Hani okul döneminde çok meşgul oluruz da hele bir tatil gelsin, hiçbir günümü boş geçirmeyeceğim gibisinden saçma sapan sözler veririz ya kendimize, işte tam o evredeyim ben de. Bunun gerçekçi olmadığını ve muhtemelen yalnızca yazın başında yirmi tane oyun bitirip sonra sadece duvara bakarak zaman geçirmeye döneceğimi biliyorum. Bunun bilincinde olmama rağmen lisans dönemi başladığında yapma fırsatı bulamadığım her şeye deli gibi saldırmak istiyorum. Ertelediğim birçok kitap var, kaçırdığım birçok oyun, dahil olamadığım birçok muhabbet…
İşte bunlardan birisi de Remedy Entertainment’ın epeyce övülen oyunu Control’dü. Oynamayı sürekli olarak erteledim ve Furkan’ın şuradaki güzelim yazısında Game Pass’e geldiğini gördüğümde artık ertelememem gerektiği konusunda ikna ettim kendimi, böylece oyunu üç günde oynayıp bitirdim.
Üzerine konuşabileceğim bir oyun olduğunu düşünüyorum, yani bugün içimi dökeceğim sizlere. Yazıda büyük spoilerlar yok, tamamen kendi oynayış tecrübemi aktarmak için yazıyorum. Kim bilir, belki sizlerle aynı yollardan geçmişizdir.
Ne Bekliyordum?
Açıkçası oyuna başladığımda bildiğim tek şey telekinezi kullanıp uçtuğumuzdu– Yani, reklamlarda pazarlanan kısmı da çoğunlukla buydu oyunun zaten. Bilim kurguyu ve telekinezi yeteneğini fazla fazla seven, hatta Star Wars’ta en çok ilgilendiği şey force olan birisi olarak bu oyunun yeni favorim olacağını, ana hikâyeyi bitirip bir de üstüne sadece sağa sola bir şeyler fırlatarak yüz saat geçireceğimi düşündüm.
Bütün bunların yanında bir de fazlasıyla övülüyordu tabii. Övgülere güvenerek iş yapan birisi değilim, sadece övüldüğünü bildiğim şeylere başladığım zaman ister istemez kendi tecrübemi okuduğum yorumlarla kıyaslıyorum. Sevildiğini görmüştüm, bu yüzden de tamamen sıfırdan başladığım bir oyun diyemem Control için.
Oynanışı Nasıldı?
Heh, işte oyunun beni en çok etkilediği yere giriş yaptık. Oyuna başlar başlamaz hikâyesinden çok oynanışı beni etkiledi. Çok fazla farklı silah opsiyonu olmasını veya bu silahların hepsine yirmi farklı eklenti takmayı sevmiyorum, dolayısıyla Control oynanışının basitliği ile benden tam puanı aldı. “Vuruş hissi” dediğimiz, artık herkesin ağzında dolaştığı için benim bile pek ciddiye almadığım şu mevzu var ya, onu bu oyunda tam manasıyla hissediyorsunuz. Hazırsanız şu klişe cümleyi kuracağım: Vuruş hissi çok iyi.
Bunun yanında oyunun bulmacaları için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Artık oyunlarda sadece bulmaca olsun diye koyuyorlarmış gibi geliyor. Hiçbir mantığı olmayan, bir odadan çıkıp öbürüne koşmalı, sağa sola yürüyüp x butonuna tıklamalı bulmacalar koyup duruyorlar oyunlara. Üzülerek söylüyorum ki Control de bundan nasibini almış. Çok hoşuma giden bulmacalar da yok değildi, örneğin “punch card puzzle” adındaki HRA makinelerini düzeltme bulmacasından epeyce keyif aldım. Fakat maalesef ki bu kısım azınlığı temsil ediyor zira bulmacaların çoğunu hiçbir şey bilmeden yapmak durumunda kaldım.
