Bazen karşınıza bir dizi çıkar, hiç olmadık yere gelir ve her boş anınızı işgal eder. Hele ki tüm bölümleri çıkmış bir diziden bahsediyorsak, bütün haftanıza veda edebilirsiniz. Ben de Fleabag’i böyle bir haftada bitirdim. Daha da spesifik olmak gerekirse hafta içi her gün ikişer bölümden birinci sezonu, işten erken döndüğüm bir Cuma akşamı ise ikinci sezonu bitirdim. Çok geç keşfettiğim, hatta Emmy ödülü kazandıktan sonra listeme aldığım Fleabag, beni tam kalbimden vurdu.
Dizinin yaratıcısı Phoebe Waller-Bridge’in aynı isimli tek kişilik tiyatro oyunundan esinlenen Fleabag, ilk sezonunu 2016’da yayınladı. İlk sezon oyunun bittiği yerde bitti, Waller-Bridge de ikinci sezonu yapmayı karakterin gidişatına uygun bulmadı. Waller-Bridge’in ikinci bir sezona başlaması için hikayenin buna değmesi gerekirdi. Doğru hikayeyi bulması iki senden fazla sürdü; dizinin ikinci sezonu 2019 yazında çıktı. İlk sezonu ne kadar sevildiyse de diziyi patlatan ikinci sezonu oldu.
Spoilersız İnceleme
Fleabag, komedinin bir alt türü olan dramedi ile komedinin başka bir alt türü olan “kırmızı rujlu zeki ve komik kadınlar” kategorisinin birleşiminden oluşan bir şaheser, cinsiyetlere özgü komedi nasıl herkese hitap edebilir sorusunun ise en güzel cevabı. Kadınların kendilerine yakın hissedeceği espri materyalini alıp, kadın erkek herkese komik gelecek bir seviyeye çıkarmak, ustalık ister. Yıllarca Amy Schumer ve Lena Dunham’ın aldığı en büyük eleştiri bu seviyede görülmemeleriydi. Phoebe Waller-Bridge’in yazarlığı ise çıtayı daha da yukarı taşımış. Kadınların cinsellikleri başta olmak üzere daha önce ekranlara yansıtılmamış kişilik özellikleriyle yer aldığı diziler Phoebe Waller-Bridge gibi zeki yazarlar sayesinde daha da artacak. Kendi deyimiyle “eskiden azgın kadınlardan korkulurdu- artık Emmy veriyorlar.”
Phoebe Waller-Bridge’in yazarlığı sizi ikna edemediyse belki de oyunculuğu ve genel karizması ikna eder. House of Cards’dan alışık olduğumuz dördüncü duvar yıkılışları sayesinde aynı anda hem duvardaki sinek, hem de başrolün iç sesi ve en yakın arkadaşı oluyoruz. Bu sayede bazı sahnelerde diziyi başrol ile birlikte izlerken bazı sahnelerde başrolün sadece bize yaptığı espriler sayesinde biz de diziye dahil oluyoruz. Fakat bunun uygulanışı diğer gördüğümüz dördüncü duvar yıkılışlarından farklı. Spoilersız sadece bu kadarını söyleyebiliyorum, spoilerlı inceleme kısmında bunu iyice konuşacağım.
Sizi Phoebe Waller-Bridge’in komedik dehasıyla hiçbir türlü ikna edemediysem, Olivia Coleman ve Andrew Scott ile ikna etmek isterim. İki oyuncu da izleyebileceğiniz en farklı, bir o kadar da terziden çıkmışcasına üzerlerine tam oturan rollere sahipler. Kadro genel olarak müthiş, ancak Coleman ve Scott bulundukları her sahnede spot ışığını çalan performanslarıyla fark yaratıyorlar. Coleman ve Scott’ın bulunduğu her sahneyi tekrar tekrar izleyebilirim, izledim de.
