Horozların yumurtlamalarından içlerine giren büyücülerin sorumlu tutulduğu, es kaza bir felaketten sağ kurtulma gafletine düşen maymunların ise casuslukla suçlandığı ve böylelikle insan zekâsının da zarar ziyan edildiği durumlarda, hayvanlara karşı iki tip “yargılama” süreci işletiliyor. Birincisi, bu temayla yazdığım önceki iki yazıda örneklendirdiğim şekilde, tek bir hayvanın belirli bir suç sebebiyle mahkemeye çıkartılması. İkincisi ise sürü şeklinde, toplu gruplar hâlinde “suç işleyen” hayvanlar için yürütülen süreçler ki bunlar da okumakta olduğunuz bu yazının konusunu oluşturuyorlar.
İyi Bir Savunmanın Değerini Kanıtlayan Fareler
Adeta Fareli Köyün Kavalcısı’nın üzerinde oynama yapılmışı gibi duran bu dava için, on altıncı yüzyılın başlarına gidiyoruz. Arpa hasadı sırasında baskın yapan ve hasadı mahveden farelere karşı, toplu bir dava açılıyor. Sanıkların yani farelerin avukatlığını yapmak ise daha sonrasında bu dava sayesinde yüzyılın en ünlü hukukçularından biri hâline gelen Barthélemy de Chasseneuz’e düşüyor.
Yasal süreç başlıyor, taraflar belirleniyor, duruşma tarihi alınıyor. Fakat o da ne? Dava günü geldiğinde, sanık farelerden hiçbiri, mahkeme salonuna teşrif etmiyor! Olacak iş değil. Bu noktada Barthélemy de Chasseneuz, hepimize bir savunma dersi vermeye karar veriyor. Müvekkillerinin her yere dağıldıkları için, gönderilen tek bir mahkeme celbinin hepsine ulaşmasının mümkün olmadığını, hâliyle kendilerinin de salonda bir araya gelemediklerini söylüyor. İşini o kadar iyi yapıyor ki kürsü, farelerce istila edilen her yere ikinci bir celp gönderiyor. Duruşma da ileri bir tarihe erteleniyor.
Tabii, fareler yine gelmiyorlar duruşma adresine. Fakat azimli avukatımız durmuyor, bu sefer de müvekkillerinin mahkeme salonuna gelebilmesi için uzun bir yolculuk yapmaları gerektiğinden giriyor, bu yolculuğun ne kadar zorluklu ve engellerle dolu olduğundan çıkıyor. Her şeyi geçtik, can düşmanları kedilerle karşılaşabilirler ve hayatları tehlikeye girebilir değil mi? Bu şartlar altında, can güvenliklerinin sağlamanın bir yolu olmadığı için farecikler, yapılan suçlamalara yanıt veremiyorlar bile. Bu denli sağlam bir mazeretten sonra yargıçlar da sanıkların salonda bulunmamalarını affediyor ve duruşma, tekrar başka bir tarihe erteleniyor.
Sonraki duruşmada ne oldu, fareler bir şekilde sürece iştirak ettiler mi, Barthélemy de Chasseneuz’in aklına daha kurnaz fikirler geldi mi ya da bütün bu dava nasıl sonuçlandı, bilmiyoruz. Sanırım bunlara ait kayıtlar da bir kavalcının peşine takılıp, ortadan kayboldu…
Mide Bulandıracak Küçüklerden: Ekin Bitleri
İlk maddedeki garip mahkeme öyküsü yeterince trajikomik gelmediyse toplamda yarım asır kadar süren bir hukuksal sürece sizleri davet edeyim. Hayvanların kasıtla suç işleyebileceklerini ve bunun için insanlar gibi mahkemelerde yargılanabileceklerini, beynimizin gönderdiği kahkaha sinyallerine rağmen bir sefercik kabul ettiğimizde, müstakil vakalar yerine daha büyük çaplı gruplar suç işlediğinde, daha büyük hasarlar meydana geldiğinde, bunların yargılanmasını da daha büyük çaplı yargı makamlarının ele alacağını tahmin edebiliriz. Her dönemin en büyük favorisi ise tabii ki Kilise.
