Adam – I
Adam dertlerini boşamış bir şekilde geziyordu. Arada çocuk da olmadığı için tek celse sürmüştü boşanma davası. Hâkim, adamın dertlerini görünce dertlenmişti. Savcı ise kendinden beklenilmeyecek bir tavırla dert ortağı olmuştu adamın. Hep beraber içmeye başlamışlardı. Ertesi sabah hâkim ve savcı dertsiz tasasız bir şekilde yok olmuşlardı, bunun sonucunda dertlerini boşamış bir şekilde gezebiliyordu, bilge fakat gezgin olmayan adam.
Neydi peki adamın derdi? Bir zamanlar tek başına anılmıyordu adam. Yanında birinin daha olduğuna emindi. Kimdi, nasıl biriydi, erkek miydi, kadın mıydı bir türlü hatırlayamıyordu. Sanki hafızası yazgısı gibi silinip yeniden yazılıyordu, kendi adını bile hatırlayamayan adamın. İyi de kim yazıyordu adamın yazgısını? Adam en çok bunu merak ediyordu.
“Özgür olmak” diyordu adam, “Yazgının ve yazanın bilinci ile nasıl mümkün olabilir?”. Ama aynı yazı değil miydi adama bunları söyleten? Adamın kafası karışmıştı! “Paradoks”, diyordu. Zaman zaman adamın aklına, bu denli karmaşık fikirlerin, bu denli az kullanılan sözcüklerle anlatılabileceği geliyordu. Ama bu sefer onu dinleyecek kimse yoktu yanında. Sokaktan geçen adamlar ile konuşmaya yeltendi. Başka bir lisan konuşuyorlardı. Anlamıyordu onları. El-kol hareketleri ile anlaşmaya çalıştı ama sanki özellikle dışlanıyormuş gibi bir hava sezince vazgeçti bu ilkel iletişimden.
Yalnız bırakılıyordu adam. Yalnız kalıyordu. Bu durumda olan birinin göstermesi beklenen tepki “isyan” olmalıydı. Yazgıya, kontrol edene, yaratana hatta varoluşa bile isyan! Ama daha önce hiç kimse bu durumda olmamıştı. Ya da belki herkes bu durumdaydı.
Aslında çok adil bir sistemin içinde olduğunun bilincinde değildi adam. Zira özgür kalması yok olması anlamına geliyordu. Yazarın yazmayı bitirmesi. Peki yazar yazmayı bitirirse sadece okuyanların zihninde yaşayan bu adam nasıl var olabilecekti? Sizin gibi okuyan tarafta mı olması gerekiyordu? Okuyabilirdi. Yer yer ve zaman zaman okuyordu da. Tıpkı sizler gibi.
Adam bu derin kaygıların içine daldığında aslında var olmadığı gerçeği, var olan tüm olasılık kalabalığının en önünde duruyor el, kol ve bilumum yerlerini sallayarak dikkat çekmeye çalışıyordu. Adamsa gerçeği görmeyecek kadar kördü. Tıpkı sizler gibi.
Yazının tam da burasında adam başını göğe kaldırarak “Kim gibi? Sizler dediğin kimler?” deyince ben korkarak yazmayı bıraktım, gözlerimin içine baktığını hissettiğim o adamdan kaçmak için. Adamınsa rüyalarıma girmeyi sürdüreceğini ön göremeyecek kadar yorgundum. Adam bana bakmayı sürdürürken, gözlerimi kapadığımda oluşan karanlıkta yalnızca bir uçak silueti görüyordum. Eskiden kalma bir pırpır uçağı. Kuyruğuna ise kocaman bir branda bağlanmıştı. Şöyle yazıyordu brandanın üzerinde: Ya seni yazan adamsa.
Deliriyordum.
1 Comment
Bundan yıllar sonra, “Cevdetesque akımını başlatan ilk eser,” diye anılacak bu hikâye serisi. Üzerine akademik makaleler yazılacak. Gurur duymalısın Cevdet.