Olanları tekrar özet geçmek gibi bir niyetim yok. Azıcık internette dolansanız, bir yerden karşınıza çıkacak zaten.
Bugün Fransa‘da bir terör saldırısı oldu ve 12 kişi öldü bu saldırı yüzünden. Saldırının hedefi bir mizah dergisi olan Charlie Hebdo‘ydu. Ölenler de çizerler, yazarlar, dergi çalışanlarıydı. Saldırıyı düzenleyen grup -ben bu satırları yazdığım sırada- bilinmiyor. Tek konuşulan şey, bunun İslam adına yapıldığı iddiaları.
Meseleyi tartışmak istemiyorum. Dürüst olmak gerekirse, bunu yapmak için gerekli kuvvete sahip değilim. Vakti zamanında, Gezi Direnişi sırasında şöyle bir video yayınlamıştım. Olayı tamamen yanlış anlayan yabancı basın ve bireylerin işin doğrusunu duymaları için cep telefonumla çekmiştim o videoyu. Orada söylediklerim şuydu: “Attığım her tweet’ten önce düşünüyorum. Yazdığım her blogdan sonra otosansür uyguluyorum. Çünkü düşündüklerin ve söylediklerin için hapse girmek hiç uzak bir ihtimal değil bu ülkede. Bu hepimiz için geçerliydi. Bugüne kadar. Artık korkmak istemiyoruz. Bu yüzden mücadele ediyoruz.“
O gün bunları alkışlayanların arasından bugün “ama mesele din olunca iş değişir aga” diyenler çıkmış olması da kaderin bir cilvesi herhalde.
Bir insanın söylediği şeyleri ve icra ettiği sanatı, başka insanların “kutsal” kabul ettiği değerler üzerinden kısıtlaması gerektiğini savunursanız, duracak bir yeriniz yok. O saatten sonra durmanız için bir sebep yok yani. Bir noktadan sonra olayın “35 milyon kişinin tuttuğu Galatasaray’a laf edemezsiniz” seviyesinden, “albümü 300 bin satan Ozan Doğulu’ya ağzı çemçüpe benziyor diyemezsiniz” seviyesine düşmemesi için önünüzde hiçbir sebep yok.
İfade özgürlüğünün istisnası olmaz.
İnsan haklarının da istinası olmaz.
Duvarı bir yerinden açarsanız, geri kalanının bir anlamı kalmaz. “Ama zamanın şartları onu gerektiriyordu” derseniz, biri de size başka bir zamanın başka bir şartlarında yaptırım uygular/savunur. Siz bir insana “Bence İslam komik bir din” dedirtmezseniz, bunu diyenleri ölümle tehdit eder ve öldürürseniz, yarın öbür gün çıkıp da “Ermeni Soykırımı yalandır da mı diyemeceğiz yani?” gideri de koyamazsınız masaya, argümanınız kalmaz.
Bunların pek geçerli olduğu bir coğrafyada yaşamıyoruz. Yaşam alanına sevmediği bir insan tipi girince yıllardır Avrupa ülkelerinde gördüğü tavrı benimsemekte beis görmeyen (“Niye Araplar doldurdu güzelim Talimhane’mi? Araplar niye benle aynı üniversitelere girebiliyor hem de sınavsız? Niye benim işlerimi çalıyorlar?”), mezhep farkı yüzünden linç yapmayı meşru kabul eden, hâlâ önderinin savunmasını dogmatik beyanlarla yapan bir yer burası. Kutsallarımızı sorgulamıyoruz, sorgulayanlara hoşgörülü davranmıyoruz.
Fakat konuşmak istediğim şey bu değil.
Biz bunun üzerine birkaç paylaşım yaptık Facebook sayfamızda. Şuradan, şuradan, şuradan ve şuradan görebilirsiniz. Bunların altına ilk gelen yorumlardan biri, “peki X olayda neredeydiniz, niye şimdi tepki gösteriyorsunuz?” oldu. Doğal. Bekliyorduk da bu yorumu.
Ya hakikaten, biz Gazze‘de kan akarken neredeydik? Ha? Canlı bomba patlayınca polis fotoğrafı koyduk mu? Darfur‘da kan dökülürken paylaşımları kestik mi? Peki Tibet’te ölen keşişleri niye yazmıyoruz? Sorarım bize, Putin LGBT haklarını savunan bir avukatı içeri alınca, Sisi bir UN avukatına “açıklama yapma yoksa seni hapse atarız” dediğinde neredeydik?
Ne cüretle bir şeylere tepki koyuyoruz?
Ne haddimize?
Bu retorik, tabii ki karşımıza ilk defa çıkmadı. Daha önce Gezi olaylarında ölen gençleri anarken de bu kullanıldı. “Berkin için ağlıyorsun ama, Esma’ya gözünü kırpmadın” denildi mesela. Durum sık sık yakın zamanda gerçekleşen İsrail caniliklerine bağlandı. Kurulan şey bir vicdan tuzağıydı kuşkusuz. O cümlenin amacı, “ya her şeye eşit tepki ver, ya da hiçbir şeye tepki verme” mantrasını oturtmaktı ve herhalde söylemeye gerek yok, tercih edilen şey hiçbir şeye tepki vermememizdi. Vicdan ve hakkaniyet belli ki bunu gerektiriyordu.
Ben bu bel altı yumruktan çok sıkıldım açıkçası ve müsaadeniz de varsa birkaç kelam etmek istiyorum.
