Kaç yaşında olursanız olun, hangi işi yaparsanız yapın, çıkmanız gereken tek bir basamağı labirent koridorlarına çeviren durumlar her zaman karşınıza çıkar. “Bunu neden yapıyorum, bu bana neden yapılıyor ve hatta bu ne ya?” diyeceğiniz pozisyonlara her zaman girersiniz. İçiniz rahat olsun, herkes aynı durumda. Öğrenci veya çalışan olmanız fark etmez. Özel sektörde de kimsenin işi düşmemesi için dualar edilen devlet dairelerinde de bu olur. Bırakın devlet dairesini, bırakın Türkiye’yi, neredeyse devletin kendisi olan Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda bile olur. Nasıl olur derseniz tam da bu yazıda; Fransız diplomasi heyetinin önde gelenlerinin önündeki duvarların, bizim küçük hayatlarımızdakine ne kadar benzediğinden bahsedeceğiz ve kitap hakkında spoiler bile vermeyeceğiz. İşte, Hariciye Günlükleri ile hayatınız arasındaki üç benzerlik.

hariciye günlükleri baobab yayınları

Eğer Politika ve uluslararası ilişkilerle ilginiz varsa, Dominique de Villepin’i duymuş olabilirsiniz. Kendisi 2002-2004 yıllarında Fransa’nın Dışişleri Bakanlığı’nı, ardından da İçişleri Bakanlığı’nı ve Başbakanlığı’nı yapan isim. Eğer çizgi romanlara ve yazarlarına ilginiz varsa, Abel Lanzac’ı duymuş olamazsınız çünkü öyle biri yok. Abel Lanzac, bu kitabın yazarı Antonin Baudry’nin takma adı. Baudry de aslında bir çizgi roman yazarı değil, az önce bahsettiğimiz “de Villepin”in danışmanı. Baudry, politik hayatında geçirdiği yılları ve dramaları çizgi roman konseptinde, başka türlü sindirmesi imkânsız olan mizahi bir dille yazmaya karar vermiş. Kitabın çizeri Christophe Blain ve bu kitabı Türkçe’ye kazandıran da BAOBAB Yayınları.

Kitabın konusu kısaca şöyle; Quai d’Orsay olarak bilinen Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda işe başlayan Arthur Vlaminck, Bakan Taillard de Vorms’un “söylem” oluşturmak için kurduğu büronun başına getiriliyor. Yani Dış İşleri Bakanı’nın konuşmalarını yazıyor ve de işler beklediğinin çok ötesinde yokuşlara sürülüyor.

11 Eylül’den, Amerika’nın Irak’a girişine kadarki süreç işlenen kitapta bu ve bundan çok daha ufak çaplı diplomatik krizlerde verilen reaksiyonlar, diplomatların farklı bakış açılarıyla anlatılıyor. Bakanlığın kemik kadrosundaki kişilerin; kendileriyle, birbirleriyle ve dış dünyayla iletişimleri/etkileşimleri kitap boyunca kendine yer buluyor. Ayrıca kitabın; The French Minister adında bir film uyarlaması bulunuyor.

Başta da belirttiğimiz gibi; bırakın devlet dairesini, içinde insanın olduğu her işte yaşanan ket vurmalar onun işinde de yaşanıyor. Tam da bu noktada, bizden çok uzakta; devletin kendisi olan kurumda yaşanan bu olaylar, okuyucuya; Arthur ve meslektaşlarının dertlerinin, bize ne kadar yakın olduğunu gösteriyor.

1) Aforizmalar ve Sloganlar

İlk madde, sadece siyasetin içinde mitinglerde değil, sadece Twitter’da da değil; her yerde karşınıza çıkabilecek bir grup insan hakkında. Her konuşmasında karşısındakine aforizmalar ve sloganlar üfleyen insanlar. Böyle insanlar, hayatı basitleştirip, onu anahtar kelimelere indirgemeye o kadar alışmıştır ki siz derdinizi nasıl kelimelere dökeceğinizi bilemeden onların cevabı önden hazırdır: birlik, beraberlik, istikrar, zamanlama, sebat, vizyon, irade… Her şeyin bir çözümü olsa da “her şeyin” yalnız “bir” çözümü varmış o da onların dudaklarının arasındaymış sanmanız istenir.

