Lost, hep beraberinde tabularını getiren bir dizi oldu. İlk üç sezonunda hakkında kötü bir şey söylemek, son sezonlarda Lost’un eski Lost olmadığını söylememek, dizi bittikten sonra “yav böyle de son mu olur” diye muhabbet çevirmemek de facto yasaktı malum. Lost acısıyla tatlısıyla bir dönemdi, başladığı gibi bitti. Ben dizinin bitimine müteakip Lost’a büyük haksızlıklar yapıldığı kanaatindeyim. Bu haksızlıkların büyük bir kısmı aslında diziyi takip ederken gerekli özeni göstermeyen insanlar tarafından yapılsa da, azımsanmayacak kadar Lost canavarı da diziyi geçtiğimiz yıllarda yerden yere vurdu. Bu yazımın amacı Lost’u zamanında takip etmiş, sonunda büyük hayal kırıklığına uğramış kişileri ikna etmek değil, siz şöyle bi kenara çekilin. Yazının hedef kitlesi takriben 1994-2000 arasında doğmuş olup abilerinden ablalarından “Ya Lost diye bi dizi vardı sonra çok bozdu” geyiklerini defalarca dinlediği için Lost’ta mahrum kalmış gençler.

Öncelikle Lost’un döneminden başlayalım. Pilot bölüm 2004’ün Eylül ayında yayınlandı. O zamanlar TV ve internet dünyası şimdiki gibi değildi. Yeni çıkan dizilerden hemen haberdar olmuyorduk. dizi izlemeye yarayan malum kavramlardan haberdar değildik. Bunların ötesinde diziler insan yaşamında çok daha az yer kaplıyordu. Lost’tan önceki Amerikan dizilerine baktığımız zaman –çokça istisnası olsa da– genelde vakit geçirmeye yönelik ve –bunun daha da çok istisnası olsa da- pek kafa yormayan, kurgu, oyunculuk ve senaryo anlamında iyi olsa da muhabbeti bölümden sonra en fazla 2-3 gün süren dizilerdi. Bu noktada muhtemel yanlış anlamaları bertaraf edeyim hemen. Lost’tan önceki diziler kötüydü demiyorum. Lost’un yarattığı etkinin yarısını bile yaratabilen bir dizi hiç olmadı daha önce. Yoksa mesela Twilight Zone gibi, Twin Peaks gibi, X-Files gibi çağının çok ötesinde, kült diziler de vardı. Ama Lost doğru zamanda doğru yerde doğru şekilde ortaya çıktı ve dizi dünyası bir daha hiç aynı olmadı.

108

Lost yayınlandığı andan itibaren seyircinin muazzam şekilde ilgisini çekti. Gerek içinde barındırdığı gizemli olayları seyirciye sunuş biçimi gerekse eşsiz kurgusuyla karakter arka planını daha önce hiç bir dizinin yapmadığı şekilde doldurması Lost’tun diğerlerinden en büyük farklarıydı. Fakat bu iki özelliği zaman içinde birbiriyle yarışmaya başladığı için seyirci birini seçmek zorunda kaldı. Soyut kalmasın açıklayayım. Lost’u insanların çoğu gizemli olaylar için izliyordu. Bu insanlar haliyle Lost’u bir olay dizisi olarak gördüler. O yüzden Lost zaman zaman karakter dizisi özelliklerini daha fazla hissettirince, bu durum seyircinin küsmesine yol açtı. Lost’un karakter analizlerinin dizinin kurgusunda kaybolmasıyla seriyi karakterler için izleyenlerin Lost’a gönül koyması durumu da yaşanmıştır elbet, ama bu, diğerine göre daha nadirdi.

Dizinin ilk üç sezon kesinlikle dizi tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Seyirci ilk kez haftada bir gün pasif bir şekilde dizi izlemekten çıkıp forumlara koştu, ailesiyle, arkadaşlarıyla sabahlara kadar kafa patlattı. Türlü teoriler üretildi; teori çatışmalarıyla tartışmalar, kavgalar çıktı. Beyin fırtınaları hava uçuştu. Sawyer’cılar Jack’çiler birbirlerine üstünlük sağlamaya çalıştılar, John Locke’izm felsefesi oluştu ve epeyce bir taraftar topladı. Sonra ne olduysa diziye olan ilgi azalmaya başladı. Dizi ilk sezonda ortaya koyduğu gizemli havayı dağıtmaya başladıkça, bu havanın yerini koyduğu yeni gizemler de seyirciyi eskisi kadar cezbetmeyince Lost kimilerine göre “bozmaya” başladı. İlk üç sezondan sonra toplam 2 sezon, 48 bölümlük hikâyesi kalan Lost’un yapımcılar ve kanalın ticari kaygılarıyla 16 bölümlük 3 sezona yayılması da kimilerine göre dizinin ruhuna büyük bir ihanetti.

Lost-Cast-Season-One-lost-2543754-1369-876

En nihayetinde Lost seyirciye verdiği tüm sözleri tutmuş olarak bitti. Hikayede açık kalmadı ve karakter gelişimi muazzam bir şekilde tamamlandı. Teknik açıdan ise, Lost’un Orson Wells’in Citizen Kane ile sinema tarihinde yaptığı değişimi dizi tarihinde yaptığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Daha önce dizilerde sadece aslında geçmişte böyle olmuş/gelecekte böyle olacakmış düşüncesiyle kullanılan flashback ve flashforward bölümlerin kurgusunda çok da güzel yedirildi ve dizinin karakter kurgusuna eşsiz bir derinlik kattı. Lost’un bozduğu belki tek nokta seyirci beklentilerini çok farklı kulvarlarda çok farklı seviyelere çekmesiydi. Bu da direk olarak Lost ekibinden ziyade seyircinin hatası bir yerde. Son sezonda hatta durum öyle bir noktadaydı ki, insanlar son bölümde J. J. Abrams’ın bizzat çıkıp “Evet arkadaşlar, şimdi Lost soru cevap saati yapıyoruz” demesini beklediler adeta.

Lost, kurgusuyla, hikâyesiyle, havasıyla, kullandığı mitolojik öğeleriyle, oyunculuğu, yönetmenliğiyle ama hepsinden öte seyirciyi kendine bağlama kapasitesiyle yeni bir dönemi başlatmış oldu. Ben tek bir şeyden eminim, biz şu an hala o dönemdeyiz…

Author

Ankara'da yaşayan bir İzmirli. Her şeyi öğretiriz ama hiç bir şeyi tam öğretmeyiz bölümünden mezun oldu, ne iş olsa yaparım abi kafasında.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.