Binlerce değişik vakit geçirme imkânının olduğu bir zamandayız, biliyorum. Üzerine işler güçler, zorunlu etkinlikler falan derken vakit de bayağı kıymetli. Salgın derken eve kapananlarımız çok, psikoloji de normal değil. Bu kadar şeyin arasında bir de kafayı zorlayacak bir okuma işlemine girmek, daha da zor. Ama bugün bütün bunları bir kenara bırakın ve yüz elli sayfadan az olmalarıyla bir araya getirdiğim bu beş kitaba bir bakın istiyorum. Sonuçta, çoğumuz bir süre daha evdeyiz ve yüz sayfa nedir ki?
Fyodor Dostoyevski – Beyaz Geceler
Tanrım ne güzel bir andı o! Bütün bir insan yaşamı için de olsa, az mıydı?
Liste bir klasikle başlıyor, tanındık bir isim hatta yani, fazla tanındık. Üzerine bu öykü de bayağı bilindik. Fakat Rus edebiyatı okumak zor, bir itiraf niteliğiyle de Dostoyevski çoğunlukla sıkıcı bulunur. Nedeni, nasılını tartışmak benim haddime değil fakat yüz sayfadan az bir öykü okuyarak Dostoyevski’ye giriş yapmak hoş olmaz mı?
Beyaz Geceler, Petersburg’da yaşayan, saatlerce sokaklarda gezip insanları izleyen genç bir yazarın öyküsü. Öykünün yanında şehrin sokaklarını en ince detayıyla resmeden bir kitap bu, o açıdan da takdire şayan sanırım. Biraz Aylak Adam’ı, biraz da işte, hepimizin bir tanesini tanıdığı veya kendisinin dâhil olduğu o hayalciyi anımsatıyor.
Kahramanımızın sekiz yıldır yaşadığı bu şehirde hiç arkadaşı olmamış ama bundan gocunmuyor çünkü en başında Petersburg’u, sonrasında ise şehrin, kendisini tanımayan fakat kendisinin onları çok iyi tanıdığı insanlarını seviyor. Öyle seviyor ki yazları şehrin sokakları boş kaldığında hüzünleniyor. Bir gün yolu, nehir kenarında parmaklıklara yaslanmış ağlayan bir kızcağızla kesişiyor ve olaylar gelişiyor. Olaylar gelişiyor dediğim, tüm olanlar dört gecede oluyor. Sonunda ise sabah geliyor, öykü bitiyor.
Elsa Triolet – Gün Doğarken Bülbül Susar
Ne zaman bir şey sorsam, yanıtlayacak kimse bulamam.
Bu kitap, Fransız şair Louis Aragorn’un elli yıllık hayat arkadaşı Triolet’in, öldüğü yıl yayımlanan son romanı. Triolet’in pek çok eseri, Nazi işgali ve direniş yıllarında yaşananları konu ediniyor, savaş sonrasında ise yine insan ve toplumla alakalı bu sefer daha geniş meseleleri işleyen romanlar kaleme alıyor. Yazarlığından çok Louis Aragorn’un aşkı, ilham perisi olması ve harika Elsa’nın Gözleri’yle biliniyor kendisi, bize de öbür yönü için bir tavsiye vermek düşüyor.
Roman biraz kederli fakat bir anlamda, dopdolu yaşamış bir yazarın kaleminden çıkan kahramanının aracılığıyla geçmişe bakışını işlediği için, hem bir huzurlu kabullenişle hem de hayat tecrübeleriyle dolu. Tam olarak nasıl ifade edeyim o hissi; hüzünden mutluluk çıkartabilen insanlar için biçilmiş kaftan çünkü tam olarak öyle yapıyor. Özellikle belirli yaş aralıkları için farklı şeyler ifade edecek bu yüzden de bir kenarda tutulup tekrar okunması da tavsiye edilebilir. İçinde Aragorn’un şiirlerinden parçalar, dönemin romancılarına bazı atıflar var. Bunlarla birlikte anlatımı da akıcı, film izler gibi gidiyor. Şiir gibi bir roman işte, hem de bu kadar az sayfada.
Sadık Hidayet – Kör Baykuş
Çünkü ezel ile ebet halindeyken konuşmak mümkün değildi.
Kör Baykuş, yine görece bilindik bir roman. Fakat bir kere böyle bir listeye girişmişken yazmasak cidden ayıp ederdik. Özellikle duymamış veya henüz okumamış olanlar için, “Daha ne duruyorsunuz” itelemesi olsun. Kitabın içeriği hakkında herhangi bir şey anlatmayacağım, hem şiddeti hem de sürprizi kaçsın asla istemem.
