Bu hafta değineceğim manga, çok insanın hakkında konuşup sadece küçük bir azınlığın okuma emeğini gösterdiği işlerden. Bir diğer deyişle her görece nitelikli, belli bir popülariteye erişmiş eserin başına ne gelmişse bunun da başına gelmiş. İlgilenenlerin bu yazı vesilesiyle bir göz atması dileğiyle…
Benim gibi yirmili yaşların sonunda iseniz Battle Royale ile yolunuz ilk olarak 2000 yılında kesişmiş olacaktır. Kinji Fukasaku‘nun yönettiği ve aynı adlı kitaptan uyarlanan ilk Battle Royale filmi, aykırı konusu ve yüksek grafik şiddeti ile bir anda kült bir yapıma dönüşmüş, biraz da yeni nesillerin Japon aksiyon sinemasıyla arasının ısınmasına vesile olmuştu. İlk filmin global başarısını kaçınılmaz bir devam filmi izlemiş, Battle Royale II: Requiem çok da akıllarda kalmayan, vasat bir çalışma olarak bir iz bırakmıştı. Sonraki on sene boyunca Battle Royale efsanesini hep ilk film üzerinden anımsadık, arada ancak Anglo-Sakson dünyadan filme yapılan küçük referanslarla yüzümüz güldü. Ancak tüm Battle Royale külliyatını yeniden gündeme taşıyan şeyin The Hunger Games çılgınlığı olduğunu sanırım herkes kabul edecektir.
Sizin de tecrübe etmiş olacağınız üzere, pek çok Battle Royale sever The Hunger Games’in aslında hayranı oldukları filmden (yahut kitaptan) çalıntı bir eser olduğunu iddia etmektedir. Konu hakkında polemikler boldur ancak iki filmi de sakin kafayla seyredenler ortada hırsızlıktan ziyade bir esinlenme durumu olduğunu farkedeceklerdir. Battle Royale’in kurduğu düzeneğe çok benzer bir yapı kullanan The Hunger Games, olayın medyatik boyutunu da sert bir şekilde eleştirmekte, hatta varoluşundaki tüm nitelikli kısmı buradan yürütmektedir. Mevzumuz bu iki eseri birbirine düşürmek olmadığından bunların öncülü sayılabilecek iki başka eseri anıp geçeyim, kimin kimden nasıl ne kadar esinlendiğine siz karar verin: William Golding‘in Lord of Flies romanı (bunu zaten duymuşsunuzdur) ve Peter Watkins‘in 1969 yapımı The Gladitors filmi (bugün de yeni bir şey öğrendiniz). Bir gün belki bunlar hakkında da konuşuruz…
Battle Royale efsanesini biz Fukasaku’nun filmiyle biliriz ama aslında olay birkaç sene öncesine, yazar Koushun Takami‘nin romanına dayanır. 1996’da kitabını tamamlayan Takami Battle Royale’i 1999’a kadar basamaz. Takami kitabı ilk olarak 1997’de Japan Grand Prix Horror Novel yarışmasına sokar ama içerikten ötürü geri çekilmek zorunda kalır. Tüm bunlara rağme uzun süreli bekleyiş en sonunda karşılığını alır ve kitap 1999’da hiç beklenmedik bir başarı kazanır. Sonrasını biliyorsunuz zaten.
Açık konuşayım, Battle Royale efsanesini haddinden fazla anlam yüklenmiş bir iş olarak görürüm. Güzel bir fikri, çok keskin anları vardır; ancak şiddet fetişi, eleştirel gücünün önüne geçmektedir. Bu sebeple Takami’nin romanını okumayı pek düşünmedim (neredeyse 700 sayfayı oturup okuyamam Takami, anla beni). Ancak mangasına göz gezdirmekten de kendimi alamadım. Sonradan öğrendiğim üzere 15 ciltlik manganın içeriği kitaptan da filmden de çok genişmiş. Artık başladık bir kere diyerek yoluma devam ettim ben de.
Gene Koushun Takami’nin yazarlığını yaptığı, Massayuki Taguchi‘nin çizdiği ve 2000-2005 yılları arasında yayınlanan Battle Royale mangası hiç lafı uzatmadan, direkt konuya giren bir iş: Her sene bir lisenin öğrencileri devlet tarafınan organize edilen ölüm oyunlarına katılacaktır ve sadece tek bir öğrenci hayatta kalana kadar macera devam edecektir. Bu konuda hiçbir sıkıntımız yok. Ciltler boyunca 42 öğrencinin birbirini nasıl katlettiğini okumaya artık başlayabiliriz. Peki filmi seyretmek varken saatler, belki de günler alacak bu seriye girişmeye gerek var mı?
