Tür olarak yazgımız, yedi kıtada merakla yoğrulmuş. Burnunun ucunu gizeme batırmadan rahat edemeyen canlılarız. Ortamda kilitli bir sandık varsa, odada sonuna kadar çekilmiş kasvetli bir perde duruyorsa, karanlık koridorun sonunda bir kapı kolu toz tutmuşsa kaçışı yok, ilgimizin merkez üssüne oturacaktır. Üzerine merak sosu dökülmüş her bilgi taneciği, afiyetle açığa çıkartılıp yenmeyi bekler. Gezegensel merak kanununa göre bile havadisçiler, seslerini alçaklara çekip verecekleri bilginin gizli olduğunu vurgularlarsa daha bir dikkatle dinleriz onları. Daha ilk paragraftan bir yazar, iki ucunu da göremediğimiz bir kovalamacanın ortasına atarsa bizi, bir sonraki paragrafa koşturur gözlerimiz. Görüş sınırımızda olan ama gölgede kalanın oltasına daima yakalanırız.
Milattan önce birinci yüzyılda pik dönemini yaşayan gizem dinlerini ve onların yer yer çok kanlı yürütülen ritüellerini, yani inisiyasyonlarını da radarıma düşüren aynı meraktı.
İnisiyasyonlar kesinlikle başını ve sonunu görmekte zorlandığımız, ortasında da kaybolduğumuz büyük bir labirent. Etrafına tarihten kalın bir perde çekili. Bu perde yüzünden ayrıntılarına hakim olamıyoruz. Kaynaklarımız çoğunlukla ikincil, birincillerse güç bela aktarılan metinlerden ve işlerin nasıl yürütüldüğüne dair sahnelerin yansıtıldığı arkeolojik buluntulardan ibaret. Yine de öğrenme aşkı yasak tanımaz, aza tamah edip tükenip gitmez. Eğer benimleyseniz bulduklarımızın izinde bu yazı boyunca bir takım gizemlere çomak sokacağımızı iftiharla belirtirim. İlk olarak da işimizi kolaylaştırmak için tanımlarla başlayalım, kimin fesi hangi kavramın başına neden oturtulmuş anlayalım derim.
Araştırma macerama inisiyasyona duyduğum merakla başlasam da, önümde ezoterizm kelimesinin demirden bir kapı gibi dikildiğini gördüm. Birincisini anlamanın yolu ikincisini açmaktan geçiyordu. Tutkulu bir inek olduğum için iki katmanlı anlamından tabii ki de yılmadım. Küçük lokmalar halinde yutarız dedim. Ezoterizm sözlüklerde bilgili kişiler tarafından yalnızca seçilmişlere, özel bir gruba verilen sırlar şeklinde de geçiyordu; kişinin ruhunda barınan öze ulaşma çabası olarak da. Zaten Osmanlıca’ya felsefe ve dinler tarihinde çok kullanılan, bir şeyin iç yüzüne ve sırlarına ulaşmak anlamındaki bâtın ya da deruni olarak çevrilmişti.
Üstelik sırlar illaki inisiyasyon yoluyla aktarılmalıydı. İnisiyasyonlarsa bilim ötesindekilerle kol kolaydı; büyü, simya, astroloji, astral seyahatler gibi metafizik uğraşları kapsıyordu. Ezoterik bilgi, kitaba yazılıp al oku denebilen bir bilgi değil, kişinin kendi çabasıyla sezgisel olarak ulaşabildiği gerçeklikti. Bir yerde hisler toplamıydı yani.
Ruhtaki özü tanrıya bağlayanlar olduğu gibi evrenin ve doğanın bir parçası olmamıza bağlayan kültürler de vardı. Her şeyi toparlarsak kabaca, insanın içinde kutsal bir öz olduğunu savunan ve bu öze ulaşma çabası içinde metafizik yöntemler benimseyen, ayrıca herkes bu bilgiyi sindiremeyeceği için gizlilikle aktarılması gerektiğine inanılan öğretiler bütünü diyebiliriz ezoterizme. En azından ben diyorum ve katkı sunmak isteyenleri de yorumlara bekliyorum! Kelimenin mayasında kutsallık var, değişim var, varlık felsefesi var, gizem var, metotlu çalışmalar var, eğitim desen hayli hayli var!