Lafı fazla uzatmayacağım, dizi çok güzel. İzleyin. İster Phoebe Waller-Bridge için, ister Andrew Scott hakkındaki düşüncelerinizi ekranda size söyleyen bir başrol için izleyin. Yeter ki bu diziyi izleyin.
Bol Spoilerlı İnceleme
Bu diziyi hakkıyla incelemek için iki sezonu birbirinden ayırmak lazım. Diziye genel olarak hakim olan komedik tonu ve genel olarak Phoebe Waller-Bridge’in dehası haricinde iki sezon arasında büyük bir sıçrama var. İki sezonun arasındaki fark lisans ve yüksek lisans eğitimi gibi; lisans dersinde temeller kurulur, yüksek lisansta ise belli bir konuda uzmanlaşılır. Fleabag de ilk sezonuyla ana karakter Fleabag’in dünyasını kurarken, ikinci sezonda o dünya üzerine büyük bir ustalıkla yeni bir katman ekliyor. Dizi her ne kadar ikinci sezonuyla patladıysa da birinci sezonun kurduğu temeller olmadan ikinci sezona ulaşamazdık. İzninizle biraz açayım.
Birinci sezon boyunca Fleabag’in annesi ve en yakın arkadaşının kaybıyla baş etmeye çalışmasını izliyoruz, en azından izlediğimizin bu olduğunu düşünüyoruz. Eğer dizi bu kadarıyla kalsaydı, bugün bu diziyi konuşuyor olmazdık. Birinci sezonun son bölümüne kadar “evet tamam güzel diziymiş” diye izledim, ama herkesin ölüp bittiği dizide tek farklılık dördüncü duvar yıkılışları ve karizmatik başrol olamazdı. House of Cards’ı geçtim, The Office’ten, Parks&Rec’e komedide dördüncü duvarı yıkmak alışıldığın dışında bir yöntem değil. Fakat Fleabag bir adım öteye geçiyor.
Birinci sezonun son bölümünde, Fleabag’in bizden sakladığı büyük sırrı öğreniyoruz: Boo’nun intiharına/kazasına sebep olan olayları başlatan, erkek arkadaşının onu Fleabag ile aldatması. Bu sırrın ortaya çıkışının kurgusu, diziyi üst sıralara taşımış, üstelik buna bizi de dahil etmiş. Sezon boyunca birkaç saniyelik, hiçbir yere bağlanmayan anılar görüyoruz. Bu anılar ekrana çıktıkça Fleabag onu bizden saklamak istercesine çabucak ekrandan uzaklaştırıyor. Büyük sır Fleabag’in ablası Claire’in dudaklarından dökülünce bizden sakladığı anının tamamını görüyoruz, aldatma ve ihanet. Bizden bu sırrı saklayan Fleabag’e sinirlenerek onun üstüne yürüyoruz, Fleabag de fiziksel olarak bizden kaçmaya çalışıyor.
Duvardaki Sinekten En Yakın Arkadaşa Geçiş
Bu noktadan sonra artık dizinin içindeyiz, hem de hiçbir dizide olmadığımız kadar. Birinci sezonda karakterlerin yeri gibi bizim yerimiz de kuruldu, duvardaki sinek olmaktan çok daha öteye taşındık. Sadece Fleabag için değil, dizinin geneli için artık bir anlam ifade etmeye başladık. İkinci sezona biz de en az dizideki karakterler kadar hazırız.
İkinci sezon başladığında birinci sezonun bittiği o kötü gecenin üstünden bir seneden fazla geçmiş. Fleabag bu süre zarfında giderek iyileşmiş, seks hayatında bir durgunluğa gitmeye karar vermiş, kafesinde işler iyiye gitmeye başlamış. Bu süre zarfında ise biz onun hayatında yokuz. Bunun sebebiyse çok basit: iyileştiği sürece bize ihtiyacı yok. İkinci sezonun başında tekrar ailesiyle görüşmeye başladığında bize tekrar ihtiyacı oluyor.