Beni az çok bu sayfalardan yazdıklarımla tanıyorsunuz. Tanımıyorsanız, etrafınızda düzenli Geekyapar okuyan biri varsa sorup soruşturabilirsiniz. Siyasi görüşümü az çok belli ettim buralardan, çünkü ilk günden, ilk kelimden sizle yaptığım anlaşma samimiyet üzerineydi. Ben gelirim ve konu ister Arrow, ister Soma, isterse de Amerikan dış politikası olsun, gerçekten inandıklarımı sizinle sohbet eder bir dilde anlatır ve giderim. Bir şey seviyorsam cidden seviyorumdur, sevmiyorsam da sevmiyorumdur. Kendi görüşlerimi saklamayı aşağılık bir hareket olarak görürüm. Noktadır. Virgülü gelmez.
Ve bu “ya her şeye eşit tepki ver, ya da hiçbir şeye tepki verme” argümanın dünya ahiret gördüğüm en saçma şeylerden biri olduğunu düşünüyorum.
Altını ne kadar çizsem az, ne kadar vurgu yapsam yetersiz. Bir insan tepki vereceği şeyleri ve onlara tepki vereceği ölçüyü şahsi geçmişi, kişisel duyarlılıkları ve mazisinden gelen duruşuyla kendi belirler. Bunun ayıbı olmaz. Bunu günah veya iki yüzlülük kabul edemezsiniz. Bakın, tekrar söylüyorum. Kişinin laflarını, sözlerini ve tercihlerini belirleyen mazi, kişilik ve duruş; tepkilerini de belirler.
Buna hep verdiğim bir örnek var. Nazan Fennell. Kendisiyle hiç şahsen tanışmadık. İngiltere’de ikamet eden, orta yaşlarda bir kadın. Gezi vasıtasıyla, internet üzerinden iki sohbet ettik kendisiyle, o kadar. Kendisinin bir oğlu, iki de kızı var. Küçük kızını bir trafik kazasında kaybetmiş. Bir kamyon, bisiklet binen küçük Hope’a çarpmış. Fennell de bunun üzerine LiveIn Hope hareketini başlatmış yaşadığı Birmingham şehrinde. Fennell‘ın tüm Facebook aktivitesi bunun üzerine. Bunu kendine haklı olarak dava edinmiş kadın. Bir bisikletçi, bir araba tarafından yaralanınca bir tek o paylaşıyor. Hatta o, neredeyse çoğunlukla bununla ilgili konuları paylaşıyor. Protestolar yapıyor bu konu üzerine. Devletle bu konu üzerine iletişime geçmeye çalışıyor.
Siz elinizi vicdanınıza koyup o anneye “bisiklet güvenliğinden daha önemli meseleler var bu dünyada” diyebilir misiniz? Onun için bisiklet güvenliğinden daha önemli meseleler olması gerektiğini savunabilir misiniz rahatlıkla?
Yazın hepimizin dilinden düşmeyen ALS hastalığının vakıflarında didinen insanlara bakın. Her biri bir yakınını bu hastalığın pençesine kaybetmiş insanlardır. Buna hassasiyet gösterir, Facebook‘ta bunun üzerine paylaşımlar yapar, özel hayatlarında da bu meseleye dikkatli olurlar. Eğer kamuya açık bir yerde sara nöbeti geçiren bir insan görürseniz, dikkat edin. Ona yardıma ilk koşan, bu olaydan en çok etkilenen kendi yakını böyle bir şeyi yaşamış insanlardır.
İnsan dediğin geçmişiyle dirilen bir varlık. Tabii ki hassasiyetleri de geçmişinden gelen koşullar ve söylemler üzerine şekilleniyor ve şekillenecek. Herkes aynı anda Doğu Türkistan’dan bahsetmek zorunda değil. İnsan olan tabii ki bir caniliği gördüğünde doğru tepkiyi verip, bundan iğrenmelidir. Ama bununla ilgili yazıp çizmek, buna eğilmek, bunu dava hâline getirmek her insanın milli ve vicdani görevi değildir. Bu yüzden STK dediğimiz şeyler var zaten. Kendileri için önemli olan davalarda savaşan insanlara bir kanal açılsın diye.
Siz tutup Mehmetçik Vakfı’na “Neden sadece Türkiye’deki şehitler ve askerlerle ilgileniyorsunuz?” diyemezsiniz. Tutup da TEMA’ya “yani bir sorun ağaç mı kaldı şimdi?” diyemezsiniz.
Onların davası odur.
Tabii ki vicdanen herkes kötülüğe karşı belli bir tepki vermek zorundadır, ama herkesin her konuya tepkisi yüz üzerinden yüz kilometre olamaz. İnsan olarak bütün eforumuzu, ruhani kaynaklarımızı ve dirayetimizi de tek bir konuya aktarmak zorunda değiliz. Ama zaten, “Peki X olurken neredeydin?” sorusunun amacı da bu değil.
Biz buna tepki gösterdik ve göstermeye de devam edeceğiz. Çünkü hayatını bir şeyler ifade ederek kazanan insanlarız. Biz Charlie Hebdo gibi, basın yayın alanında faaliyet gösteriyoruz. Tabii ki sadece bizim gibi bir şeyler yazıp çizdiği için katledilen insanlar bizim için daha şahsi bir şeyler ifade ediyor. Aynı dinine çok bağlı insanların, sadece dini yüzünden katledilen insanlara daha şahsi tepki vermesi gibi. Aynı milliyetine derinden aşık insanların, sadece milliyeti yüzünden taciz edilen şahıslara daha çok tepki göstermesi gibi.
Ya her şeye eşit tepki ver, ya da sus önermesi, susturmaya yönelik bir önermedir. Sonunda sizin biat etmenizin en sağlıklı sonuç olduğunu gösteren bir tuzaktır. Bir şey ifade etmez. Etmesi gerektiğine inandırmayalım artık kendimizi. Herkes kendisi için en önemli davayı seçsin, ve onun peşinde tepki versin, konuşsun, tartışsın. Bombalar patlamadığı, silahlar çınlamadığı sürece, dava peşinde koşmanın kimseye bir zararı olmaz.
