda biraz hatalıdır, zira kitapta dönemin politik şartlarına açık açık gönderme yapıyor. Her şekilde, benim düşüncem şu: Yönetmen ve yazarın düşüncelerini bir kenara bırakırsak, kitabın içeriği ve yasaklanması konusunda değinilmesi gereken çok şey var.
Burgess, şöyle demiş: “Bilimsel bir beyin yıkama sonucunda iyi birisi olmak, kendi isteğinle kötü olmaktan daha iyidir.” Alex, kendi isteğiyle kötülüğü seçiyor. Bu durumda öz iradeye sahip olmamak asıl kötülüktür, kötü olmayı seçmek değil. Korkmamız gereken irade üzerinde oluşturulabilecek bir kontrol mekanizması aslında, Alex değil.
Bir şeylerin yasaklanması gibi kavramları eleştiren ve her insanın tek tip olması konusu üzerinde duran bu eserin yasaklanması… Ne bileyim. Sizce de bir garip değil mi? Sanki yazarın eleştirdiği şey, kitabın kendisi üzerinde gerçekleştirilmiş gibi.
Burgess burada “Kötülük iyi bir şeydir aslında, muhahaha!” gibi bir argüman sunuyormuş gibi gözükebilir fakat Burgess’in savunduğu şey esasında ahlaki devrimin deneylerle, bilimsel araştırmalarla, bir şeyleri yasaklamakla olmayacağı. Demem o ki insanların kafasına bir kez çaat diye vurarak iyilik öğretemeyiz. Bunu nasıl öğretiriz biliyor musunuz, sistematik bir eğitimle.
Ben fazla iyimserimdir belki ama insanların doğuştan iyi veya doğuştan kötü olmadığı düşüncesindeyim. Çevresel etkenler bence bu konuda hatırı sayılır derecede etkili. Dolayısıyla eğitimin bu konuda anahtar nokta olduğunu düşünüyorum ki bence Burgess de böyle düşünüyor. Gelecek nesillere verilmesi gereken mesajlar var ve bu mesajları neden-sonuç ilişkisi içinde vermezsek hiçbir şeyi değiştiremeyiz.
Burgess açık açık “insanları eğitelim hey ho” yazmamış elbette, böyle olmaz demiş sadece. Bu konuda çözüm bulma işini okuyucuya bırakmış gibi biraz. Soru belli: Ahlaki yozlaşma nasıl engellenir? Keşke aynı filmdeki gibi insanların gözlerini açsak da böyle zorla yaptıklarının sonuçlarını izletsek ve onlara duyarlılık kazandırsak ama yapamayız, bunu sadece yıllar süren sistematik bir eğitimle başarabiliriz.
Özetle, Otomatik Portakal’ı yasaklayarak insanları eğitemeyiz, bunu ancak insanlara Otomatik Portakal’dan çıkarttıkları mesajları eğitim sonucunda sorgulatarak başarabiliriz.
1 Comment
Filmdeki din adamı da aslında deneyin sonucuna , Alex’in kendi ahlaki özgürlüğünü kullanarak iyileşmediği için karşı çıkıyor , ama tabii ki siyasetçi Alex’i kendi emellerini gerçekleştirmek için bir fırsat (hatta Alex’i adıyla değil kobay olarak tanıtıyor) olarak gördüğü için umursamıyor.Bence kitap da olduğu kadar filmde de politikaya gönderme oldukça fazla.