2022’de Marvel gerek dizi gerekse de film tarafında çok fazla yapımla bizleri buluşturdu. Yazı Çağrı’mız kapsamında bir okurumuz, bazılarını sevdiğimiz bazılarını ise hiç beğenmediğimiz bu yapımlar arasından Doctor Strange in The Multiverse of Madness, Moon Knight ve She-Hulk ile ilgili düşüncelerini aktarmak istemiş, buyurunuz:

Doctor Strange in the Multiverse of Madness

Spider-Man: No Way Home’u sinemada izlerken, after-credits içeriği olarak bize bu filmin fragmanını koyduklarını gördüğümde ağzım açık kalmıştım. En sevdiğim iki Marvel karakterinin başrol olduğunu bilmek beni çok heyecanlandırmıştı. Ayrıca Spider-Man: No Way Home’dan sonra Andrew Garfield ve Tobey Maguire’ın, Marvel’ın gelecek filmlerde rol alacağını düşünmemiz, bu filmin de isminde geçtiği gibi bir ‘Çokluevrenler Çılgınlığı’ göreceğimiz için, ben de dâhil çoğu insan filmde diğer Spider-Man’leri ya da Iron Man, Wolverine, Ghost Rider gibi karakterleri kısa da olsa sahnelerde görmeyi bekledi ama istediğimiz şeyi alamadık. Onun yerine What If izlerken gördüğümüz Captain Carter çıktı karşımıza. Yine de Mr. Fantastic ve karaktere can veren John Krasinski’yi görmek ve herkesin çok heyecanlandığı, Charles Xavier rolünde Patrick Stewart’ı izlemek, tabii ki çok güzeldi. Buradan artık kesin olarak X-Men dünyasını izleyeceğimize emin olduk herhalde.

Doctor Strange benim için Marvel Sinematik Evreni’nde hikâyesi en iyi çekilen karakterlerden birisi. İlk filmini bir gece yarısı arkadaşımla izlerken yerimizde duramamıştık. İkimiz de film bittiğinde, Marvel’ın en başarılı işlerinden birisi olduğunu düşündük. Strange’in kazası, yolunu kaybetmesi fakat Kamar Taj’ı bulması, çok güçlü bir büyücü olması ve özellikle pelerinle tanışma sahneleri çok çok güzeldi. Fakat yine de Dr. Strange’in bu kadar büyük bir kahraman hâline geleceğini düşünmemiştim. Avengers filmlerinde mutlaka önemli bir rolü olacağını ama kilit noktalarda bir şeyleri büyüyle çözerek kenara çekileceğini ve belki de Wanda’ya mentorluk edeceğini düşünmüştüm. Ama beklediğim şey olmadı ve Strange, Marvel Sinematik Evreni’nde bir şeyleri dolaylı yoldan bitirecek –Stark’ın ölmesi- ve yine dolaylı yoldan başlatacak, yani Marvel’ın sonunda girmek istediği çoklu evrenlere bizi geçirecek bir karakter oldu.

Doctor Strange ve Wanda, Scarlet Witch

Gelelim Scarlet Witch yani Wanda Maximoff’a. Kendisi benim Marvel evreninde en sevdiğim karakter ve onu ilk olarak Avenger: Age of Ultron’da izlemek benim için harikaydı. Daha sonra onu her Avenger filminde biraz daha güçlenmiş ve kendini bulmuş olarak izlemek de çok sevindirdi. Vision ile olan hikâyesini de izledik ve başta çok tatlıydı. Hepimiz Wanda’nın mutlu olacağında hemfikirdik. Ama bu mutluluk maalesef uzun sürmedi ve Wanda’ya Marvel için çok önemli kararlar aldıracak o savaş yaşandı. Bu filmde de Wanda’yı prime hâlinde göreceğimizi hepimiz tahmin ediyorduk fakat ben fragmanları izleyene kadar Wanda’yı Strange’in karşısında göreceğimi düşünmemiştim. Filmin bu açıdan da daha çok Wanda’nın karakter gelişimini yaşaması için çekilmiş olduğunu düşünüyorum ki zaten öyle oldu.

