Biliyorum, Alone in the Dark biraz eski bir oyun. Ama bahsedilmeyi hak ediyor, zira bana sorarsanız muhteşem. Bu sefer de dünyayı kurtarmak gibi bir klişe ile karşı karşıya olsak da oyunun belki de tek kötü yanının bu olduğunu söylemek beni fazlasıyla rahatlatıyor. Aslına bakarsanız tam anlamıyla “Dünyayı kurtarmaktan” bahsedilmese de eğer bazı kararları doğru vermezseniz, dünyayı bekleyen son pek parlak olmayacak gibi…
Alone in the Dark serisinin beşinci oyunu karşınızda. Seriye çok fazla değinmeyeceğim ama oyunun çok eski ve genelinin çok kaliteli olduğu bilgisini verebilirim. Eski derken gerçekten çok eskilerden bahsediyorum, hani böyle piksel piksel oynadığımız, büyük ihtimalle küçük olduğumuz için korktuğumuz… Edward Carnby, Oyunda (gerçekten) gün yüzü göremeyen kahramanımız. Kendisi ilk oyunun da karakteri. Carnby fazlasıyla tekinsiz görünen bir odada kabusuna uyanıyor. Yanında yine tekinsiz görünen iki kişi var… bir şeylerden konuşuyorlar…Konuyu fazla anlamasak da hayra alemet bir konu olmadığını tahmin edebiliyoruz. Özellikle Edward’ın hafızasını da kaybetmiş olması işleri daha da zorlaştırıyor.
Havok motorunun kullanıldığı oyunumuzda, etrafta bize saldıran, saldırmayan her canlı, yarı canlı ya da ne olduğunu tam anlayamadığım ne kadar yaratık varsa gerçekten de çok iyi tasarlanmışlar. Grafikler de gerçekten bir hayli iyiler. Yansımalar ve gölge oyunları da -özellikle oyunun yaşını düşündüğünüzde- göze çok gerçekçi geliyorlar. Oyunda sadece düşmanlarınızla değil, aynı zamanda güzelim New York mimarisini de yerle bir eden afetlerle savaşıyoruz. Depremler, etrafa kaçan insanların yarattığı izdiham ve yangın hâlindeki binalarla mücadele etmek zorundasınız.
Bu konuda yangınlara özellikle değinmek istiyorum: yangın efektleri çok iyi yapılmış. Yapımcıların özellikle ateşi çok iyi yansıtmak için uğraştıkları belli. İster uzaktan gördüğünüz bir alev olsun, isterseniz siz onun üstünden atlarken altınızda kalsın, gerçekten de etkileyici olmuşlar. Büyük ihtimalle oyundaki ateşlerin bu kadar iyi yapılma sebebi düşmanlara karşı en iyi dostumuz olmaları.
Oyun boyunca sadece size değil, büyün New York’a kendini göstermekten çekinmeyen şeytani bir güç var. Sadece etrafı birbirine katmakla kalmıyor, aynı zamanda bazı insanları da etkisi altına almaktan hiç çekinmiyor. Etkisi altına aldığı insanlarda çeşitli değişimler oluyor. Bu kişiler bütün oyun boyunca Edward’ı durdurmaya çalışıyorlar. Ancak uyarmam lazım ki kendileri fazlasıyla dayanıklı ve acımasızlar.
Bana kalırsa oyundaki silah sistemi de çok başarılı olmuş. Öncelikle oyunumuz, oyuncunun hayatta kalması için her şeyi yapmasını sağlamak istiyor. (İnsanın hayatta kalmak için neler yapabileceği, ne kadar ileri gidebileceği sizce de çok güzel bir konsept değil midir?) Bu yüzden Edward, oyunda bulduğu neredeyse bütün eşyaları silah olarak kullanabiliyor. Bu silahların arasında yangın tüpünden tut, sandalyeye kadar bir çok seçenek oyuncuların beğenisine sunulmuş vaziyette. Bir de sanat tabloları var, onları da kullanabiliyorsunuz da incecik sanat tablosunun, kurşunun bile pek zarar vermediği yaratıklara karşı nasıl bir etkisi var tartışma konusu…
Tabi ki karanlığa karşı sadece bu silahları kullanmayacağız. Edward’ın bir ceketi var ki, bütün kahramanlara, kendini karizmatik hissetmek isteyenlere ve bu tür olağanüstü şeylerde hayatta kalmak isteyenlere tavsiye ediyorum. Oyunda ilerlerken silah yapmanıza olanak verecek şeyleri bu cekette taşıyorsunuz. Örneğin çakmak ve deodorant ile düşmanlarınızı kızartma şansınız oluyor. İşin en güzel -ve gerçekçi kısmı- bu eşyaların hepsi ceketinizde bir yer kaplıyor. Yani hayatta kalmak için doğru eşyaları yanınızda bulundurmalısınız.
Tabancanız da var oyunda. Ama bu haberin sizi rahatlatması gibi bir durum söz konusu değil. Çünkü tabanca gerçekten de fazla bir işe yaramıyor, düşmanlarınızı biraz sersemletiyorsunuz o kadar. Bu da korku öğesinin verilmesinde başarılı saydığım unsurlardan. “Tabancam var, dağıtırım” diyen oyunculara Allah’tan sabır diliyorum.