Bu mangayla ilgili çok garip hisler içindeyim. Öncelikle belirtmek isterim ki bir mangada neyi sevmiyorsam Battle Royale hepsine sahip. Abartılı çizimler, en basit aksiyon sahnesinin bile sayfalar boyunca uzatıldıkça uzatılması, karakterlerin ya haddinden olgun ya da 0-6 yaş grubu naifliğinde olmaları…. Gerçekçilik talebime de kızabilirsiniz ama hiç bir lise (Japonya’da dahi olsa), öğrencileri arasında iki uzman dövüşçü, bir uzman doktor barındırmaz. Herkesin muhteşem isabetli atışlar yapmalarına da hiç girmiyorum. Yani manga absürtlüğü saydığım ve pek çoklarının hayranı olduğu tüm öğeler Battle Royale’de bolca mevcut. Bu durumun garip bir çekiciliği olduğunu da söylemeliyim. Olayı bir noktadan sonra aynı adada hayatta kalmaya çalışan 42 dünya-dışı karakterin birbiriyle çatışması olarak okur oldum ve bir şekilde kaptırıverdim. Hikayenin çok uzun sürmesinin bir nedeni de bu yüksek öğrenci sayısı. Battle Royale’in her bir bölümü iki öğrencinin birbiri ile dövüşmesi üzerine kurulu, bu da hikayeyi uzattıkça uzatmak için oldukça uygun bir taktik.
Ancak bu dövüşleri asla “kan şöleni göreceğiz, oley!” tarzı bir kafayla okuyamayacaksınız, orası kesin. Çünkü ister istemez kendinizi karakterlerle bağ kurmuş vaziyette bulacaksınız. Manga, filmin ve (iddia edildiğine göre) kitabın yapamadığı bir olaya girişiyor ve her bir karakteri için elden geldiğince bir arkaplan çizmeye çabalıyor. Her bölümde kesinlikle beş altı sayfalık bir flashback’e rastgeliyoruz. Bu durum da hikaye ilerledikçe bir sürü karakterle kurmaya başladığımız bağları güçlendiriyor. Sevdiğiniz karakter ölünce çok kötü hissetmiyorsunuz ama gene de Game of Thrones’taki Red Viper vakasına benzer anlar yaşamanız olası.
Bunun dışında mangamızda şaşılası ölçüde yüksek bir şiddet ve erotizm mevcut. Hatta bazı yerlerde olayın soft-hentai’ye bile vardığı oluyor. Bu durum sadece görsellikle de sınırlı değil, bazı karakterler için tasarlanan geçmişler de filmde rastgelmediğimiz ölçüde yüksek bir yetişkin içeriğe sahip. Mitsuko isimli karakterin kendi sınıf arkadaşlarını yetişkin erkeklere “pazarladığı” flashbackler ve onun cinselliği kendine kalkan olarak kullandığı çoğu sahne bu durumun en bariz örneklerinden. Battle Royale’da bu seviyede bir cinsellik pek beklemiyordum, beni biraz şaşırttığını itiraf etmeliyim.
Son raddede Battle Royale’i sevdim mi? Mangayı okumak büyük keyif verse de nihai fikrimin değiştiğini söyleyemem. Battle Royale keyifli bir okuma, ama idealize edildiği kadar büyük bir derinlik barındırmıyor. Okunması kesinlikle kayıp değil ama kazancın da çok büyük olduğunu düşünmeyin. Gene de şunu itiraf etmeliyim ki hikayenin baş düşmanlarından psikopat okul müdürü Kitano beni ciddi biçimde etkilemeyi başardı. Gerek çizimi gerekse hareketleri ile gerçekten tedirginlik uyaran, iyi kotarılmış bir kötü adam Kitano. Film versiyonunda da Japon sineması’nın en enteresan kişiliklerinden Takeshi Kitano’nun bu karaktere hayat verdiğini belirtelim.
İlgilenenler için buyrun yeni yıl hediyeniz: Battle Royale.
1 Comment
Mitsuko az önce vurulmasına neden olduğu bir erkek öğrenciyi “sertleştirip” seks yaptı sonra da kafasını kesti… başka sözüm yok hakim amca…