Onun yerine kendisiyle tanışma hikâyemi paylaşmak istiyorum, böylece bir fikir de vermiş olurum sanırım. Çok kısa bir hikâye: Kitabı açtım, gözümü ayırmadan birkaç saat içinde bitirdim, son sayfayı çevirip kapağı kapattım ve birkaç saniye sağıma soluma baktıktan sonra, tekrar okumaya başladım. Bana, bir arkadaşımın hediye ettiği, modern insanın dramını işleyen ve okurken bu denli boğulur gibi hissedeceğim bir kitabı okuduktan sonra bu kadar sarsılacağımı söyleselerdi, affedersiniz, ağzım olmayan başka bir yerimle gülerdim. Fakat işte, birkaç yıl sonra, burada şu an size bu kitabı acilen okumanızı söylerken buluyorum kendimi.
Abbas Sayar – Yılkı Atı
Düşenin dostu olmaz, hele bir yol düş de gör.
Büyük bir risk alıyor ve bu listeye, Yılkı Atı’nı dâhil ediyorum. Yılkı Atı, ödül almış, okulların okunması gereken eserler listesine girmiş, sayısız kere övülmüş ve sayısız çarpı sayısız kere de tartışılmış bir kitap. Ama birkaç özelliği var ki bence okunmasını elzem kılıyor.
Birincisi, Abbas Sayar, lafı asla dolandırmadan kapıyı suratınıza çarpar gibi kendi doğanızın kötülüğünü yüzünüze vuruyor. İkincisi, bu yılkıya bırakılan Doru Kısrak’ın romanı ama onu, hem bir atın öyküsü gibi hem de kendi geleneklerinizin potasında eritip, fikrini asla sormadan feda ettiğiniz, kullandığınız her canlının öyküsü gibi okuyabilirsiniz. İki durumda da ağlayabilirsiniz elbette.
Üçüncüsü ise az önce söylediğim gibi sayısız kere övülmesine sebep, kitabın dili. Yüz sayfadan biraz fazla olan bu romanı okumak bile “Ben Türkçeyi biliyor muyum?” dedirtmeye yeterli. Burada asla eski, ağdalı bir dili kastetmiyorum, belirtmeden geçmeyeyim. Aksine olabildiğince sade, olabildiğince gündelik, olabildiğince -tırnak içinde- halkın dili. Daha büyük amme hizmeti olmaz, okumadıysanız okuyun. Bitirince eleştiri veya şikâyetleriniz olursa onlar için de bekliyorum.
Yusuf Atılgan – Ekmek Elden Süt Memeden
Konuşmaya razı olmak yüzünden uğradığım zararların ilki, memeden kesilmek oldu.
Yusuf Atılgan’ı Aylak Adam ve Anayurt Oteli ile aslında yakından biliyoruz. Ancak benimki bir meyillilik hâli; masalları, romanlardan daha çok seviyorum. 1981 tarihli bu minicik kitap, temelde iki tane masaldan oluşuyor. Masal, evet ama masal olması da “Bir Çocuk Kitabı” başlığıyla çıkması da sizi yanıltmasın, yazarın kendisinin de belirttiği gibi hem çocuklar için hem de yetişkinler için bir şeyler var bu kitapta.
Atılgan, kitabı yazarken ninesinden dinlediği masallardan yararlanmış, başlangıçtan bitişine kadar da zaten olabildiğince masal formunu görüyorsunuz. Bendeki Yapı Kredi Yayınları’nın resimli baskısı, puntolar kocaman, zaten çocukken tutuşturuldu elime. Fakat bunlara aldanıp doğrudan çocuklarınıza verirseniz, tıpkı bilindik masalların özgün hâlleri gibi dehşetli sahnelerle baş başa bırakabilirsiniz onları. Dedim ya, Atılgan hâkimmiş masallara ama bizim alışkın olduğumuz sansürlü şekillerinden de ötesine. Tabii sosyal mesafe zamanı, evdeyiz; yeğeniniz, kardeşiniz, evladınız varsa biraz yumuşatıp, siz okuyabilirsiniz onlara. Bir taşla iki kuş, bu da böyle bir tavsiye olsun.
Bu listeye başladığımda üç kitap seçmiştim, üçünün de teması iki eksik bir fazla, düşler ve gecelerle ilgiliydi. Sonra biraz geçmişe de yolculuk yapıp iki tane daha ekledim, işlevsel olsun istedim. Liste tamamlandığında temadan uzaklaştı fakat yine de bir şekilde birbirini anlatan daha farklı bir şey çıktı ortaya ama siz isterseniz, ilginizi çekenlerden kendi listenizi yaparsınız zaten. Yapmışken bizimle de paylaşmayı unutmayın!