Her zaman yaptığımız gibi uyarımızı başta yapalım ki sonra aramıza nifak tohumları girmesin. Birazdan okuyacağınız yazı farklı mecraları etkileyebilecek spoilerlar içermektedir. Lütfen dikkatli tüketiniz.
İtiraf etmem gerekirse, bu yazıyı yazıp yazmamak arasında baya gittim geldim.Öncelikle animeleri çok sevmeme rağmen, mevzu kendimi güçlü hissettiğim bir alan değildi. Ayrıca bu kadar çok sevilen bir animenin filmi hakkında kötü şeyler yazmayı gerçekten istemiyordum aslında. Gelin görün ki ikinci filmin fragmanını görünce dayanamadım.
2009 da manga olarak yayınlanmaya başlayan Attack on Titan, popülaritesinin zirvesine 2013 yapımı animesiyle ulaştı. Hak etmedi desek yalan olur zira yarattığı dünya baya ilgi çekici ve başarılıydı. Bu başarının getirdiği potansiyeli gören yapımcılar da hücum diyerek başka dallara el atmaya başladılar. Bu yayılmacı politikanın jeopolitik öneme sahip eseri olan canlı versiyonu geçen hafta malum yollardan beğenimize sunuldu. Biz de izledik. Maalesef. Ehem.
Hatırlarsanız canlı film fikri ortaya çıktığı zaman, Amerikan yapımı mı yoksa Japon yapımı mı olması gerektiği baya konuşulmuştu. Hollywood’un anime uyarlamalarındaki sicili kötüydü (bkz. Dragonball Z) ve filmin içine güzel beyaz insanları yerleştirip çevresine yancı Japonlar koymak suretiyle merkez aldığı hikayenin kültürünü yok sayma potansiyelleri yüksekti. Öte yandan Japonya sinemasının da izlenebilirlik konusunda problemi vardı. Uyarlama ve büyük bütçeli efekt filmleri konusunda da çok başarılı değillerdi. Yani kısaca aşağıda sakal yukarıda bıyık vardı. Günler haftalar haftalar ayları kovaladı ve kazanan Japonya oldu.
Filmin bir çok sorunundan en başında tabi ki hikayesi var. Anime, doğası gereği Eren’in titan nefretinin derinliğini çok güzel işleyebiliyordu. Annesi gözleri önünde yenilen, bunu takiben evini terk etmez sorunda kalan, açlık/yokluk çeken, karneyle ekmek alan Eren, LA’da titan saldırısında terk ettiği kız arkadaşı için dertlenen bir ergen olarak tasvir ediliyor. Bu tasvir hem erenin motivasyonunu çok yüzeysel gösteriyor hem de hikayede kritik bir önemi olan Eren’in ve ailesinin geçmişini es geçmemize sebep oluyor.
Eren-Armin-Mikasa arasındaki ilişki de ayrı bir sorun. Animede, Mikasa’yla Eren arasındaki ilişkinin boyutu sevgililikle tanımlanamayacak kadar derin temelle dayanır, Armin de bu ilişkiye zayıf ama zeki küçük kardeş olarak girer, hamura biraz da aynı anda evsiz ve ailesiz kalmak eklendiğinde ortaya yeni bir Harry-Ron-Hermione üçlüsü çıkardı bildiğiniz gibi. Bu yüzden de titan tarafından yenilecek Armin için kendini feda eden Eren saçma kaçmazdı. Fakat film pek çok farklı şeyde olduğu gibi bu ilişkiyi vermekte de başarısız. Esas oğlan, sevgilisi ve kankası olarak tanımlanan bu ilişki tek kelimeyle yetersiz. Animede bile kendi varlığını, ben insanlara (hikayeye) katkısını sorgulayan bir Armin varken, LA’da Armin gerçekten de gereksiz bir karakter oluyor.
Hikayedeki başarısızlıklar bitti mi zannediyorsunuz? Tabi ki hayır; yaratılan dünyada da problem büyük. Filmdeki titanlar insanların varlığından şüphe duydukları bir tehdit, bir mit olarak yansıtılırken, animede titanlar hep var, etkileri de sürekli göz önünde. İnsanlar dışarı dört uzuvla çıkıp bir tane ile dönen keşif ekibi üyeleri sağ olsun, meselenin ehemmiyetinden fazlasıyla haberdarlar. Bu durum da devlerin saldırısının boyutu hakkında yanlış izlenim veriyor.
Yani filmdeki saldırı hazırlıksız yakalanmakla açıklanabilecekken, animedeki saldırı yapılan tüm önlemlere rağmen gerçekleşiyor ve bu durum hikayenin ihtiyacı olan ağırlı katmasını engelliyor. Karakterler de apayrı bir sorun. Özellikle ırksal tekillik çok rahatsız edici. Dünyadaki son şehir olması gereken bir yerde sadece Japonların olması, sadece Amerikalı’ların olması kadar absürd. Animede karakter isimlerini beynelmilel yaparak (Jean, Annie, Sacha gibi) biraz da olsa verilmeye çalışan evrensellik filmde yok. Bu arada hakikaten Annie nerede?
Ancak filmin en büyük başarısızlığı bunların hiçbiri değil. Filmin en büyük başarsızlığı; ikonlaşmış 3 Boyutlu Manevra Teçhizatı’nı tasvir edemeyişi. Işın kılıcı olmayan bir Star Wars, Tardis olmayan bir Doctor Who, DeLorean olmayan bir Back to the Future düşünülemeyeceği gibi, 3BMT olmayan bir AoT düşünülemez. Ancak nasıl başardılarsa yapımcılar oturup düşünmüş ve koskoca filmin son 10 dakikasına toplam iki dakikalık bir 3BMT sahnesi koymanun yeterli olacağı kanaatine varmışlar. Halı hazırda orjinal Power Rangers’dan hallice olan görsel efektler de o iki dakikalık sahneler tuzsuz patates kızartması kıvamında bir şey olmuş.
Sonuç olarak şu garip filmi izlemenin hiçbir gerekliliği yok. Zamandan bol bir şeyiniz yoksa ve cidden kötü bir film nasıl olur diye merak ediyorsanız o zaman izleyebilirsiniz. Japonya sinemasına da buradan seslenmek istiyorum. Lütfen böyle filmleri yüksek bütçeli canlı film olarak çekmeyin. Çekecekseniz de bari CGI kaleminde bir “ekstra saç” maddesi de ekleyin bütçeye. Acil değil ama o da rahatsız etti be birader…
1 Comment
Çok haklısın anime bence yetiyor filmi bozucaksanız filme gerek yok!!!