Hatta Oceanview Motel adındaki konuma vardığımızda çözmemiz gereken bulmacalar, ki bu konum oyun içinde birçok defa karşımıza çıkıyor, tamamen şanstan ibaretti. Birçoğunu rehbere bakmadan çözemezdiniz- Yani, muhtemelen çözerdiniz ama bu tamamen rastgele olurdu. Bir oyunun oyuncusuna bütün ipuçlarını vermek istemeyişini anlıyorum, hikâye anlatımı bunu gerektiriyordur belki de fakat bunu kabul edersek de oyunda kocaman bir dengesizlik oluşuyor. Bazı bulmacalar gayet mantıklı iken bazılarında hiçbir ipucu vermeden sizi odalara girip sağa sola tıklamaya mecbur ediyor. Dolayısıyla ne eğlendirici ne de mantıklı bulduğum Oceanview bulmacalarının bayağı gereksiz olduğunu düşünüyorum.
Yan yana olan iki odayı birbiri ile aynı şekle getireceğim, ki bu odaların kapıları yalnızca masadaki zile basarak açılabiliyor, böylece daha önceden kapalı olan üçüncü odada masanın üstünde bir anahtar belirecek. Çok manasız, anlatabiliyor muyum? Herhangi bir hack-n-slash oyununda da sağa sola tıklayabilirim gayet tabii fakat böylesine derin bir hikâye sunmayı hedefleyen bilim kurgu oyununda şansa bala bulmaca çözmek hiç hoş gelmedi bana.
Can Alıcı Soru: Hikâyeyi Anladım Mı?
Doğrusunu söylemek gerekirse hikâyesini anlamak için epeyce bir çaba sarf ettim. Eğer bu oyunu dümdüz oynayıp bitirmek istiyorsanız oynanışından büyük keyif alırsınız ama hikâyesi için oynayacaksanız oynanışta harcadığınız saatlerin beş katını vermeye hazır olun: Okunması gereken her şeyi okuyup dinlenmesi gereken her şeyi dinlemeniz gerek.
Oyun tek başına sağlam temelleri olan bir bilim kurgu anlatmakta başarılı değil veya bize bunun sözünü vermediği için böyle bir hikâye sunmuyor. Onun yerine çok daha dolambaçlı bir hikâyeyi neredeyse şifreli cümlelerle aktarıyor ve oyunun içindeki ekstra materyallerden faydalanmadan anlamanız neredeyse imkansız hale geliyor. Oyunun sonuna kadar hikâyeyi takip etmek zaten zor, sonunda da iyice kafanızı karıştırıp son vuruşu yapıyor ve kendinizi credits ekranını boş gözlerle izlerken buluyorsunuz. Az önce ne oynadım?
Hikâyeyi anlatmak niyetinde değilim fakat bitirdikten sonra bir ton şey okuyup nispeten anladığını düşünen birisi olarak bu konuda bayağı bir sorum olduğunu söyleyebilirim. Oyun birçok açık kapı bırakıyor ve ikinci bir oyunun sinyallerini veriyor. Bu kadar beğenildiğine göre de zaten ikinci oyunu eninde sonunda göreceğiz, acele etmeye gerek yok gibi. Bununla beraber şurada da haberini verdiğim bir co-op yan oyunun yolda olduğunu biliyoruz, o konuda da heyecanlıyım.
Oyunun birçok noktasında hikâyeden kaynaklı olarak yarıda bırakma isteğiyle savaşmış olsam da önüme çıkan düşmanları tek tek pat küt vurmak çok zevkli geldiği için devam ettim. Bundan da pişman olmadım açıkçası. Hikâyesine hayran olduğumu söyleyemem kesinlikle, buna rağmen kompleks bir bilim kurgu hikâyesi anlatmaya çalıştıklarını görüyorum ve bu hoşuma gidiyor, daha iyi anlatılabilir diye düşünüyorum sadece.
Hikâyesine hayran değilim çünkü oyun bana dümdüz bir oynanışın sözünü vermemiş olsa da iki yüz tane collectible okuyarak anca anlayabileceğimi de hissettirmemişti. Özellikle collectible toplayan birisi değilim lakin oyunun sonunda Xbox bana yüz yirmi tane collectible topladığımın bilgisini verdiğinde girdiğim her odadan en az bir tane collectible topladığımı hatırladım, eh gayet tabii bunların da bir amacı var. Belli ki yapımcılar da oyun boyunca anlatmaları gereken hikâyeyi yeterince anlatamadıklarını düşünüyorlar. Ya da belki de oynayanların gerçekten kendilerini bu oyuna adamalarını istiyorlar ve oyuncuların minimum yüz yirmi tane collectible okuyacakları konusunda kendilerine güveniyorlar- İki türlü de hikâye anlatış biçimini bir miktar yavan bulduğumu söylemem gerek.