Senaryo aslında bilindik: Yıllar önce yapılan garip bir ayin sonucu eski bir şeytan olan Lucifer serbest kalmıştır, insanlardan intikam istemektedir. Bu senaryo o kadar çok film, oyun ve kitapta kullanıldı ki, bir kaç yıla kadar her kitapçıda “Garip ayinler nasıl yapılır?” gibi bir kitap bulunacak. Her önüne gelen yapıyor arkadaş! Tabi klişeler burada bitmiyor. Lucifer’ı durduracak kişi Edward ve kendisi öyle “Ben kurtaracam, ben kurtaracam” diye atlamıyor olaya. Aslında böyle anlatılınca gerçekten de hiç albenisi yok. Ama inanın oyunda atmosferle, karakterlerle ve olaylarla o kadar iyi anlatılmış ki gayet iyi bir notu hak ediyor. Hatta inanır mısınız oyunun senaryosunun bu olduğunu yeni fark ediyorum. Aslında bayağı standart bir şey üstüne çalışmışlar ama bunu oyun içinde hissetmiyorsunuz. Helal olsun.
“Düşmeyin” demesi kolay fakat yapılması pek kolay olmayan bir iş. Edward dünyanın en çevik insanı sayılmaz. Bunun dışında sağa sola atlarken kamera açısı değişiyor. Oyuncuya kolaylık olsun diye mi böyle yapılmış, yoksa güzelim grafikleri yaşam çekimde biraz daha görelim mi istemişler tam bilmiyorum ama hareketi negatif etkilediği bir gerçek. Sadece bu da değil; oyunun kontrollerine alışmak biraz zaman alabiliyor, ve alışsanız bile bazen zor anlar yaşamanıza neden oluyor. Yine de insanı yıldırmadığını düşünüyorum. Sadece biraz daha iyi yapılabilirdi. Ama bu eksi de oyunun nazar boncuğu olsun.
Bu arada Central Park’ın oyunda, önemli bir rolü var. Hatta en önemli düğüm burada çözülüyor. Hikayeye göre Central Park’ın çok farklı bir yapılış amacı var…
Oyundaki dev yarıklara düşerseniz (ki bunu farklı nedenlerle ve farklı şekillerde yapabiliyorsunuz; arabayla uçmak benim favorim) kesinlikle ölüyorsunuz. Pek tabii oyunda sadece bu şekilde değil başka bir çok sebepten dolayı da ölüp, dünyayı kötü kaderine sürükleyebiliyorsunuz. Karanlıkta tek başına olan Edward kendi sağlığından kendisi sorumlu. Bacağında ya da kolunda oluşan yaraları -çok derin olmamak kaydıyla- bir adet spreyle tedavi edebiliyor. Bunları da bulmalısınız, öyle bir yere gidip satın matın almak yok. Ancak derin yaralar alan Edward’ın hayatta kalması ancak sargı bezi ile mümkün oluyor. Bu yüzden tavsiyem her zaman sargı bezi bulundurun ceketinizde.
Kanama oluştuğu zaman ekranda bir gösterge ortaya çıkıyor ve Edward’ın ölmeden önce ne kadar zamanı kaldığını gösteriyor. Yavaş yavaş şoka giren Edward’ın hareketleri de yavaşlamaya başlıyor. Bu yüzden dikkat etmek lazım.
Edward bin türlü tehlikeden geçerken haliyle hikayede kaçırdığınız yerler olabiliyor. Kesinlikle üzülmeye gerek olmayan bir nokta; çünkü istediğiniz zaman geçen bölümde ne olduğunun bir özetine ulaşabiliyorsunuz. Kesinlikle her oyunda bulunması gereken çok büyük bir artı olduğunu düşünüyorum bunun. .
Oyunun getirdiği küçük ama güzel yeniliklerden biri de göz kırpma olayı. Günlük hayatta dikkat bile etmediğimiz bu küçük ayrıntı oyuna konulmuş. Ama merak etmeyin devamlı ekran görüntüsü gidip gelmiyor. Sadece sersemlediğinizde, ya da tükürecek kadar terbiyeden yoksun olan bazı yaratıklar yüzünden gözlerinizi temizlemeniz gerektiğinde kullanılan bir ayrıntı. Yine oyuna gerçekçilik katan güzelliklerden.
Olivier Deriviere, oyunun müziklerini bestelemiş olan güzel insan. Ayrıca yapılan seslendirme de gerçekten kusursuz olmuş. Müzikler hep aksiyona uygun ve tüyler ürpertici olarak devam ediyor. İnsanı her zaman tetikte olmaya zorluyorlar diyebilirim. Özetle şunu diyelim, Alone in the Dark korku-severlerin kaçırmamaları gereken bir oyun. Hikayesi, müziği, grafik ve atmosferiyle gerçekten de oyunculara çok zevkli saatler geçirtiyor. Sakın eski falan demeyin, mutlaka oynayın.
Ve doğru kararı verin…işin ucunda çok şey var.
2 Comments
Eski oyun yazılarını da çok seviyorum. Tamam bunun en büyük sebebi benim
laptopumun 2006-2008 sonrası oyunları oynatmaması, ama eskide dikkatten
kaçmış nefis oyunlar olmuyor mu?
Zamaninda bu oyunu oynadigimda baya urkutmustu beni. Ben kolay kolay biseyden korkmam korku film ve oyunlarina olan askimdan dolayi ama ilk bir kaç bolumde o oldum olecem duygusunu baya yasatmisti bu oyun. Korkutma konusunda bi Amnesia, bi Outlast ne bileyim bi Silent Hill 2 değil ama yine de kesinlikle oynamaya deger.