Zaten koşmaya koşmaya buralara gelmedik mi?
24 Comments
Bilmem Wil Wheaton’un Geek / Nerd olmanın kendisi için ne ifade ettiğini anlattığı videoları izlediniz mi? Beni çok etkilemiştir ve yazınızla uzaktan da olsa ilişkili bulduğum için paylaşmak istedim. Herkesin hayatında ilgilenmeyi çok sevdiği bazı şeyler vardır. Mesleğini, hobilerini, evcil hayvanını, yazı yazmayı, resim yapmayı vb. nasıl sevdiği ve aynı şeyleri seven kişileri bulduğunda duyduğu sevinç Geek olmayı harika birşey haline getirir. Başka insanların önemsiz bulduğu şeyleri öğrenmek için bile uzun zaman harcayabiliriz. Sırf birşeyi yerinde görmek için uzun yollar katedebiliriz veya pek kimsenin duymadığı bir filmde kullanılan eşyanın replikasına yüklü miktarda para bayılabiliriz. Neyi sevdiğimizin önemi yok çünkü her geek’in ilgi alanları farklıdır, önemli olan “nasıl” sevdiğimiz. Aynı şeyleri seven insanlar bulduğumdaki sevincimi veya Geekyapar! gibi bir internet sitesinin haberlerini takip ederken, yorum yaparken aldığım zevki hiçbirşeyle değişmem. Sevdiğimiz birşey bulunca sevebildiğiniz kadar sevmemiz gerekir. İşte bu nedenle özellikle de bu sitede neyi neden sevdiğimizi, neden önem verdiğimizi, neden bazı şeylere tepki verdiğimizin veya başka şeylere tepki vermediğimizin yine siteyi takip edenler tarafından sorgulanması çok ilginç. Birşeyleri sevin ve peşinden koşun ama nazik, onurlu, saygılı olun. Çoğunluk bişeye karşı diye tepki verip çoğunluğun normal karşıladığı bize uymayan şeylere tepki vermemek söz konusu olamaz. Kendi doğrularımız ve yanlışlarımız olmalı. Sözü fazla uzatmadan gösterdiğiniz duyarlılık için sizi kutluyorum, hayatta başarılarınızın devamını dilerim 🙂
yazının amacı açısından son derecede haklısınız. neticede dünya üzerinde bu kadar haksızlık varken bir insanın hepsine birden tepki göstermesi imkansız.
ama ifade “özgürlüğünün istisnası olmaz” lafına takıldım biraz. kastettiğiniz tam olarak neydi bilmiyorum, yanlış anladıysam yazdıklarımı dikkate almayın. istisnadan kastınız sınırlamalar ise evet, tüm insan haklarının sınırları vardır. bu sınırlar, insan hakları evrensel beyannamesinde de avrupa insan hakları sözleşmesinde de açıkça çizilmiştir. tüm insan hakları tek tek sıralandıktan sonra son madde olarak maddelerim kötüye yorumlanması şeklinde belirtilir. bu bildirgelerde sözü edilen tüm hakların, başka maddelerdeki haklara karşı kullanılması böylece engellenir. yani bu olay özelinde örneklersek, ifade özgürlüğü ülkeden ülkeye ve yorumdan yoruma değişmekle beraber, din/vicdan özgürlüğünün ve özel/tüzel kişilerin şöhret ve saygınlığının korunması amacıyla sınırlandırılır. Bu durumda bir karikatüristin bir peygamberin karikatürünü çizmeye hakkı vardır ama bu hakaret ve küçük düşürücü içerikli olamaz.
Doğru söylüyorsunuz, ülkeden ülkeye değişir. Örneğin Fransa gibi dinin bir düşünce olarak algılandığı bir ülkede diğer her türlü düşünürü nasıl eleştirip alaya alabiliyorsanız, dini ve din adamlarını da öyle eleştirebilirsiniz. Yine çoğunluğun hristiyan olduğu Fransa dahil tüm ülkelerde İsa rahatlıkla alaya alınır, tonlarca farklı şekilde resmedilir. Avrupa anlayışı budur, Avrupa’da hakim bunu böyle yorumlar.(Hebdo daha önce de Muhammed’le ilgili alaycı karikatürler çizmişti, ceza almamıştı.)
Siz şimdi çoğulcu demokrasi konusunda böyle bir özgüven geliştirmiş insanlara “ama benim ülkemde öyle değil” diyebilir misiniz?
Ayrıca ifade özgürlüğünün sınırlarına uymazsanız en fazla manevi tazminat ödersiniz. Şiddeti haklı gösterecek hiçbir sınırı yoktur ifade özgürlüğünün.
“ifade özgürlüğünün yorumu ülkeden ülkeye değişir” diye belirtmemin sebebi AİHM in bu konuda ulusal mahkemelere takdir payı tanımış olmasıydı. neticede dinin kültürel önemi ve dine bakış toplumdan toplumdan değişir. 9. ve 10. maddelerin çatışması durumunda evrensel bir çözüm bulmak imkansızdır bu yüzden. ancak ille de kıyas yapmak gerekirse, fransanın veya başka bir ülkenin hukuk sistemlerini değil bizzat AİHM kararlarını referans almak daha doğru olur kanaatindeyim. nitekim fransa mahkemelerinin yahudi ve ermeni soykırımlarının inkar edilmesini yasaklayan, ifade özgürlüğü ihlali içeren kararları ortadadır.
AİHM in bu konuda geçmiş davalardaki görüşlerini incelemek için şu kitapçıklara göz atabilrsiniz:
http://www.anayasa.gov.tr/files/insan_haklari_mahkemesi/el_kitaplari/dusuncevicdandin.pdf ——-(sayfa 71:Düşünce, Vicdan, İnanç ve İfade Özgürlüğü)
http://www.anayasa.gov.tr/files/insan_haklari_mahkemesi/el_kitaplari/AIHSmad10Ifade.pdf ——-(sayfa106: Madde 93)
incelendiğinde dini değerlere hakaret içeren yayınlar hakkında verilen kararlarda, ilgili yayının iptalinin doğru olduğu kanaatinin belirtildiği görülür.
