Yazan: Barış Canbaz
Yazı The Last of Us spoiler’ı içermektedir.
Uncharted oynadınız mı? Naughty Dog’u bilir misiniz? Ara sahnenin bitip karakterin kontrolünün size geçtiğini anlamadığınız için arkadan gelen araç tarafından ezildiğiniz oldu mu hiç? Yanan binadan kaçmaya çalışan karakter o abartı zıplayışını yapıp kayarken alevlerin içine, son bir tutunuş için üçgen çıktığında çoktan dalıp gittiniz de yine öldünüz mü? Peki bu ölümler sizde takdir duygusu uyandırdı mı? “Vay be adamlar yapmış” dedirtebildi mi?
Eğer yukarıdaki sorulardan ilkine cevabınız olumluysa diğerlerine de verdiğiniz “Evet” cevapları “Hayır”lardan çok olmuş olmalı. Hazır güzide firmamızın yeni oyunu Uncharted 4’e sayılı günler kalmışken -sanki yeterince övülmemiş gibi diyebilirsiniz ama- Last of Us’ı daha doğrusu sadece başını biraz övmek için sıvadım kolları.
Duvar saatinin tik taklarıyla başlıyor oyunumuz. Babasını beklerken uyuyakalmış küçük bir kız koltukta yatıyor. O an tek istediği geceyarısı olup ertesi gün başlamadan babasına doğum günü hediyesini verebilmek. Oyun boyunca kontrol ettiğimiz karakterin kolundan -kırılmış olsa bile- hiç çıkmayacak bir kol saati takdim ediyor beyaz bir küp kutunun içinde. Baba teşekkürünü esprili bir şekilde dile getiriyor. Küçük kız espriyi karşılayıp geri gönderiyor. Siz de yüzünüzde bir tebessümle televizyon karşısında uykuya dalmalarını izliyorsunuz. Gustava Santolalla’nın gitar tınıları babanın kızını odasına taşımasına eşlik ediyor. Saçını kulağının arkasına atıp “İyi geceler, küçük kızım.” diyor ve ışık sönüyor.
Video oyunları böyle başlamaz genelde. Üç dakikada hiçbir karakteri hem de kahramanlık hikayelerine boğmadan bu kadar yakın hissettirmez size. Last of Us’ı Uncharted’tan ayıran bu içten anlatımdı benim nezlimde. Lara Corft ya da Indiana Jones olmak her ne kadar keyifli de olsa az önce kanepede uyuyakalmış küçük kızın kendini içinde bulduğu salgın hikayesi beni çok daha derinden etkiledi. Biriktirdiği paralarla aldığı doğum günü hediyesi, morgıç esprisi, yalnız başında karanlık evde cesurca dolaştığımız sekans, virüsten etkilenmiş komşuyu vurmak zorunda olup olmadıklarını sorgulaması, yol üzerindeki insanları kurtarmak istemesi, incinmiş bacağıyla babasına sarılmış korku dolu anlarında kendisini değil arkada kalan amcası için endişelenmesi on beş dakikalık kısa sürede Sarah’yı çok sevdirmişti bana.
Unutulmaz ölümler illa ki eserin sonunda olacak değil ya. On beş dakika içinde, daha önce görmediğimiz bilmediğimiz bir evrende, yeni tanıştığımız bir karakterin ölümünde gözlerini dolabiliyorsa o ölüm de unutulmaz başlığı altına alınabilir. Sarah’ın ölümü ile Last of Us dramatik ve sinematik havasının vuruculuğunu daha en başta göstermiş oldu. Bu ölüm, oyun boyunca Sarah’ın babası Joel’un verdiği kararlarda etkisinde olduğu bir psikolojiye zemin hazırladı ve biz oyun boyunca bu sahneyi hiç aklımızdan çıkarmadık.
İstemeyerek de olsa emri uygulamada kararlı bir asker tarafından virüslü olma tehlikesiyle babasının kucağında vuruldu babasının bebek kızı. Amcası tarafından Joel’un hayatı kurtuldu ama Joel bunu ister miydi tartışılır. Gözleri yaşlı kızına sarılıp adını haykırırken oyunculuk o kadar vurucu, sahne o kadar gerçekçiydi ki kocaman Last of Us yazısı ekranda belirdiğinde daha önce benzerini görmediğimiz bir hikayeyi oynayacağımız melekler tarafından kulaklarımıza fısıldanıyordu adeta.
“Sevdiğimiz kişinin hayatı mı tüm insanlığın geleceği mi?” tercihi oyunun sonunda yapıldı ama… her şey Sarah’ın ölümüyle başlamıştı aslında.