Artık filmin kendisinden bahsetmeye gelebiliriz. Öncelikle filmin yönetmen koltuğunda Sam Raimi olması çok kişi tarafından beğenilmiş ve takdir almış olsa da bana izlerken “İnanamıyorum bu film harika çekilmiş! Çok korkunç.” falan dedirtmedi. Hatta eski Marvel filmi tadını da bulamadığım ve iddia edildiği kadar da korkunç olmadığı için keyif alamadım. En çok nefret ettiğim şey ise sürekli bakışma sahnelerinde karakterlerin gözlerine gözlerine zoom yapılmasıydı. O kadar irrite ediciydi ki izlerken dayanamadım. Bunun beni bu kadar irrite etmesinin sebebi ise tahmin edersiniz ki Türk yapımı dizi ve filmlerde bize 2.5 saat boyunca izletilen bakışmalar. Ya da ben yönetmenlikten hiçbir şey anlamıyor olabilirim. Ama filmde beni bunun haricinde sevindiren ve şaşırtan şeyler de oldu. Evet, Marvel Disney’in bünyesine katıldığından beri daha çocukça işler yapıyor olabilir ama bu filmde gördüğümüz çoğu sahne asla çocukça değildi. Hatta Strange’in bir binanın tepesinden düşmesinden sonra vücudunun demir çubuğa saplanması. Bunu açık açık görmek şaşırttı beni.

Bu filmin, Marvel’ı çoklu evrenlere giriş yaptırdığını düşünüyorum. Evet, bir sürü evren, bir sürü karakterler, başka yolculuklar gördük. Ama neden ilerleyecek filmlerde çok önemli bir yere sahip olan Loki ya da gelecek filmlerin baş kötüsü Kang’ı hiç göremedik? Sonuçta bizi evrenler arası yolculukla tanıştıran Loki ve zaman çizgisini bozmamayı görevi hâline getirip TVA’yı kuran Kang, Marvel’ın 5. fazı için çok büyük önem taşıyor. En azından filmin bir yerlerinde bu karakterlere gönderme yapmış olmaları bile çok heyecan verici olabilirdi. Bunun yanında America Chavez’i de kendi hikâyesiyle izlemek güzeldi. Karakter için de çok iyi bir başlangıç filmiydi bence. Onu da ileride sık sık göreceğimizi biliyoruz.

darkhold

Yaşadığı travmalar sonucu kendine Westview’da küçük bir evren kuran Wanda, burada Darkhold kitabıyla tanışıp, kitabın kendisini ele geçirmesine izin veriyor ve bizim bu filmde Scarlet Witch’i Thanos üstü bir güçle izlememize olanak tanıyor. Filmin sonlarına doğru America Chavez’in açtığı geçit ile çocuklarına kavuştuğunu düşünüyor ama yaptığı şeylerin sonucunda bir canavara dönüşen Wanda, burada da hayal kırıklığına uğruyor. Yani çocuklarının onu canavar olarak gördüğünü anlayıp, yine yıkılarak, onları rahat bırakıyor. Wanda’nın çocuklarını bulmak uğruna bu kadar şey yapması benim için yeterli bir motivasyondu. Çünkü kendisi bence Marvel için travma-kadın. Yeterince şey yaşadıktan sonra çocuklarıyla mutlu olacağını düşündüğü için bunları yapmasını anlayabiliyorum. Hatta gittiği evrende de, yine diğer Wanda’yı çocuklarıyla tek başına ve çok mutlu görüyoruz. Ama maalesef bu film için yeterli bir hikâye olduğunu düşünmüyorum. Keşke Wanda’yı kendi filminde, çocuklarına bu yolla ulaşmış ve başka bir evrende yaşarken izleseydik de evrende bir şeyler değiştirip düzeni bozduğu için, Dr Strange yine böyle bir filmde evreni kurtarmaya çalışsaydı. Bence çok daha sağlam olurdu. Ya da Wanda’yı kendi filminde değil ama WandaVision’ın ikinci sezonunda da bu olayları yaşarken izleyebilirdik.

