Paolo Sorrentino’nun yeni ve aslında en kişisel işi “È stata la mano di Dio” yani The Hand of God Netflix’te biz seyirciler ile buluştu. Bu yazıya başlamadan önce, The Young Pope ve The New Pope ile Sorrentino ve onun hafif sürreal stilinin hastası (fanboy) olduğumun altını çizmek istiyorum. O yüzden filme başlamadan zaten büyük bir heyecan ve beklenti içerisindeydim. Özellikle filmin ilk yarısı beklentilerimi karşılamakla kalmadı, arşa çıkardı.
Sorrentino, yine Netflix’te yayınlanan, benim de en sevdiğim yönetmenlerden olan Alfonso Cuaron’un Roma’sını izledikten sonra, “Yahu demek kişisel bir hikaye anlatıp, evrensel bir mesaj verilebiliyor!” diye gaza gelip bu filmi çekmeye karar vermiş ve seneler sonra doğup büyüdüğü şehre gidip, inanılmaz kişisel bir hikâye anlatmayı tercih etmiş bizlere. Şahsen bunu çok iyi becerdiğini düşünüyorum. Belki de Ege ve Akdeniz kültürüne çok yakın bir hikâye izlediğim için kişisel olarak daha çok bağ kurduğumdan, daha fazla keyif almış olabilirim.
Filmin özellikle görsel anlatısını inanılmaz kuvvetli buldum. Her mekân özenle seçilmiş ve her plan özenle çekilmiş, Sorrentino zaten bunu çok iyi beceren bir yönetmen. Ama bu filmdeki çekimler beni gerçekten çok etkiledi. O yüzden sınırsızca övmek istediğim bir isim var. O da filmin yönetmeni Sorrentino gibi Napoli’nin içinden bir isim; Daria D’Antonio, görüntü yönetmenimiz. Film görsel olarak seyirciyi 80’ler Napoli’sine hapsediyor adeta. Filmin başrolü Napoli ve D’antonio bu şehri ve bu şehri insanların nasıl soluduğunu görsel olarak anlatmayı çok iyi başarmış.
Şehrin deniz ile bağı ve insanların deniz ile olan ilişkisini duygusal olarak o kadar güzel vermişler ki tüm ekip el ele vererek. Gerçekten karakterlerin suya girdiği anlarda ben de suya atlamış ve kendimi özgürleşmiş hissettim. Fabietto da suyla alakalı her sahnede bir karakter gelişimi gösteriyordu zaten.
Karakterlerin her biri gerçekten birbirinden harika. Özellikle suratsız teyze hanım, aileden bir kız ile nişanlanan emekli polis, Napolili yönetmen ve “Maradona, Napoli’ye transfer olmazsa kendimi öldürürüm” diyen amcaya bayıldım. Her karakterin bir dokusu, anlatmasa bile birkaç cümlesinden, hâl ve tavırlarından çıkartabileceğiniz bir hikâyesi var, nakış gibi işlenmişler. Bu detay aşırı hoşuma gitti.
Filmi izledikten sonra sekiz dakikalık, yine Netflix’te bulabileceğiniz; Sorrentino’nun çekim yaptığı noktalarda gezerek şehir ile bağını anlattığı kısa bir video var, onu da izlemenizi şiddetle öneririm. Zira bu kısa videoyu izleyince filmde geçen mekânlar ve filmdeki bazı noktalar biraz daha anlam kazanıyor.
The Hand of God, bana göre 2021 senesinin en iyi filmlerinden biri olmuş. Ufak kişisel büyüme hikâyelerini seviyorsanız ve Napoli’yi merak ediyorsanız bu film tam size göre! Eğer siz de bu filmi izlediyseniz, sizler neler düşündünüz? Sizlere dokundu mu? Yoksa “Bu ne ya!” mı dediniz? Yorum olarak yazarsanız çok sevinirim.