Anlaşılan üzücü bir bilgi de aktarmalıyım ki eğitimin olduğu yerde sınavlar olmadan olmuyor. Çünkü inisiyasyonlar temelde aşama aşama geçilen sınavlar demek. Daha uzun açıklamasında ise, gizli gruplarda topluma veya onların kabul ettiği dine girmek için katılınan, sonucunda kalıcı bir değişimi vadeden ritüeller, kültürel aktarımın yapıldığı eğitimler ve kişinin kendini kanıtlaması gereken sınanmalar demek. İnisiyasyon tanımını da aradan çıkartıvermiş olduk.
Değişimin kilit bir kavram olduğunu anlamışsınızdır. Özellikle hayatın her alanında, bedenimizde, bakış açılarımızda, ilişkilerimizde farklılıklarla baş etmeye çalışan; bir sene önce böyle değildin çok değiştin serzenişlerine anlam veremeyen canlılar olarak, değişime bazen var gücümüzle biz koşuyoruz, bazen o zoraki bir yılışıklıkla kapımızı tırmalıyor. İnisiyasyon aşamaları biraz bu ikisinden de çalmış kendine.
İkinci dikkat çekici kısımsa, dışarıya kapalı düzen ve topluluğa aidiyet. Sırra erenler kendilerini diğerlerinden ayrı tutarlar. Hatta gruba aitliklerini gösterecek şekilde bir örnek giyinebilirler, ortak bir aksesuar takabilirler ya da geliştirdikleri sembolik bir dili kullanabilirler. Çünkü inisiye olan gizeme girer. Ona başkalarına verilmeyen bir bilgi emanet edilmiştir artık. Farklıdır.
Topluluğun içinde öğrendiklerini kamuya ait yerlerde, çıkmaz sokaklarda dahi olsa dinlemeye açık kulaklara söylemeyeceğine dair bir yemin eder. Yeminin hafife alınır yanı yoktur! Bozmanın cezası tapınılan tanrı tarafından lanetlenmek de olabilir, diğer inisiyelerin acımasız bedeller ödetmesi de, toplumdan uzaklaştırılıp yedi ceddinle sefalet içinde bir yaşam sürmek de, azaplı şekillerde öldürülmek de. İşte bu gözdağlarıyla sonsuza dek sürecek olan gizem yaratılmış olur. Dedikodu kırıntılarına muhtaç kalınan bir alandaysak, suçlusu bu yeminlerdir!
Öte yandan Türkçe’de inisiyasyonlara erginlenme törenleri deniyor yaygın olarak. Başarılı bir çeviri olmasına rağmen anlam biraz da olsa farklılaşıyor ve büyüyor bana kalırsa. Çünkü erginlenmeler, gizli topluluklara üyeliği kapsadığı gibi yaşa bağlı değişim seremonilerini ve kişinin yeteneklerinin ortaya çıkışını sağlayan eylemleri de kapsıyor. İlk ikisinden uzunca bahsedeceğim, üçüncüsü içinse şamanlığa giriş örnek veriliyor daha çok.
Yaşa bağlı törenler, bireyin önceki dönemdeki halinden kopup geliştiğini gösteren mezuniyet törenleri kısaca. Çoğunlukla yerel topluluklar kendi kültürlerini yeni nesle aktarmak için yapıyorlar. En önemlisi elbette çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi. Anneden ayrılan genç, halkından uzak bir yere götürülüp yalıtılıyor. Bu yer orman ortasındaki bir açıklık, mağara, kulübe, çukur hatta mezar bile olabiliyor. Önemli olan izolasyon sağlanması ve mekanın yaratıcının geldiği ilk ya da korkunç olaylar sonrasında bir şekilde hapsedildiği yere eş tutulduğu bilgisi. Bir başka görüşe göreyse mekan düpedüz rahim temsiliyeti aslında.