Ben de “ifade özgürlüğünün istisnası olmaz” cümlesine takıldım. Ayni zamanda Fransa Filistin yanlisi mitingleri yasaklayan, (http://rt.com/news/173412-france-palestinian-israel-protest/), kendi sarkicilarini Fransa’yi asagiladigi iddiasiyla dava eden (http://www.nme.com/news/Monsieur-R/23193) bir ulke. Isvicre’de Ermeni soykirimini inkar etmek adli suc. Ifade ozgurlugunun sinirlari vardir ve zaten olmalidir cunku gozumuzu kapatip “ben kendimi ifade edecegim” diyip birlikte yasadigimiz toplumlari goz ardi edemeyiz. Ben simdi Amerika’ya Ferguson’a gitsem, duvara bi elinde bez diger elinde muz fil yikayan zenci adamlar cizsem bunun komik olmasini insanlarin gulmesini mi bekleyecegim? Israil’e gidip isci sinifinin cesetleri uzerinde para sayan bir Yahudi cizip herkesin ifade ozgurlugu askiyla beni savunmasini mi beklemeliyim?
Malesef, insanın farklı konularda farklı derecelerde hassasiyetleri olabileceği gerçeği meselenin sadece bir kısmını izah ediyor Yiğitcan. Dünya üzerinde bu tür meselelere verilen tepkilerin ölçüsüzlüğünün altında yatan tüm iktidar asimetrilerini gözardı ediyorsun. Sadece şu son bir sene ierisinde olan katliam ve terör olaylarına gösterilen tepkileri olayların vahşet boyutu ile kıyasladığımızda dahi bunu görmek mümkün. Senin sunduğun gerekçe ile sadece şuraya varabiliyoruz: aynı sosyal medyayı payalaşan insanların kahir ekseriyeti için “ifade özgürlüğü” mesela iki hafta önce okul basılarak öldürülen 150 kadar çocuktan prensip olarak daha kaygı verici. Şüphesiz bunu savunacak olanlar da çıkabilir, ama onlara karşı bir lafım yok, kendilerini kandırmaya devam edebilirler.
Burda mesele “medeni” dünyanın, arka bahçesinde olan olaylara tepkisizliği ile kendine karşı gerçekleştirilen olaylara verdiği tepkinin orantısızlığı. Bu noktada hepimizin “vicdanı” belli koşullanmaların filtresinden geçtiği için hepimiz açıkça belli olaylarda daha çok irkiliyoruz, gerçekten hangisinin daha çok tepkiyi yahut üzerine düşünmeyi hakettiğini değrlendirmeden. Malesef bu eşit piyasa şartlarında farklı ürünlerin hobilerimiz için rekabet etmesi gibi bir konu değil. İktidar, söylem ve medyaya hakimiyet derecesi gibi ziyadesiyle asimetrik koşullarda hangi olayın daha “şer” olarak kodlanacağı da yine belli iktidar ilişkilerinin sonucunda belirleniyor ve belli bir kanaat üretimine hizmet ediyor. Önmüzdeki sene içerisinde Pakistan’da Suriye’de yahut Irak’ta olacak hiç bir kanlı olayın şu 12 cinayet kadar Avrupa ve Batı medyasında yer bulmayacağı gerçeğinin arkasında yatan gerekçeler üzerine düşünmek gerekmiyor mu hiç? Bunu basit bir “farklı hassasiyetlerimiz var” ile açıklayabilir miyiz gerçekten?
Son olarak şunu da söylemek istiyorum. 200 yıldır sistematik bir şekilde siyasi ve ekonomik olarak sömürülmekte olan Ortadoğu halklarının siyasi istikrarsızlık fakirlik ve cehalet neticesinde verdiği tepkileri kendi 400 yıllık siyasi geçmişi neticesinde ancak yakın zamanda elde edebildiği kriterler üzerinden yargılayıp, bu sorunların yaratılmasında hiç bir sorumluluğu yokmuş gibi davranmak en hafif tabirle iki yüzlülüktür. Bunu Frank Miller faşisti çok yapardı, hala da yapıyor. Benzer bir şekilde Batı emperyalizminin çıkar hesapları yüzünden 100 senedir istikrar görmemiş bir coğrafyanın insanlarının şiddete meyyalini sadece inanç sistemleri ile kendi sorunları olarak kodlayıp ondan sonra kutsal gördükleri değerlerle dalga geçmek ve “bak biz İsa ile dalga geçiyoruz bişi olmuyor siz de düşünce özgürlüğünü benimseyin” demek de yine bir körlüğün ifadesi.
Charlie Hebdo için söylemiyorum bunu, belli ki daha ince mizah yapan bir grup çizer olmaktan başka cürümleri yok. Alla cümlesine rahmet eylesin. Ama dünyanın bir yarısı kısmen sömrügeci geçmişine borçlu olduğu bir refah ve hukuk düzeni içerisinde yaşarken, geri bırakılmış halkları kendi kriterleri ve standartları ile yarılamalarından artık bıktım. Kınamakla çözeriz ortadoğunun osrunlarını, böyle devam!