1545 yılında St. Julien’deki şarap üreticileri, üzüm bağlarını talan eden ekin biti sürüsüne karşı yasal işlem başlatmaya karar veriyorlar. Kilise, başlarda bir dava ya da yaptırımdan ziyade toplu şekilde dua edilmesinden yana oluyor çünkü Tanrı, bitkileri hem insanların hem de hayvanların yararlanması için yaratmıştır. Durum böyle iken ekin bitlerine karşı aşırı bir önlem almak uygunsuz olacaktır. Üreticilerin ve halkın işledikleri günahlar için af dilemesi ve toprak vergilerini ödemeleri ise daha ölçülü bir çözümdür. Vergi kısmı haricinde buraya kadar mantık sınırları içerisindeyiz değil mi? Zaten doğal süreç gereğidir, bitlerin de bir mevsimi vardır ya, insanlar bağlarda ayinler yapıp kutsal su saçarlarken böcekler de başka bir yere doğru giderler. Böylece sorun çözülür. Ya da her şey, bir mantıksızlık ağında boğulmaya daha yeni başlamıştır…
Aradan otuz yıl geçer, ekin bitleri aynı bağlara tekrar gelirler. Halk bu sefer aşırıymış ölçülüymüş dinlemez, bitler doğrudan mahkemeye çıkartılır. Kendileri fiziksel olarak değil tabii, gıyabında. Davacılar, ekin bitlerinin acilen aforoz edilmesini talep ederler. Zaten tanrı hayvanları insandan önce yarattığına göre, insanlar her türlü hayvanların üstüdür. Buna karşın bir de savunma vardır tabii, onlar da bu argümanı alıp çevirirler; eğer hayvanlar astımız ise bizimle denk tutulamazlar haliyle de aforoz edilecek bir şeyleri yoktur. Harika bir tartışmaya doğru yol alıyormuşuz gibi hissetmiyor musunuz siz de şu an? Tabii, bir grup ciddili şarap üreticisi insanın ciddi ciddi ekin bitlerine dava açtığını saymazsak.
Her neyse, uzun tartışmaların sonucunda bir parça toprağın ekin bitleri tarafından kullanılmasına, bitlere ayrılan kısımdaki su ve madenlerden St. Julien vatandaşlarının yararlanabileceğine ve bu bölgeden geçişlerin serbest tutulmasına karar veriliyor. Kendi bölgelerinde kaldıkları sürece ekin bitlerine de burada istediklerini yapma özgürlüğü veriliyor. Oh, ne güzel, her şey tatlıya bağlandı… Derken, bir noktada ekin bitlerinin durumdan isteseler de haberdar olamayacaklarını hatırlıyoruz. Çünkü bütün olan bitenden habersiz, mutlu mesut takılmaya devam ediyorlar.
Bakın buradan sonrası gerçekten çok kafa açıyor. Hatta öyle ki aranızda hukuk okuyan varsa ve biraz eğlenmek isterse özellikle rica ediyorum bir baksın, eli değmişken bana da açıklasın. Efendim, davacılar bu kararın ekin bitleri lehine çok cömert olduğunu ve aforoz edilmek istemiyorlardıysa tahrip edici faaliyetlere girişmemeleri gerektiğini düşünerek kendilerini tekrar mahkemeye atıyorlar. Savunma ise karşı atağa çıkıyor, belirlenen bölgenin asıl kendi müvekkilleri için ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli ve uygun olmadığını iddia ediyorlar. Ama davacılar, bir sürü çalı, ağaç ve bitki örtüsüyle nasıl uygun olamayacağını sorguluyorlar. Neticede mahkeme de bir uzmanın bölgeyi inceleyip böcekler için uygun olup olmadığına dair yazılı bir rapor sunmasına karar veriyor.