Yani kısaca, bu filmi izlerken kendimi tamamen filmin içinde buldum çünkü başrolünde iki en sevdiğim Marvel kahramanı vardı. Ama filmden çıkıp şöyle biraz düşündükten sonra ‘Ya şöyle olsaydı sanki? Strange bu yolu deneyebilirdi?’ dedim çok kez. Bu yazıda da olduğu gibi bu film bana çok kez ‘What If?’ dedirtti. Buradan da kendi göndermemi yapmış olayım.

Umuyoruz ki çok daha sağlam Doctor Strange filmleri izleyebiliriz. Çünkü bu film, ilk filmi hak etmedi maalesef.

Moon Knight

moon knight
Moon Knight

Marvel’ın bu sene çıkarttığı en başarılı dizi olmasıyla başlamak istiyorum. Çünkü izlerken de bu bir Marvel dizisi dedirtmedi ve şaşırdığım çok nokta vardı ama bu diziyi çekerek özellikle bana bir soluk aldırttıkları için teşekkür ederim.

Ben maalesef Marvel çizgi romanlarını yalayıp yutmuş birisi değilim. Bu yüzden de Moon Knight karakteriyle bu dizide tanıştım ve düşündüğüm ilk şey, bu karakterin önümüzdeki Marvel filmlerine ne gibi bir katkısı olacağıydı. Çünkü Marvel’in artık evrenler arası yolculuk yapacağını, çok daha büyük karakterler ile tanışmamızı sağlayacaklarını ve kötü adamımız Kang’ı yeni Thanos yapacaklarını biliyoruz. Ama biz bu dizide evrenler arası bir yolculuğu ya da Mısır tanrıları haricinde bu dizide etkili olacak büyük bir Marvel karakterini, ne Kang’ı ne de Kang’ı bize anımsatacak kimseyi görmüyoruz. Ama bunlar diziyi izlemekten bizi kaçındırmamalı çünkü kendisinin Marvel’a bir ara olduğunu düşünüyorum.

Gelelim Oscar Isaac’e ve canlandırdığı karakterlere. Neden karakterler? Çünkü dizide, bunu daha sonra da öğrensek, bir bedeni paylaşan iki kişilik olduğunu görüyoruz. Marc Spector ve Steven Grant. Ama her şey bu iki kişilik arasında bitmiyor ve son bölümde bir sürprizle daha karşılaşıyoruz.

Dizi başlarken Steven’ı kendisini uyumadan önce yatağa bağladığını ve günlük hayatında sürekli tuhaf şeyler yaşadığını, farkında olmadan günler atladığını görüyoruz. İlk bölümlerde kendisini bir müzede çalışırken izliyoruz ki bu bize Steven’ın Mısır Mitolojisi hakkında bir uzman olduğunu gösteriyor. İlerleyen dakikalarda dizinin villian’ı Harrow’u, Steven’ın bir anda kendisini daha önce gitmediği bir yerde bulmasıyla tanıyoruz. Harrow’un bir tarikat lideri olduğunu ve insanları kolundaki adalet terazisi dövmesiyle yargılamasını ve buna göre insanları cezalandırdığını görüyoruz. Bu sahneler benim için oldukça tuhaftı çünkü gerçekten diziyle ilgili hiçbir şey anlamamıştım. Hatta ne izlediğimi bilmemekle birlikte, bu dizinin bir Marvel karakterinin orijin hikâyesini anlattığını bile unutmuştum.

Bir de Marc Spector var. Marc bir paralı asker ve Mısır’da gizli bir görevdeyken vuruluyor. Ama iyileştikten sonra Steven kişiliğiyle hayata devam ediyor. Yani bedenin asıl sahibi kendisi. Steven Grant kişiliğini travmaları sonucunda yaratıyor. Marc’ın arada bir ortaya çıktığını anlayabiliyoruz ama Steven’ın Marc ile tanışması onun için epey zorlayıcı bir şey oluyor. Ben de diziyi izlerken, “Artık lütfen şu bedeni paylaşmayı öğrensinler!” demeden duramadım çünkü Steven’ın Mısır Mitolojisi hakkında uzman olması, Marc’ın dövüş sanatlarında ve silah kullanma konusunda ki becerisi bana sürekli bu ikilinin harika bir şeyler yapabileceğini söyleyip durdu. Tabii sonlara doğru bu isteğim gerçekleşince seyir zevkim çok daha yükseldi.