Alp selam,
Uluslararası düzlemde verilen tepkiler, bazı meselelere dair konulan yaptırımlar ve tabii ki bir takım olaylara verilen siyasi / askeri / ekonomik “cezalar” konusunda elbette haklısın. Ben de senin gibi Foucault’cuyum biraz uluslarası ilişkiler teorileri söz konusu olduğunda. Bilgiyi belirleyen şey muktedir olandır, bu “bilgi” tanımının içerisine hangi olayın daha “alçakça” olduğunun -kendi görüşlerine göre- doğal değeri de girer. Şüphesiz eğer objektif bir insani alçaklık biçmeye kalkarsak Charlie Hebdo saldırısından daha vahşi, daha korkunç şeyler bulabiliriz Orta Doğu’da çok rahatlıkla. Bunun için de hiç uzağa bakmaya gerek yok, YouTube’a “ISIS” yazsak yeter.
Fakat seninle ayrıldığımız bir nokta var, o da şu. Ben bu olayı basın ya da devlet nezdinde yargılamıyorum. Sorguladığım o vicdan tuzağının hedefine bireylerin konulmasıyla ilgili bir problemim var. Eğer sen onun hedefine atıyorum Amerikan devletini ya da BBC’yi koyarsan, soru başka bir hâle girer. O zaman sen gerçekten de bir “agenda” sorgulaması yapıyor olursun ki bu da sağlıklıdır. Örneğin daha önce hiç emsali olmadığı yokken bir ülkenin istihbarat şefi hakkında aynı ülkenin iki farklı gazetesinde bir hafta içerisinde iki uzun ve eleştirel makale yazılıyorsa “ne alaka?” demek herkesin hakkıdır ve bu sorulmalıdır da. Bu dediğin, detaylı bir okuma yapmanın, sunulanları sağlıklı algılamanın bir numaralı şartıdır.
Ama bunu bireylere soramazsın. Böyle bir hakkın yok. İsterse o birey Batı propagandasını özümsemiş olsun. İsterse oryantalist olsun. Bir bireyin kendisine dava edindiği şeyin arkasında yatan sebepler bir başka bireyi ilgilendirmez. Bu sorunun ülkemizde sorulan hâli genelde aynı yola çıkıyor. “Adalet” ve “eşitlik” adı altında, en rahat çözümün susmak ve hiçbir şeye aşırı tepki vermemek olduğunu oturtmaya çalışan bir mentalite var bunun ardında.
Benim anlatmaya çalıştığım şey de bu. Biz bir basın yayın organıyız, hayatımızı bir şeyler ifade ederek kazanıyoruz. Ve düzenli olarak korkuyoruz bu ülkede. Atatürk’lü CAPS basmaktan korkuyoruz, hükümeti eleştirdiğimiz bir yazı basınca iki kez düşünüyoruz, arada bir şeye giydirirken otosansür uygulamaya yakın buluyoruz kendimizi. Dolayısıyla bir mizah dergisi sadece mizah yaptığı için saldırıya uğrayınca bizim daha kalbimize yakın bir yerde can yakıyor. Ama bunun üzerine bir tepki koyduğumuzda, “X olurken neredeydiniz?” sorusu geliyor ki, bu soru aslında bu durumda şunu demek istiyor: “Benim katılmadığım bir duruş sergiliyorsun, bu yüzden kendini bana karşı odaklara peşkeş çektiğini varsayıyorum ve bu yüzden düşmanımsın ve riyakarsın.”
İşin şahıs kısmına geçip, uluslararası kısmına geri dönecek olursak da altının çizilmesi gereken bir şey var. Birincisi, ben temel insan haklarının hiçbir şekilde batı üretimi yapılar olduğuna inanmıyorum. Bu uğurda da hiçbir şey bana aksini ispat edemez. İkincisi, çok yerde basın/ifade özgürlüğü diğer temel haklar (yaşama, barınma vb.) gibi özgürlüklerden üst görülmüştür ama bunu da katılmıyorum. Sen Ebu Gureyb’de yaşananların daha vahim bir durum olduğunu savunabilirsin, ama ben de sana derim ki oradaki iğrenç durumların fotoğraflarını yayınlayacak organların başında bir Demokles’in kılıcı sallanıyor olsaydı senin ortada tepki koyacağın bir durumdan haberin dahi olmazdı. Üçüncüsü, Orta Doğu toplumlarının eksik kalan, yanlış icra edilen ve bariz bir şekilde insani değerlerin dışına çıkan pratiklerinin bahanesi olarak sömürgeci geçmişin gösterilmesi bana göre senin gözünde benim söylediklerimden daha oryentalist. Bu coğrafyanın sömürgeci Batı toplumlarıyla olan mazisi pek çok şeye bağlanabilir, bir çok korkunç şey de bunun direkt sonucudur. Ama her şeyin değil. Unutmamak gerek ki henüz bu toplumların Osmanlı hükmünden çıkmasının üzerinden 100 sene bile geçmedi. Orada işlenen pek çok değer, yerleştirilen pek çok alışkanlık ve yaşam biçimi hâlâ bizim “ecdadımız” yönetiminden geliyor. Evet, köktenci İslam oraya şırıngayla değil, kovayla atılmaya çalışılan yapay Batı değerlerine karşı verilen bir tepkidir. Ama bunun yapılan şeyleri meşru kılacağını düşünmek bir bahanedir, kolay bir çıkış yoludur, bugün AKP hükümetinin Kemalist statükoya karşı sık sık kullandığı bir retoriktir ve bence içi boştur. Biraz soğuk belki ama, herkes kendi yediği boktan sorumlu olursa, tarih süreci içerisinde “tavuk-yumurta” denkliği aramamıza gerek kalmaz, hepimiz biraz daha iyi insanlar oluruz otomatikman…
Bu arada gerçekten çok teşekkürler ince, zekice ve harika bir lisanla yazılmış eleştirin için.