Çünkü dış dünyadan izole edilen genci bekleyen şey, sembolik bir ölüm ve yeniden doğuş. Ama sembolik dediğime aldanmayın, törenlerde gerçekleştirilen eylemler öylesine korkunç ki ölmeyen şans muskasıyla doğmuştur. Açlık, susuzluk, uykusuzluk, karanlıkta kalmak, kapalı ortam, sessizlik emri hatta diş çekmek, parmak kesmek gibi fiziksel şiddet türleri yöntemlerin arasındaki en masum şeyler. Süreç boyunca kanınızı damarlarınızdan sonsuza dek kovalayacak zorlamalara maruz bırakılıyor zavallı inisiye. Kıssadan hisse genç olmak her dönem ve toplumda zor arkadaşlar! Bütün bunları anlatmamın sebebiyse diğerlerinde de işleyişin aşağı yukarı böyle gerçekleşmesi.
Bu yoğun tahrip sürecinin üç aşaması var. İlki şaşırtıcı olmayan şekilde kaybolunan aşama ya da cehenneme iniş, ikincisi arayış ve üçüncüsü yükseliş olarak isimlendirimiş. Birinci aşamada cehennemden geçen ve çektiklerine dayanan kişi, kültürün aktarıcısı olmaya layık görülüyor. Arayışta ise genellikle mitolojik tanrı ve tanrıçalara ait bilgiler aktarılıyor. Son aşamaya varıldığında artık acıdan geçip kendini öldürmüş ve yeni edindiği bilgilerle yeniden kimlik kazanmış bir inisiye çıkıyor karşımıza. Toplamda tüm törende canlandırılanlar, mitolojik olaylardan başka bir şey değil. İnsanın kendini tanrı ya da tanrıça yerine koyup onun çektiği çilelerin benzerlerine maruz kalarak güçleneceği inancı var ana fikirde. Şahsen kişisel ve kamusal nedenlerle çektiğimiz çilelerimizi gayet yeterli görüyorum.
Hadi ilkel toplulukların nedenlerini biraz olsun anlayalım. Güçlü olanın hayatta kalacağı acımasız kabulünü bir kenara koyalım. Ama bazıları tüm bu acıları gönüllü olarak neden çekiyor dersiniz? Tabii ki insanlar devranın başlangıcından beri büyük tehlikelere neden atılıyorsa aynı sebepten: Çıkarları olduğu için! Bu çıkarlar zenginlik, hastalıklardan kurtulma, kendi kaderini yönetebilme, yaratıcıyla tanışma olduğu gibi en çok da ölümsüzlüğe kavuşma arzusu.
Eh tabii ki herkes patır patır ölürken ben ölmeyeceğim beklentisinde değil kimse. Burada bahsedilen daha manevi düzeyde bir ölümsüzlük isteği. Aslında tüm dinlerin ortak söyleminin bir tekrarı: Ölümden sonra diğerleri cehenneme giderken ben cennete gideceğim, yok olma tehdidinden kurtulacağım, sonsuzluk içinde istediğim gibi bir hayat süreceğim beklentisi. Platon ölmek inisiye olmaktır sözünü direkt bunun için bile söylemiş olabilir. Ya bu ya da ölümün kimliğimizdeki en büyük dönüştürücü olacağını düşünerek söyledi. Çünkü demiştim ya, kalıcı değişim inisiyasyonun ana fikri.
Öyle ya da böyle başka biri olman bekleniyor inisiyasyonun sonunda. Değişime en çabuk bilet de acıdan kesildiği için bu kadar şiddet barındırıyor ritüeller. Aslında hiç yabacısı olduğumuz bir konsept değil. Sayısız filmde tüketmekten zevk aldığımız kahramanlarımız da benzer bir süreçten geçmiyor mu? İyi bir filmde görmekten hoşlandığımız karakter dönüşümlerinin çoğunlukla travmatik olaylardan kaynaklanması tesadüf olabilir mi?