Sekiz ay, asla yanlış okumadınız, tam sekiz ay süren bu davanın tam olarak nasıl sonuçlandığını sizlere anlatmayı benden çok kimse isteyemez şu an. Fakat yararlandığım kaynağın belirttiğine göre mahkeme kayıtlarının son sayfası, bir tür böcek tarafından tahrip edilmiş. Hayır, gülmüyorum. Ağlayamıyorum da.
Böylece yargılanan hayvanlarla ilgili yazı dizimizi de nihayete erdirmiş oluyoruz. Mahkemelere çıkartılan, yargı sürecinde alabildiğine mantıksız olaylar içerisinde sürüklenen hayvanlar tabii ki bu üç yazıdaki örneklerle sınırlı değil. Üzerine yargılanan ağaçları, eşyaları falan da eklesek, buradan köye yol çıkarız. Fakat 1000 kelimelere dadandık, benim de ne daha fazla başkası adına utanacak ne de kendime “gözünü seveyim anakronik bakma, her şey zamanına göre değerlendirilmeli” diyecek dermanım kalmadı. Kıssadan hisse verip yazıyı toparlayalım.
Okuduğunuz yazıdaki yargılamaların arkasında elbette ki sadece akılsızlık, mantıksızlık ya da çıldırmışlık gibi durumlar yatmıyor. Her ne kadar insan olarak kendi aklımıza olan güvenimiz, gerçekte olması gerekenden fazla olsa da bütün bunların da kendi zaman ve zeminleri içerisinde belirli bir işlevi var. Bir çeşit kefarete ulaşma ihtiyacı, bunlardan bir tanesi. Herkesin suçlu olduğu durumlarda bir günah keçisi kurban etmek, aralarında sayılabilir. Aranmasına rağmen suçlu bulunamadığı yahut suçlu bulunup da elden, güçten bir şey gelmediği durumlarda kamu vicdanını rahatlatmak da var elbette.
Eğer bunları asla anlayamayacağınızı düşünüyorsanız veya böyle bir düşünce sisteminin çok gerilerde kaldığına inanıyorsanız, bir şekilde askere gidenlere yahut meslek olarak meşgul olanlara bir danışın; sizlere, üzerine tırmanan bir er kendisini sakatladığı için sulanmama cezası verilen ağaçları, bir parçası kırıldığı için hizmetten men edilen silahları anlatsınlar. İçerisinde bulunduysanız da zaten benden iyi biliyorsunuzdur.
Son olarak dikkat çekmek istediğim bir nokta, bugün hayvan hakları konuşabiliyor isek –ki burada iki anlamda, hem konuşuyoruz hem de konuşabiliyor muyuz- bu durumda, tarihin çeşitli dönemlerinde yaşanan bu olayların önemli bir payının bulunması. Hayvanların yargılanma süreçlerini okurken hem hukuk sistemlerinin hem de dini sistemlerin onların statülerini tartıştığını, tartışmaların gerçekten akla mantığa sığmayacak kadar zaman ve enerji tükettiğini, sonuçta bu statülere nasıl karar verildiğini, verilen kararların ne zaman değişmeye başladığını izleme imkânımız da doğuyor. Bugün, cezai ehliyeti olmadığı için bir hayvanı sanık olarak kürsüye çağırmıyoruz fakat bize şu an hiçbir şekilde makul gelmeyen bu davalarda da hayvanların, insanlarla eşit statüde tutulduğunu görüyoruz. En azından bu kısmı, hayvan hakları için tartışılmaya değer sanırım.
Buradan sonra söz sizde. Yorumlara gelin, konuşalım. O esnada da insanlık olarak kafacıklarımızı bir daha bu denli kırmamayı ümit edebiliriz.