Karşınızdakinden, sürekli aynı kelimenin tekrarlandığını duysanız da alacağınız cevap hiçbir zaman tek kelimeyle sınırlı değildir. Bu cevaplar; “ben senin yaşındayken” diyerek başlayabilir ya da “sizin kuşağınız da böyle” diyerek sonlanabilir. Karmakarışık hayatınızda bir şekilde kendinizi dar kalıplara sokulmaya çalışılırken bulursunuz. Acı olan kısma gelirsek; bu cümleleri kuran herkes, hesapta sizin iyiliğinize konuşuyor olur.

2) Prosedürler ve Protokoller

Öğrenci olmanız, çalışan olmanız, beyaz yakalı; mavi yakalı olmanız fark etmez. Bazen bir işi yaparken veya hiçbir şey yapmazken kurallar önceden belirlenmiştir. Hatta bazen öyle gelir ki sanki önce kurallar konmuş sonra tanımlamalar yapılmıştır. Siz bu alanın dışına çıkamazsınız, sizden bu beklenir. Size tanımlanandan fazla bir sorumluluk yüklenmek istersiniz, tanımın dışına çıkmak istersiniz ama kollarınızdan tutulup geri koltuğunuza oturtturulursunuz. Fikrinizin bir önemi yoktur çünkü girdiğiniz kapının önünde altın harflerle kurallar yazar. Sistemin aksaklığından veya işlerin yürümediğinden bahsedecek olursanız size halihazırdaki sistemin bu olduğu ve bunun seve seve işinize gelmesi gerektiği söylenir. Sözde herkes açık fikirlidir ama iş pratiğe döndüğünde kimse sizi dinlemek istemez. “Haklarınız” olduğu elbette aşikardır ama genelde en büyük hakkınız uyum sağlamaktır.

Bununla karşılaşmak için daha fazlasını üstlenmek zorunda da değilsiniz. 9 sayfalık raporunuzda nelerin eksik olduğu sadece ilk sayfaya bakılıp söyleniverir. Sosun rengi daha az kırmızı olduğu için size kırmızının ve hatta gıdanın ne olduğu baştan anlatılır. Bir kâğıda bir imza attırmak için üç kişiden geçmeniz gerekir. Vaktiniz dolduğunda, çıkmak isteyip kapıya yöneldiğinizdeyse size cinayet şüphelisi gibi bakılır çünkü öyle olması gerekir.

3) İhtişam, Şatafat ve Boşluk

Prestijli bir okulda, prestijli bir bölümde okumak isteyebilirsiniz. İsim yapmış bir iş yerinde, isim yapmış kişilerle çalışmak isteyebilirsiniz. Görkemli gözüken eşiği geçtiğiniz andaysa boşluğun içine düşersiniz. Karşınızda paketlenmiş bir marka gibi duran o sistemin de vasatlığa düşebileceğini kabullendiğiniz anda işler zorlaşmaya başlar. Artık bir temsil yükümlülüğünün içindesinizdir ve o az önce elinizi-kolunuzu bağlayan prosedürler bir de üzerinize üniforma olarak dikilmeye başlar. Bu sefer de şöyle sorular duyarsınız: Geldiğin yerde böyle mi yapıyorlar? Sana okulda böyle mi öğrettiler? Sana okulda bunu öğretmediler mi? Bunlar genelde dışardan geldiğiniz yer adına söylenir. Bir de içinde olduğunuz yerin kendi yakıştırmaları vardır. Bunlar da genelde karşınızdakinin; -sizi bile dahil ederek- ne kadar iyi bir oluşumun içinde bulunduğunuzu ve tam olarak orada bulunduğunuz için buna şükredip, bunun daha bir hakkını vermeniz gerektiği ifadeleriyle başlar hatta neden daha mutlu görünmediğiniz sorgulanır. Daha mutlu görünmeniz, gülümsemeniz beklenir. Yeteri kadar inanırsanız belki bu da gerçek olur.

Arthur Vlanmick de Abel Lanzac da ve Antonin Baudry de -siz istediğinizi seçin- muhtemelen hayatının bir noktasında bunların üçünü de aynı anda hissedebildi ya da en azından bize bunu hissettirdi. Fransa’nın, yüksek kademeli politika koridorlarında geçen mizahi bir çizgi romanda; vasatlığın her yere sinebildiğini, bize ne kadar uzak olanın bir o kadar yakın olduğunu gösterdi.

Author

Sabah kuşağı çizgi filmleri müdavimi.

1 Comment

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.