Örneğin V for Vendetta’da V’nin de Eve’nin de kahramanlığı çektikleri acılara yenilmemelerinden geliyordu. Hatta Eve zindanında doğmayı bekleyen bir bebek gibi cenin pozisyonunda acı çekiyordu. Dune’da Fremenler Paul’e çölün sert doğasını taklit ederek yaşamayı öğretiyorlardı. Bene Gesseritler, içlerine yetişecek üyelerini Gom Jabbar testini kullanarak alıyorlardı. Esprisi bol Peter Parker bile yakınlarını kaybettikten sonra devam etmeyi seçmesiyle, gökdelenler arasında aranılan bir umuda dönüşüyordu. Burada durup rastgele bir evrenden bir kahramanı seçsem yüzde doksan sekiz ihtimalle denk geleceğim benzer bir motif var. Yüzde ikilik kısımdaki orijinal fikirleri tenzih ederim.
Kahramanımız, kurtarıcımız, müjdelenen seçilmişimiz genellikle büyük bir kayıp ve üzüntüyle başlar yoluna. İlerledikçe buna nasıl dayanılır dediğimiz acılardan geçer, dersler çıkarır ve kırık dökük de olsa devam eder günü kurtarmaya. Onu kahraman yapan öz, bu dayanıklılığıdır. Memento’daki Leonard’ın yaşam mücadelesi bile bunu örnekler, kurtarmaya çalıştığı öncelikle kendi bilinci olsa da. Yani sağımız solumuz, ekranlarımızın pikselleri, çizgi romanlarımızın kuşe kağıtları inisiyasyon örnekleriyle dolu. Hiç içim elvermese de acıdan geçmek çoğu zaman tek başına kullanılan anahtarı. Hatta son bir örnekle Westworld’ün birinci sezonunda hostlara bilinç vermek için Robert Ford’un izlediği yöntem de bu değil miydi?
Demek ki inisiyasyon deyince anlamamız gerekenler şunlar; daima ilerlemeyi ister, acısa da öldürmez anlayışında, birbirine sıkı kurallarla bağlı bir topluluk talebinde, gizliliği şart koşar, diktatörlük rejimi ve mitolojik olaylarla yakından ilgili. Ayrıca ritüelin genişliğinde pek çok farklı eylemi barındırabilir. Yılanlı danslar, Zeus kılığında çapkınlık dramaları, maske takıp yüz kez zıplamak, tüm vücudu beyaza boyamak, klasik müzik eşliğinde kayısı şerbeti yudumlamak bile dahil olabilir örneklere. Ama biz yine de bazı ortak temaları biliyoruz.
Hazırlık Aşamaları
1-Gizlilik Yemini
Yazının üçte ikilik bölümünde sürekli gizlilik çok önemli aman dikkat edilsin deyip durdum, yazının bu kısmında hala diyorum. Çünkü inisiyasyonların yani ruha kademe atlatma gayesi güden törenlerin yegane şartında gizlilik var. Tam olarak ışığı üzerine düşüremediğimiz bilgiler var. Sırlar var. Kanla edilen yeminler var. Takdir edersiniz ki ucunda tanrıyla eşleşmek olan bir öğretiye girmek hiç kolay değil. Herkese nasip olmamalı.
Törenlerin yapıldığı dinlere bile literatürde gizem dinleri diyoruz. Gizem dini, dinler tarihi alanında sıkça kullanılan referans bir kelime ve Yunanca Mysteria kelimesinin karşılığı. Mysteria da hem Miken ve antik Yunan şenliklerini karşılayan bir kelime-ki bunlar inisiye öncesinde halka açık yapılan festivalleri belirtiyor- hem de gizli tapım biçimi veya direkt gizemler demek. Gözünüzün önünde pelerinli ve kukuletalı bireylerin, ortalarındaki bir başka bireye yemin ettirdiği tüyler ürpertici ve komplo teorili ortamlar canlansın. Tam yeri ve zamanı!
Gizlilik tedbirinin konmasını gerektiren dört ana nedeni şöyle kategorileyebiliriz kafamızda:
Her şeyden önce bilginin kendisi korunmalı. Zor ulaşılan hakikat bilgisi, inisiyeleri diğer insanlardan değerli kılan hazineleri. Onu ulu orta yerlerde kaybetmeleri dinlerine duyulan saygıyı zedeleyebilir. Hem bilginin yanlış ellere geçmesi tehlikesi de var.