Dizi, anlattığım üç karakter olan Steven, Marc ve Harrow üzerinden ilerliyor. Bir de işin içine Mısır tanrıları, tanrıların avatarları, büyük piramit, hastane sahneleri falan giriyor. Söylemeden geçemeyeceğim bir detay var ki o da dizinin son sahnesinde gördüğümüz Jake Lockley, yani üçüncü kişilik. Bu karakter hakkında hiçbir fikrim olmasa da işlerin çok daha farklı boyutlara gittiğini ve beni heyecanlandırdığını söylemek istiyorum.

Genel olarak Oscar Isaac’i izlemek harika bir şeydi. Kişilikler arasındaki geçişleri, oyunculuğu, her şeyi harikaydı. Kendisi Ms. Marvel’da oynasa, buraya o dizi hakkında bile yazı yazabilirdim. Ayrıca kostümlere şahsen bayıldım. Çizgi romanlarda, karakterin origin hikâyesinde, Marc kostümü kendisi giyiyormuş ama bence iyi ki dizide böyle çekilmemiş. Seyir zevkimi artıran bir detay daha oldu bu. Koskoca büyülü dünyada bir karakterin kıyıda köşede kostüm giydiğini izlemek istemiyorum artık. Sonuç olarak, Moon Knight çok başarılı bir şekilde, bir orijin hikâyesi anlattı bizlere. Umarım dizi kendisini bozmadan, bize MCU izlediğimizi hatırlatmadan çekilmeye devam eder.

She-Hulk

She Hulk

Bu dizi hakkında yorum yapmadan önce, Ms. Marvel’ı yorumlamazsam ona ayıp edip etmeyeceğimi düşündüm. Çünkü al birini, vur ötekine. Neyse ki kafamda She-Hulk’ın belki, birazcık, küçücük bile olsa Ms. Marvel’dan daha iyi olduğu kanısına vardım. En azından birkaç bölüm Bruce Banner’ı izledik. Kendisini son dakika kapılara sığmadan fırlayıp nerede olduğunu şaşırırken görseydik, yine buraya bu diziyi inceleme yazısı yazmazdım. Genel olarak dizi kendisine yapılan çoğu kötü eleştiriyi hak ediyor. Üzgünüm Jessica Gao.

Karakterimizin süper kahraman olma hikâyesine bir kaza sahnesiyle başlıyoruz tabii ki. Jennifer Walters, kuzeni olan Bruce Banner ile araba yolculuğu yaparken kaza yapıyor ve kolu kesilen Bruce’un üstüne düştüğünde, Bruce’un kanı kendisine enjekte oluyor ve Hulk’a dönüşüyor. Hayır, ben bunu kabul etmek istemiyorum, bu kadar olmamalı. Önce Jennifer bir ölüm tehlikesi atlatsaydı, son çare olarak ona kendi kanını verseydi bence çok daha güzel olurdu. Sanıyorum ki çizgi romanlarda da bu şekilde zaten. Neyse, durumu fark eden Bruce, Jennifer’ı kendi yaşadığı yere götürüp ona ‘Nasıl Hulk Olunur?’ adlı dersler veriyor. Ama Jennifer kendisinin Hulk olmasına beş dakika falan üzülüp bu işe çoktan alışıyor. Evet haklısın Jennifer, biz kadınlar duygularımızı günlük hayatta yaşadığımız zorluklar yüzünden daha kolay yönetebiliyoruz. Ama mevzu bu değil. Sen, koskoca yeşil bir dev oldun! Ayrıca sen, dördüncü duvarı yıkabilen bir karaktersin. Otur bize anlat biraz, kamerayı salla sars da anlayalım bizimle konuştuğunu. Kameraya bakış atıp tek kelime laf ettiğinde bana geçmedi bu dördüncü duvarı yıkma hissiyatı. Neyse ki ilerleyen bölümlerde daha iyi çekilmiş de bu sahneler, gözüme o kadar batmamaya başlamıştı.