İtirazımda Müslüman ülkelerde olan adaletsiz ve hukuksuzlukların tüm mesuliyetini Batı’ya yıkarak meşrulaştırdığını düşünmüyorum. Bilakis kendi doktora çalışmamı İslam düşüncesindeki otoriter siyasi eğilimlerin ve modern iktidar pratiklerinin sömürgecilik öncesinde başladığı tezi üzerine koyuyorum. Ama bu mükerrer batı müdahalelerinin ve neticesinde süregelmiş altyapı sorunlarının bu tür eğilimleri perçinleyip, kemikleştirdiği ve aşılmasını neredeyse imkansız hale getirdiği gerçeğini değiştirmiyor.
İnsan haklarının özünün vicdani olduğuna ben de kaniyim ama pratiğinin tarihselliğini ve bunların batıda kurumsallaşmasının ve içselleştirmesinin ne kadar uzun sürede ve ne kadar çetin mücadeleler sonucunda meydana geldiğini ve buna rağmen hala ihlallerin önünün alınamadığını ve çifte standartları dikkate aldığımızda, ve bu kavramların bir de devamlı Ortadoğu’ya müdahaleyi meşrulaştırmak adına kullanıldığı gerçeğini de üzerine eklediğimizde coğrafya insanının bu kavramları benimsememiş olması en azından anlaşılabilir.
Birey, kurumlar ve ajandalar arasında yaptığın ayrımın da fazla sunni olduğunu düşünüyorum. Sonuçta bu olay hiç bir zaman bir ajanda parçası olmaktan kurtulamayacak. Boko Haram’ın Baga’da katlettiği yüzlerce insan da birey. Aynı gün Yemen’de olanlarda.
Son olarak basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili çifte standartlara dikkat çeken şu yazıya da dikkatini çekmek istiyorum:
http://www.filmsforaction.org/articles/charlie-hebdo-this-attack-was-nothing-to-do-with-free-speech-it-was-about-war/
Hay ağzınıza sağlık!
“İktidar sizi nerenizden vuruyorsa orası kimliğiniz olur” der Milan Kundera. Aslında tüm yazının özeti bu bence. Hepimiz vurulduğumuz yerleri kimlikleştirip bunun üzerinden hareket ediyoruz ve bu çok doğal, çok insanca. Aksini iddia eden her kimse, her kim “peki x olurken neredeydin?” diyorsa zaten vuran tarafın asalağı olarak yaşamayı çoktan kabul etmiştir.
Yiğitcan ya, kendim filmloverss’a yazarken Charlie Hebdo hakkında, siz ne yaptınız acaba diye bir girip şunu okumuştum. Akşamına şu yorumu yiyip de geri döndüm:
“Benim adım Filistin, Suriye, Irak, Doğu Türkistan, Arakan ne zaman diyeceksiniz? İki yüzlü çakallar!”
Şu yazıyı sabah okumasam, ruh halim daha sıkıntılı olacaktı. Neyse ki geekyapar’a bir bakayım diye düşünmüşüm. Ayrıca yorumu yapan insanla boş bir tartışmaya girmek istemediğim için, deşarj olabileceğim bir alan da olmuş oldu.
kısaca: iyi ki varsınız abi. iyi ki üç beş manyak şu platformlarda sadece sevdiğimiz şeylerden bahsetmekle sınırlı kalmıyoruz da, bir şeyleri değiştirme çabasındayız. İyi ki bu lafları yiyecek kadar insana ulaşabiliyoruz da, bir şeyleri değiştirme şansımız oluyor.
“Kişinin laflarını, sözlerini ve tercihlerini belirleyen mazi, kişilik ve duruş; tepkilerini de belirler.”
O zaman bir Nazi subayının öldürülen bir Waffen SS için ağlaması ve onun için para toplamasından daha duyarlı bir şey olamaz!?
Sonuçta o Nazi subayının laflarını, sözlerini ve tercihlerini belirleyen mazisi, kişiliği ve duruşu.
tatmin edici mi sence?
Kızını trafik kazasında kaybeden anne bisiklet güvenliği için aktivist olması normal ama bu diğer olayları da empati yaparak anlamasına engel değil.Yani bu acıyı bilen biri trafik kazasında da,Suriyede,Filistinde,Doğu Türkistandaki ölen içinde senden benden daha çok duyarlı olması beklenir.O ne yaşadığını bilir ve benzer durumdaki insanlara daha yakın hisseder.
İnsan sevgisinden bahseden,toplumda herkesin eşit olduğunu öne süren siyasi düşünce sahibi insanlardan bunu beklemekten daha doğal ne olabilir sence?
Adam sonuçta eşitlik ve insanın değerli olduğunu söylüyor ama kendi gibi düşüneni savunuyor.Çelişki yok mu burada? Böyle davranan birisi için düşünülecek şey belli: ya ikiyüzlü ya yalancı ya da her ikisi birden.
Daha kendi düşüncesinde tutarlılığı sağlamamış bir insandan doğru düşünceler,doğru tepkiler,insani söylemler vermesini bekleyemezsin.
Hele ki vicdan,ahlak gibi evrensel olduğu düşünülen kavramlar için insan kendi içinde adil olmadan ortaya koyacağı tepkiler ne şekilde doğru olabilir?
TEMA vakfından biri çıkıp Doğu Türkistanda katledilen birisi için “oh iyi oldu” ya da “bana ne ya” derse o kişinin ağaç sevgisinden şüphe ederim açıkçası.
Fransız dergisindeki olaya gelince:
Acaba tepki veren kaç kişi bu dergiyi okudu?
Geçmiş sayılarındaki ingilizce çevirilerini okudum emin olun Türkiye’de yapılan mizahın milyonda biri etmez.Mizahtan pek anladıklarına söyleyemem.
Budizmi,Hinduizmi ve Uzak doğu felsefelerini saçma bulurum ama bugüne kadar onlar hakkında atıp tutmamışımdır.Kötü söz,karalama,kışkırtıcı,küçük düşürücü,inanları için sinir bozucu bir söylemde bulunmadığım gibi bu tarz şeyleri vicdani olarak yapmamam gerekir.Yaptığım takdirde ilk olarak kendi inandığım değerlerime ters düştüğüm gibi benim savunduğum fikirlerin de doğruluğuna gölge düşürürüm.