İkinci neden, ilaha saygı. İnsanlık olarak kutsal olana korkuyla yaklaşmış, saygıda kusur etmemek için önlemler almışız daima. Çünkü belli mi olur, fark etmeden yapacağımız bir saygısızlık yüzünden başımıza hangi felaketlerin geleceği? Hayat tanrıları kızdırmadan da yeterince meşakkatli. Tanrı veya tanrıçanın sık sık rahatsız edilmek istenmeyeceği de belli, görüşme iznini kopartmak delice zor. Bu yüzden davetsiz misafirlerle onun rahatını kaçırmamak için bilgi dışarıya verilmemeli.
Üçüncü neden de inisiyelerin kendisini korumak. Çünkü inisiyelerin kendi aralarında ortak bir anlayışa sahip olduğu, belirli sınavlardan geçerek kurtuluşa erdikleri belli. Birbirlerini yargılamadan anladıkları bir ortamları var halihazırda. Ama yaptıkları dışarıdaki gözlere epey tuhaf görünebilir, kınanabilirler ya da en kötüsü engellemek isteyenler çıkabilir önlerine. Bunu felsefe okullarındaki temkinliliğe benzetebiliriz. Yoldan geçen insanın ilk bakışta anlamayacağı kavramlardan ve belki de saygısızlık olarak görüp damgalayacağı öğretilerden bahsediyorlar. Misal Zeus yoktur, Tartarus bir yalandan ibarettir, panteon fikri yüzyıllardır devam eden bir kurtuluş tesellisidir diyorlarsa sokaktaki müride ifşa olmaları halinde kopacak kıyameti bir düşünün.
En son nedende ise dışarıdakini koruma amacı güdülüyor. Yani topluluğun parçası olmayan insanlar için iyi niyetli bile olsalar, yukarıdakine benzer söylemleri duymak şok etkisi yaratabilir. Hazır olmayan zihinlerde karmaşa ve yaratıcıyla, benliğiyle, öteki alemle ilgili bildiklerini sorgulama devri başlatabilir. Ritüellerde zarar görebilirler. Bu yüzden de yalnızca belirli bir kesime ve seçilmişlere veriliyor gizemler. Ha seçilmişlerin çoğu zengin kesimse ya da bedava hizmet vereceğini söyleyen kölelerse diyecek bir şey yok, denk gelmiştir pek tabii, bir rahibin işgüzarlığı olacak değil ya.
2-Vaftiz Edilmek
Herhangi bir inanç hayatımıza girdiği andan itibaren ritüeller de geliyor; bu tarihin derinliklerine baktığımızda da, gündelik hayat koşuşturmacalarımız arasında da böyle. Mesela yerin kulağı vardır inancıyla tahtaya vurmak, ağaçlara dileklerimizi gerçekleştirsin diye çaput bağlamak, bölgede kutsalların yaşadığı söylenen bir mağara varsa belirli günlerde ziyaret etmek hep ritüelist davranışlar. Ritüeller, inandığımız şey her neyse ona yönelik olarak bedenimize yaptırdığımız davranışlardan örülü seremoniler. Ve semavi dinler de bunlardan muaf olmamış. Ama esas olarak spot ışığını doğrultmak istediğim bir tespitim var ki o da şu; ritüeller asla birdenbire belirmiyor, hiçbir amaçlı davranış yoktan yere var olmuyor.
Yani bir evin altında yatır olduğu söyleniyorsa, tarihte bin yıl geriye gitsek muhtemelen o evin olduğu tepeye ait bir efsane duyarız. Uzaklardan göç edip gelen bir halkın çocukları diyelim perdelerini üç kez kontrol etmeden kapatmıyorsa, göç etmeden nesiller öncesinde de üç kez kontrol etmeden atlarına binmemeleri yüksek ihtimal. Kültür bazen ilerlemek için aynı masalların genişlemiş versiyonunu tekrar etmekten başka bir yöntem bilmez. Tıpkı Hristiyanlıktaki vaftiz anlayışının, Mısır’daki Osiris-İsis kültünden gelmesi, onların da Sümerlerdeki su tanrısı Enkidu’ya dek uzanması gibi. Tarihi ilk bakışta düşünemeyeceğimiz şekillere sokarak daima yanımızda taşıyoruz aslında! Büyüleyici değil mi?