Bu dizi hakkında yapılacak eleştirilerim burada bitti sanırım. Çünkü genel olarak çocuksu havasını, mantık hatası dolu sahnelerini, kötü senaryosunu eleştir eleştir bitmez. Karakterler hakkında konuşmak daha güzel olur. Matt Murdock, Hulk ve Wong’u görmek harikaydı. Özellikle Bruce’un şu an neler yaptığını, nerede yaşadığını bilmek ve yaşadığı yeri, canımız kanımız Tony Stark ile yapmış olması, onun anısını yaşatmaya çalışması beni duygulandırdı. Matt Murdock zaten hepimizin çok özlediği ve görmeyi beklediği bir karakterdi. Kendisini No Way Home’da uzun uzun izlemeyi bekledik fakat bir sahnede görünüp kaybolmuştu. She-Hulk bu sayede bize beklediğimiz şeyi sundu, aralarındaki ilişki de güzeldi. Gelelim Wong’a. Yani, bu konuda neler desem bilmiyorum. Öncelikle ben Wong’u çok severim. Dr. Strange’in de bu konudaki payı çok büyük. Ama Wong şu an Sorcerer Supreme değil mi? Belki Strange kadar güçlü bir büyücü değil fakat kendisi büyü sanatları konusunda bilge birisi. Yani siz benim Wong’umu saçmalar saçması sahnelerinizde nasıl harcadınız acaba? Mahkemelere çat kapı girip çıkması, sorumsuz bir büyücü gibi gösterilmesi falan. Yine de Wong’u eğlenirken normal bir insan gibi görmek keyif verdi. Diziye çok manasız bir şekilde giriş yapan, hikâyeye katkısı olmayan kızımızla Dallas izlemesi beni güldürdü açıkçası. Bence Wong’un böyle bir şeye ihtiyacı vardı.

Şimdi özellikle konuşmak istediğim konu She-Hulk’ın delilercesine eleştiri yemesi. Bu kısımlar dizi eleştirisi değil de daha çok seyirci eleştirisi olacak. Evet, hepimiz dizinin saçma yerlerini, kötü olmasını eleştirdik ama hiçbirimiz ‘Neden kadın Hulk’a ihtiyacımız var?’ demedik. Yani bu dizinin, bu yönden nefret toplamasını nereden tutsam mantıklı bulamıyorum. Kadın karakterlerimizin erkek versiyonları olabileceği gibi, erkek karakterlerimizin de kadın versiyonları olabilir. Bu konuda bu kadar can sıkan ne olabilir? Bir karakter illa bir yerleri yakıp yıkacaksa, çok güçlü olacaksa, kasları falan olacaksa bu illa erkek olmalı. Çünkü erkekliğe yaraşır şey bu. Kadınlar da büyü falan yapsın, Black Widow gibi seks objesi yerine konularak, bir yerlerde erkekleri ayartarak ajanlık yapsın. Hepimizin izlemek istediği Marvel bu sanıyorum ki. İnanılmaz buluyorum bu düşünceleri.

Hayır, Jennifer Walters’ın insan ya da She-Hulk formunda birileriyle tanışıp seks yapması yanlış değil. İsterse Megan Thee Stallion ile gökdelenin tepesinde bütün dünyanın görebileceği kameralara karşı da twerk yapabilir. Tony Stark’ın her gün farklı bir kadınla birlikte olması, zırhı üstündeyken partilerde sarhoş olup altına işemesi çapkınlık, onun karakteri bu, ‘Ama onun travmaları var.’ falan olur ama Jennifer bunları yapabilir mi? Asla. Mümkünse dümdüz avukatlık yapıp, kimseyle sevişmeden hayatına devam etsin; hatta mümkünse diyalize falan girsin de lütfen kanını temizletip bir daha She-Hulk’a dönüşmesin. Bu düşünceleri yazdığıma bile inanamıyorum. Bu insanlar yüzünden dizinin on sezon kadar sürmesini diliyorum. İstediği kadar saçmalasın, sonuna kadar Jennifer’cıyım ben.

Yazan: Çağla Kırat

Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.