Çarli hebdo kendi düşüncelerini savunmak yerine başka insanların düşüncelerine,inandığı değerlere hakaret ederek aslında kendinin ne olduğunu kanıtladı.Onları öldürenler de kendilerinin ne olduğunu kanıtladı.Sonuçta denklemde eşitlik sağlandı.Benzer olanlar birbirini buldu.
Son olarak : “Ben çarli değilim ama ben el-kaide de değilim”
Sen Charlie Hebdo olmayabilirsin tabii ki Ned. Bu yazı senin Charlie Hebdo olmama hakkını da savunuyor. Ben, ilginçtir ki, senin yazının ikinci kısmıyla aynı fikirdeyim; ama yanlış okumadıysam, senin yazının ilk kısmı o ikinci kısımla aynı fikirde değil.
Sen de eşitlik ve insan değerliliğini savunuyorsun, TEMA’dan biri çıkıp Doğu Türkistan’a “bana ne ya” derse ayıp eder diyorsun, ama Charlie Hebdo ile ilgili genel görüşün “bana ne ya” çizgisinde. Ben tekrar söylüyorum, bu konudaki görüşün “bana ne ya” olabilir. Senin için bu çok önemli bir dava olmayabilir. Senin için Gazze daha mühimdir mesela. Ya da Rusya’daki LGBT hakları, ya da Tibet’teki keşişler, Somali, Darfur, Ferguson, IŞİD, sokak hayvanları, mahallendeki suç oranı…
Ben sadece ve sadece şunu diyorum. Gel hepimiz diğerlerinin neye hangi tip tepki verdiğini umursamadan; kendimiz için önemli olan, bize ayrı dokunan şeylerle ilgili tepki koyalım. Böylece hem Gazze konuşulsun, hem Charlie Hebdo, hem Hope Fennell, hem Cihangir’deki kediler, hem çoğu şehirde kendisine yaşam alanı bulamayan engelliler. Birbirimizi susturmayalım. Dinleyelim onun yerine…
yazınız genel itibarı ile pek güzel fakat düşünce özgürlüğü konusunda katılamadım.basitçe örneklemek gerekirse şu gibi birşey düşünce özgürlüğü olamaz “ben ahmetin annesinin … olduğunu düşünüyorum bununla ilgili de karikatürlerini filan yapıp mahalleye asıyorum ileri geri konuşuyorum. ahmet de bunu hazmetmeli çünkü istediğimi düşünüp düşündüğümüde sergilemekte özgürüm”. Bu düşünce özgürlüğü değil en kibar ifadeyle terbiyesizlik bence. Muhammed , Musa, İsa , Meryem , Hatice , Ayşe , vs… milyonlarca insanın annesi babası, insanların kutsallarıyla ilgili bu tarz saygısızlıklar düşünce özgürlüğü filan olamaz bence. Eleştiri demiş birileri ama bunlar eleştiri sınıfına girmiyor. Dünyada dinler üzerine yazmış eksik gördüklerini “eleştiren” yanlış bulduğu şeyleri açıkça yazan yüzlerce yazar var ve hiç birine karşı böyle bir tepki yok çünkü hakaret etmeden saygısızlık etmeden kışkırtmadan sadece kendilerince eksik ve yanlışları eleştirmişler. düşünceyi ifade ediş biçimi önemli yani. Misal siz eleştirdiğiniz veya katıldığınız noktaları ifade eden çok güzel bir yazı yazmışsınız ve bunu sizin gibi düşünmeyenlere zerre hakaret ve saygısızlık içermeden yazmışsınız. özgür düşünce sizin yaptığınız bence onların yaptığı değil. Bunları söylerken, yapılan şiddeti asla savunmuyorum, yapılan şiddet yapılan hakaretlerden sekiz milyon kez daha yanlış daha aşağılık bir hareket. Saygılar
Bence bu noktada “ifade özgürlüğü” dediğimiz şeyi belirlememiz gerekiyor. Ben şahsen ifade özgürlüğünün içerisine hakaretin girdiğini düşünüyorum. Gerçekten. Bu karşılıklı hakareti kapsar mı? Tabii ki. Bu yanlış ve ayıplanası bir hareket midir? Bittabi. Ama hiçbir şekilde devlet eliyle kısıtlanmamalıdır. Sansüre uğramamalıdır. Her şeyden önemlisi, cezası “ölüm” olmamalıdır.
Bunun sebebini de şöyle açıklayayım Kendi. Ben bu yazıda İslam’a sövsem, ağza alınmayacak küfürler etsem; sen inanan bir insansan senin hayatında neyi değiştiririm? Seni sinirlendirmeyeceğimi iddia etmiyorum; ya da inanan insanlara “sizin değerlerinize laf gelince sakin olmak görevinizdir” diyecek kadar ermişlik beklemiyorum. Ben bugün biri Tenten’e laf edince bile sinirleniyorum, nerede kalmış kimliğimin derin bir parçası olan din? Ama hakaret etmek, üsturupsuz eleştirmek yapanı küçültmekten başka bir zarar vermez. Fakat o hakareti susturmak, ifade özgürlüğünde bir parantez açıp oraya bir istisna koymak pantolondan iplik çekmek gibidir. O hakaretin edilmiş haliyle zararı birdir, bireyi veya bir kitleyi sinirlendirir, belki üç gün can sıkar. Ama o ipliği çekmek koskocaman bir delik açar insanlığın ortasına. Yukarıda dedim ya, muktedir belirler bilginin ne olduğunu. Bir yerden istisna açarsan, işte o yerden muktedir gelir, “artık bunu da hakaret sayıyoruz” der, “artık bu da kutsal değer” der. Sonra yavaş yavaş “sen bu ülkenin kurucusuna hakaret edemezsin” noktasından “sen bu ülkenin kurucusunu eleştiremezsin”‘e, oradan da yakını ihmalden oluşan bir maden kazasında can vermiş bir adama “sen bu ülkenin başbakanını eleştirirsen tabii ki dayağı yersin” noktasına kadar düşeriz. ruhumuz duymaz.