Yunanca Baptein kelimesinden gelen vaftiz, suya batırmak ve arınmak anlamlarını taşıyor. Günümüzde çoğunlukla Hristiyanların bebeklere, sekiz günlüklerken atalarının günahlarından arınmalarını istedikleri için yaptıkları bir tören. Aynı mantığın gizem dinlerinde de yeri çok büyük. Bizzat firavunlar tahta geçmeden önce Osiris’in ruhunda yeniden doğacaklarına inandıkları için bu töreni yapıyorlarmış. Hatta vaftiz için Nil’in suları kullanılıyormuş.
İsis kültünde de vaftize başvurma nedeni, acemi müridin günahlarından kurtulmasının gerekmesi. Suya girip çıkarak sembolik bir ölümü ve günahsız bir şekilde yeniden doğumu elde ediyorlar inisiye adayları. Sonuçta her şeyin sonunda Güneş tanrısı Ra’ya ulaşmak isteniyorsa aşılması gereken bir tüy testi var. Bu teste göre bir terazinin bir yanına ölenin ruhu, diğer yanına ise tüy konuluyor. Tanrı gözünde makbul ruhun bu tüyden daha hafif olması, günahlarla ağırlaşmaması gerekiyor. İyi insan olmanın kriterleri bu alemde de ötekinde de çok yüksek! Gerçi adil olması için bence testi önce tanrılara yaptırmalılarmış. İhtiras ve dramanın telif hakları onlara aitken, başarılı olabileceklerini kimler düşünüyor?
Öte yandan vaftiz için sadece suyun kullanılması da şart değil. Ateş, su, hava gibi diğer elementlere de başvuruluyor. Özellikle ateşi paranteze almak lazım. Zira simyacıların da sıkça maddeleri altına yani en saf olarak gördükleri maddeye çevirmek için kullandıkları unsur kendisi. Ateş, yakmak ve kül etmek için kullanıldığı gibi nesneleri hiçbir gücün yapamadığı kadar etkili bir şekilde başkalaştırıyor çünkü. Simyacıların altın elde etme amacı da bir paravan. Aslında ateşe bakarken, örneğin demiri parlak bir kılıca eritirken ruhlarının da dönüşüm geçirip altınlaşacağı ve ölümsüzlüğü elde edecekleri inancındalar. Bu bilgiye kadar materyalistlikle suçladığım tüm simyacılara özürlerimi sunuyorum!
3-Kurban Sunmak
Başından beri kanlı ritüeller derken spoiler verdiğim maddeye geldik sonunda. Kurban sunmak semavi dinlerde önemli bir ritüel, çoğumuz kültürümüzün içinde bizzat yaşıyoruz. Eski tanrılar ve tanrıçalar da bu ayrıcalıktan mahrum kalmak istemezlerdi. Sonuçta ilahlarıyla yakınlaşmak, onların yüceliğine duydukları minneti göstermek ve biraz da konfor teminatı edinmek isteyenlerin birincil uygulamasıydı kurban sunusu. Ancak gizem dinleri özelinde inisiye olacak adayın durumu biraz daha farklıydı. Bu yola baş koymuş adayın başına gelecekleri net olarak anladığı adım burası olmalı. Çünkü kurban edilen ta kendisiydi, tabii şanslıysa bir hayvanın aracılığıyla.
İlk çağlardan beri insanlar öldürdükleri hayvanları yiyerek güçlerini ruhlarına transfer ettiklerine inanmışlar. Dolayısıyla bu kurban törenlerinde de hem hayvanın ölümünü kendilerine mal ettiklerini hem de daha kudretli bir inisiye adayı olduklarına inandıklarını biliyoruz. Uyarayım, aşağıda küçük bir kesitini kısaca anlatacağım ama hassas ruhların atlamak isteyeceği bir madde olabilir.