Çok sağlam temellendirilememiş, kaçırılmış bir fırsattan bahsediyoruz çünkü oyunun hikâyesinde çok harika olan bazı noktalar mevcut. Ahti aşırı derecede ilgimi çeken bir karakter mesela ama kesinlikle üzerine gidilmedi ve bu beni çok üzdü. Ayrıca oyunun ana konusu olan “The Hiss” hakkında öğrenmek istediğim kadar çok şey öğrenemedim, sorularıma pek cevap bulabildiğim söylenemez. İkinci oyunun bu konuya ağırlık vereceğini düşünerek geleceğe olumlu bakıyorum, ayrıca artık genel olarak bilim kurgu yazarlarının “insan deneyleri” klişesinden uzaklaşmalarını istiyorum ve hikâyesiyle ilgili düşüncelerimi burada bitiriyorum.
Control Bir Görsel Şölen Mi?
Hayır. Kötü niyetle söylemiyorum kesinlikle, bence ortalamanın bir hayli üstünde iyi grafiklere sahip. Çok küçük karakter animasyonlarından kocaman ve katmanlı haritalarına kadar inanılmaz yaratıcı bir atmosferin içine atıyor bizi. Özellikle renk paletine bayıldığımı söylemem lazım. Renk paletinin de aynı oynanış gibi basit olması, oyunun kompleks haritaları ve hikâyesiyle bir zıtlık yaratıyor ve ikisini de ayrı ayrı takdir etmemize yardımcı oluyor.
Bazı noktalarda yürüdüğümüz yolun üzerine gelen görüntüler, oyunun dünyasının inanılmaz derecede interaktif ve duyarlı olması (yerden veya duvardan parçalar koparıp fırlatabiliyoruz, projektörü yere düşürürsek yansıttığı görüntü de zarar görüyor, yere hızlı düşersek zeminde kalıcı iz bırakabiliyoruz) gibi yalnızca bu oyuna özgü olmasa da herhangi bir oyunda gördüğümde bile zevk aldığım o küçük detaylar, Control süresince de bana keyif verdi.
Fakat yalnızca bu kadar. Oynarken harika bir tecrübe olduğunu düşünüyorsunuz ve bu size yetiyor, belli başlı noktalarını takdir ediyorsunuz fakat ben neredeyse asla fotoğraf modunu açıp da kırk farklı açıdan çekmek istediğim türden mekanlara girmedim. Tabii ki söylediğim her şey tamamen öznel, belki de yalnızca ben görsel şölen dendiğinde apayrı şeyler düşünüyorumdur fakat benim gözümde durum bu arkadaşlar. Oyun durdurup fotoğraf çekmenizi gerektiren bir tecrübe değil, oynarken takdir etmeniz gereken bir tecrübe. Tatlı bir oyun ama hepsi bu.
Çok Konuştun, Özet Geç
Control’ü öneririm fakat oyunun tahmin ettiğinizden daha çok şey talep eden bir tecrübe olduğunu bilerek girmenizi daha çok öneririm. Belli noktalarda zorlaşıyor, belli noktalarda yavaşlıyor, belli noktalarda çok zevk veriyor ve bazen de sinirden kafayı yedirtiyor. Hikâyeyi anlamak için özel çaba sarf ediyorsunuz ve bazı bulmacalar gerçekten anlamsız. Buna rağmen oynanışı çok zevkli olduğu için oynamayı bırakmıyorsunuz. Sonuç olarak bu oyunu ne yarınlar yokmuşçasına övesim ne de yerin beş metre altına gömesim var açıkçası. Pişman olmayacağınız bir tecrübe diyip bitirebilirim sanırım.
Benim Control tecrübem bu yöndeydi, sonunda bu konuda içimi dökebildiğim için ne kadar mutlu olduğumu tahmin edemezsiniz. Peki ya siz oynadınız mı? Oynadıysanız ne düşünüyorsunuz?