Benim kaygım ve korkum bu. O yüzden çizgiyi çok kalın çiziyorum. Çizmezsem, güce sahip olanlar hiç kimseye söyleyecek bir şey bırakmazlar çünkü. Eğilimleri bu yöndedir…
Ben seni anladım. Kaygı ve korkularına da katılıyorum. Ama demem o ki eleştiren senin gibi eleştirsin, kızan senin gibi kızsın. Şöyle ki biri düşünmüş sonra bunu aksiyona dökmüş almış kağıdı kalemi çizmiş yazmış. Diyebilir miyiz ki bunun sınırı olmaz düşüncelerini istediği gibi ifade eder. Onun ifadesine sınır olmaz dersek onu “eleştiren” gangsterlerin ifade biçimini de kabul etmemiz gerekmez mi? Onunda düşüncesini ifade etme şekli bu denir çıkılır işin içinden. Bence şiddet sadece silahla olmaz ben ona inanıyorum. Bana göre konuşarak da yazarak da şiddet uygulayabilirsin. Kaygılarına katılmakla birlikte senin gibi ağzından çıkanı kulağı duyarak, ondan bundan gaza gelmeden, insanı insan yapan değerlere leke sürmeden eleştirebilenler çoğaldıkça, her ağzımızdan çıkanı hakaret sayıp bizi zincire vurmaya hevesli güçlerin elinin kolunun bağlanacağına inanıyorum. İnanmak başarmanın yarısıymış : ) Dediklerimi yanlış anlama lütfen ben demiyorum ki tentene laf söyleyeni dövmek hakkındır, dergiyi basanların şiddet göstermek hakkıdır, sadece ekliyorum yazıp çizenlerin gösterdiği şiddet de haksızdır diye. Sırf kaygı ve korkularından dolayı çizgiyi o kadar kalın çizersen kurunun yanında yaş da yanar gibi geliyor bana.
Sana tek bir kısım hariç hak verdim o kısım için de çok uzun bir yazı yazdım ama sonra sildim gereksiz uzattığım ve konuyla alakasız olduğu için. Hariç dediğim kısım da şu; “İfade özgürlüğünün istisnası olmaz. İnsan haklarının da istinası olmaz.” dedikten sonra aşağıda bir cevabında “…Ama bunun yapılan şeyleri meşru kılacağını düşünmek bir bahanedir, kolay bir çıkış yoludur…” demen. Onların özgür dünyasında hz. isa ile dalga geçilebilir olmasının ifade özgürlüğü yüzünden hz. muhammed ile de dalga geçilebilir olmasını meşru kılacağını düşünmek bir bahanedir, kolay bir çıkış yoludur bence.
Merhabalar,oncelikle guzel bir yazi ve karsilikli siniri asilmamis saygili yorumlari gormek sevindirdi beni cok. Gunlerdir gerek Turk gerekse de yabanci basini takip etmekteyim ama kendi goruslerimi de burda paylasmak istedim biraz. Oncelikle Charlie Hebdo saldirilarinin ne kadar cirkin oldugunu belirterek dunya basininin bu Paris saldirilarini neden Orta Dogu’da ve Afrika’da yine ayni terorist gruplariyla alakali saldirilarla esit tutmadigini Nijeria’da 2000den fazla oldurulen insanin gazetelerin hatta sosyal medyanin en populer olmayan koselerinde gormekteyiz? Evet en fazla gazetecenin hapse atildigi ulkemizde, basin ozgurlugunun olmadigi, insanlarin sosyal medyada attigi tweet yuzunden hapse atildigi ulkemizde bu ozgurlugu desteklemek ve istemek cok onemli. Dusunce ozgurlugu olmali ama agnostic biri olarak hatta dusunce ozgurlugunu sonuna kadar savunan biri de olarak acaba bazen insanlarin hassas noktalarinda (bu onlarin dinleri, dilleri, gelenekleri, irklari her ne ise) sanki mizahcilarin biraz daha dikkatli olmalari gerektigi dusuncesindeyim. tskrler
İnsanların inandıkları değerlerle alay edilmesi, ya da sevdikleri şeylerle dalga geçilmesi bir seviye midir, yoksa seviyesizlik mi. bu ifade özgürlüğü mü. ” Bir noktadan sonra olayın “35 milyon kişinin tuttuğu Galatasaray’a laf edemezsiniz” seviyesinden, “albümü 300 bin satan Ozan Doğulu’ya ağzı çemçüpe benziyor diyemezsiniz” seviyesine düşmemesi için önünüzde hiçbir sebep yok. “
” O cümlenin amacı, “ya her şeye eşit tepki ver, ya da hiçbir şeye tepki verme” mantrasını oturtmaktı ” bu da çok yanlış. kimseden eşit tepki beklenmiyor. inandığını söylediğin şeyleri savunmazken neden senle alakasız şeylere tepki gösteriyorsun demektir o cümlenin amacı
müslümanım diyen için esma din kardeşidir. tepki beklemek gerekmez mi
Üzülme hakkını tekeli var,onları ayarlıyor neye nasıl üzüleceğimizi lütfen.
Üzülme hakkının tekeli var,onlar ayar veriyorlar neye ne kadar üzüleceğimizi lütfen.
Epey zaman sonra tekrar okuduğum, başkaları ile paylaşıp durduğum yazı…