En bilinen ve vahşi tören, boğa kurban edilen Taurobolium. Bu törenin dinlere göre uygulanışı farklı olsa da Kybele-Attis kültündeki versiyonu ortak bir tema olarak kabul edilebilinir. Frig kültüründe dine alınacak rahip adayı, başında altın tacı ve kefeni hatırlatan beyaz giysisiyle delikli bir tahta kutuya konularak yer altına kapatılırdı. Ardından bulunduğu noktanın üzerine çiçekler ve altınlarla süslenmiş bir boğa getirilirdi. Ne yazık ki mızraklarla kanı göğsünden akıtılarak öldürülürdü. Kanları kutuda bekleyen kişinin üzerine akardı. Törenin sonunda kanlı rahip adayı ortaya çıkar ve topluluğa takdim edilirdi. Bir nevi kanla vaftiz edilen inisiye, tanrıya eş görülürdü. Ancak tabii bazı törenlerde insanların da kurban edildiğini düşünen araştırmacılar var.
Diğer maddelerde belirli gıda ürünlerine karşı perhiz, oruç, cinsellikten kaçınma, fiziksel zorluklar yer alıyor. Önce inisiye olmaya bedeni ehlileştirme seansıyla başlıyoruz demek oluyor ki. Çünkü beden ve ruh, birleştikleri yeri tam göremesek de birbirine yapışık ikizler. Birine olan diğerini koşulsuz şartsız etkiliyor. Bu sayede stresten midemiz ağrıdığı gibi, kahkaha atarken üzgün hissetmemiz de mümkün olmuyor.
Ezoterizm ve inisiyasyonlar öyle geniş bir konu ki bağlantılarını eksiksiz verebilmem mümkün görünmüyor. Kültürlerdeki ortak kahraman arketipini belirleyip, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu kitabını yazan Joseph Campbell’in adımları da inisiyasyonları hatırlatıyor mesela. Campbell’in kitabında kahraman; yol boyunca zorlu mücadeleler veriyor, hatalar yapıp yeniliyor, beklemediği değişimler yaşıyor ve yola çıktığı halinden fersah fersah başkalaşarak döngüsünü tamamlıyor. İnsanların kahramanlarına bile isteye kurguladığı genel geçer tuzaklar bunlar, atalarımız ilerleyişler için riskli yıkımların gerektiğini biliyormuş. Campbell de onların izlerini yorumlayarak inisiyasyonu, eşiği aşma zamanı olarak tanımlıyor. Eşiği geçmek isteyen herkesin önceki yaşamının yerle bir edileceğini söylüyor.
Neticede değişim hep muamma ama biz bu muammaya alışkınız. Doğum, bebeklik, gençlik, yetişkinlik, yaşlılık ve ölüm döngüsünde var olmak dışında bir seçeneğimiz yok ki! Penceremizin dışında gördüğümüz manzaralar ebedi değil, mevsimler sabit değil, gün geceye kavuşmadan rahat değil. Düşüncelerimizin formatı bile akıcı bir kurguya dayalı, kurduğumuz cümleler noktalara varıyor. Benliğimizin her çekirdeğine değişim rüzgarları saplanmış, rutindeki bir günü bölen ani haberler telefon çağrılarımıza damlayıveriyor. Sanırım hepimiz inisiye oluyoruz, kendi çapımızda hayatımızın zoraki kahramanlığına soyunuyoruz.
Eh yolluk hazırlığımızı yaptık, meselenin derinlerini öğrendik. Öyleyse geriye gizem dinlerini yakından tanımak kalıyor. Bir sonraki yazıda da bu kısmı hallederiz diye umuyorum. Önden bilgi olarak şu kadarını söyleyeyim; bilmediğiniz topluluklara üye olurken önce üç sonra da yedi kez tekrar düşünün!
Konuyu daha fazla öğrenmek isteyenleri keyiften dört köşe yapacak kaynaklar için: Tık, tık, tık ve tık.