Yaklaşık bir hafta önce maraton modunda bir Civilization V oyunu açtım.
Bu cümledeki süre belirten ibareyi özellikle not etmenizi rica ediyorum. Her bir dönemin aşağı yukarı tam bir oyun kadar sürdüğü, bir teknolojinin 80-90 turda araştırıldığı, ortalama bir Wonder’a başlamanızla bitirmeniz arasındaki sürede küçük çocukların okuma yazmayı öğrendiği bir oyun hızı bu. Civilization tecrübesini çok belirgin bir noktaya taşımanın ötesinde, fark ettim ki, insana da çok başka şeyler öğretiyor. Kendisiyle ve dünyayla, ruhani ve dünyevi. Bir maratona başladığınızdan farklı bir yerde bitiriyorsunuz. Ve bu dersleri başkalarına da aktarmak istiyorsunuz.
Ben de müsaadenizle sizlere aktarmak istiyorum. Buyurun. Civilization oyunlarını maraton modunda oynamanın insana öğrettiği dört şey.
1. Her Şeyin Başı Para
Normal hızda Civilization oynadığınızda, illa ekonomi diye kasmanıza gerek yok. Elbette ki sağlam gelir kapılarınız, mantıklı ticari anlaşmalarınız olmalı; ama dilerseniz uygarlığınızı başka şeylere de odaklayabilirsiniz. Kültür gibi, sanayi gibi, ilim irfan gibi… Maraton modunda ise bunu yapamıyorsunuz. Yapılan bir hatanın telafisi normal yollarla 40-50 tur sürüyor. Yanlış üniteyi basmak, bir binayı geç çıkartmak, yanlış yere şehir kurmak… Hepsinin faturası ağır.
Bir noktadan sonra, yönetimsel ve politik konulardaki açıklarınızı kapatabilmek adına sağlam bir ekonomiye ihtiyaç duyuyorsunuz. İşte tam bu saniye devreye kirli politikalar giriyor. Sırf dünyanın altın kaynaklarına tekel kurabilmek için elalemle savaşa girmeye, vatandaşınızın rızkını çıkartacak tahıl ambarları yerine pazar yerleri kurmaya, eldeki lüks kaynakları okutacak uygarlıklar tükenince yenilerini bulmak adına keşfe çıkmaya başlıyorsunuz. İdealler çok çabuk rüzgara karışıyor. Gözler çok çabuk yukarıdaki altın sembolünün yanındaki altına takılıyor.
Acıklı, ama gerçek. Bu arada bir yerde keşif dedik, lafı açılmışken oraya da girelim:
2. Çap Genişledikçe, Tatlar Kaçıyor
Uygarlığınız dünyaya gözlerini ilk açtığı anda, küçük Settler’ınız ve yanındaki iktidarsız Warrior’ınız ilk adımlarını atarken her şey çok basit. En güzel yeri bulup, kapağı atıyorsunuz. Aradığınız tek şey hızlıca üzerinde gelişebileceğiniz bir arazi. Sonra ilk işçi, ikinci şehir, bir iki okçu, yeni bir teknoloji, aa bakar mısın ne kadar güzel dağlar tepeler var, vay güzel kardeşim Gandi sen de mi buradaydın, aa İskender hoş geldin, ha Elizabeth de varmış, e burada siz ittifak kurmuşsunuz, ne demek yanıma yerleşme, şununla dostluk ediyorum diye niye kızdın, oraya gitmeyin, buradan geçmeyin, arkamdan ne demiş kim, AAA!
Bu buhran maraton modda çok sert. Çünkü bazı harita tiplerinde yirmi otuz tur kadar kimseyle karşılaşmıyorsunuz. Hayat o sıralar çok güzel. Aman tarlam sürülsün, babam barbarlar vurulsun geçip gidiyor zaman. Sonra başka insanlar işin içine giriyor, hesaplamanız gereken şeylerin denklemlerindeki değişkenlerin sayısı artıyor ve tadınız git gide daha çok kaçıyor. Bunun en büyük sebebi de, elbette:
3. Müşterek İlişkilerde Polyannacılığın Lüzumu Yok
Katerina geldi çaldı kapınızı, “Sevgili dostum” dedi, “biz” dedi, “uzun zamandan beridir dostuz” dedi. “Bak” dedi eliyle farazi bir dostluğu işaret ederek, “ne güzel imparatorluklarımız faydalandı” dedi “bu dostluktan“. Siz de içinizden çok katıldınız, birlikte bir dostluk anlaşmasına imza attınız, bunun için uzun vadeli planlar yaptınız, ticarette Katerina’ya imtiyazlar verdiniz, yollar yaptınız. Sonra İskender dönüp size savaş açtı, son şehrinize kaldınız. Kuşatmada kim olsa beğenirsiniz? Katerina.
Bu hikayede Katerina’nın yapay zeka olduğunu sanıyorsunuz, değil mi? Hayır Katerina benim. Gariban Gandi’yle yarenlik ettim, ettim; sonrasında baktım ki İskender fişi çekti çekecek, dostluk anlaşmasını yakıp savaşa girdim. Son Delhi kuşatmasında iki ok da benim Trireme’lerim attı. Neden? Çünkü belki karambolde Delhi’ye ben girerim diye düşündüm. Olmadı tabii, İskender’in hoplitleri şehri iç etti. Bir süre sonra biz bozuştuk İskender’le, gittim Delhi’yi fethettim. Hürmettendir deyip, hatamı örtmek üzere Delhi’yi tekrar Gandi’ye verdim. Gandi buna rağmen beni asla affetmedi.
Bazen dostunuz size yanlış yapar. Bazen dostunuz sizi affetmez. Civilization böyledir. Hayat böyledir. Bütün bunlar da bizi son dersimize getirir:
4. Hayatta Güzel Olan Hiçbir Şey Kolay Değildir
Civilization’u maraton olarak oynayınca bunu fark etmemek mümkün değil. İstediğiniz o wonder’lar, arzuladığınız o teknoloji, ihtiyaç duyduğunuz o ünite, gitmek istediğiniz o yer… Hiçbiri yanı başınızda değil. Hiçbirine erişim kolay değil. Hepsine aklınızı, vaktinizi ve emeğinizi vermeniz gerekiyor. Ve her şeyden önemlisi, hepsi için sabretmeniz gerekiyor. Planlaması, projelendirmesi ve stratejisini yapmak kolay. Zor olan sabretmek. Beklemek değil. Sabretmek.
Arada bir fark var. Next Turn butonuna basa basa bekle istediğin kadar. Ne olacak? Sayılı vakit kolay geçer zaten. Ama beklerken kabul edilemez bahtın sapanlarına ve oklarına sebat etmek asıl mesele. Bazen işlerin tahlile uygun gitmemesine göğüs germek, bazen nihai amacın şeklini unutmak. İki tur kala uzaklarda bir diyarlarda inşa edilen Wonder’lar. O müthiş lokasyona kapak atmaya giderken yolda kurda kuşa yem olan Settler’lar. Sınırlar dahilinde çıkmayan atlar, demirler, petroller. Bir ters hareketin kırk tura mal olduğu Maraton modu, bu tip tökezlemelere sabretmeyi öğretiyor insana her şeyden önce. İyi ki de öyle…