İkinci sezonda duvardaki sinek halimizden çıkıp yavaşça Fleabag’in bir parçası oluyoruz. Bu yolculuğumuzdaki en büyük durak ise Hot Priest. Andrew Scott’un canlandırdığı Hot Priest, Fleabag’in hoşlandığı yakışıklı rahip. İlk bölümden kimyaları uyuşan Hot Priest ve Fleabag, beraber vakit geçirdikçe daha da yakınlaşıyorlar. Hot Priest’in rahip olması sebebiyle aralarında cinsel bir ilişki var olamaz, onlar da vakitlerinin çoğunu konuşarak geçiriyorlar. İşin rengi işte burada değişiyor. Fleabag’in diğer ilişkilerinin aksine beraber vakit geçirdikleri vakit sekse “harcanmayınca”, üstüne bir de aralarındaki kimya eklenince Hot Priest, Fleabag’in bize baktığını fark ediyor. Dedim ya, artık dizinin içindeyiz.
Fleabag’in en stresli ve depresif, özgüveninin en düşük olduğu zamanlarda seyirci olarak onunla birlikteyiz. Ablasından para isteyeceği zaman, vaftiz annesi ve babasının evine gittiğinde, sevgilisinin ona geri dönmeyeceğini anladığı zaman… En iyi esprilerini biz duyuyoruz, gerçekte ne hissettiğini bize söylüyor. Hatta ikinci sezonda terapistine itiraf ettiği üzere, biz onun en yakın arkadaşıyız. Yalnız olduğumuz zamanlarda aklımıza gelen komik espriyi biriyle paylaşabileceğimiz, başkasının söylediği saçma bir şeye beraber tepki verebileceğimiz birini ararız. Fleabag için bu Boo’ydu ve o artık yok. Boo gitse bile Fleabag’in içindeki bu görülme isteği gitmedi, ta ki ikinci sezonun sonuna kadar.
Birinci sezonda kazandığımız fiziksel özellik, Fleabag’in üzerine yürümemiz, ikinci sezonda Hot Priest’in bizi fark etmesiyle gelişiyor. Sezon sonuna geldiğimizde ise Fleabag bizi geride bırakıyor, fiziksel olarak bırakabiliyor. Hakimiyet tamamen onda, artık nedensizce ortaya çıkmıyoruz. Fleabag’in bize, yani görülmeye ihtiyacı yok. Bizi geride bırakmak istediğinde onu takip edemiyoruz. Bize uzaktan el sallıyor. Eğer olurda üçüncü sezonda Fleabag ile karşılaşırsak bilin ki o, çok da iyi bir yerde değil.
Seyirci olarak dizinin içine dahil edilmemiz, sadece “şirinlik” olsun diye alınmış bir karar değil. Dizideki herhangi bir karakter kadar bizim de Fleabag’in hayatında bir etkimiz var, hatta belki de daha fazla.
Tezatlıklar Üzerine Kurulu Karakterler
Fleabag sadece duvardaki sinek kavramıyla ile öne çıkan bir dizi değil, yazarlık ve yönetmenlik kadar karakterler de dikkat çekiyor. Genel olarak bütün karakterlerin ortak özellikleri tezatlıklar üzerine kurulmuş olmaları. Bu her karakter için bir nevi maske görevi görüyor.
Sıfatı adı haline gelmiş Fleabag, argo çevirisiyle “pislik, sevilmeyen kişi”, tezatlıklarıyla dikkat çekiyor. Kimseye bağlı olmayan özgür bir kadın, bu sebeple de bir o kadar yalnız. Komik, zeki ama vurdumduymazlığı sebebiyle işinde başarısız. Hayatındaki en sağlam ilişki sarılmaya çekindiği ablasıyla. Esprili ve çekici kişiliği sayesinde dünyanın en özgüvenli kadını gibi görünmesine rağmen dışarı yansıttığı her şey, aslında yalnız kalmaktan korktuğu için taktığı bir maske. Birinci sezon sonunda da itiraf ettiği üzere, yalnız kalmaktan korktuğu için sekse dayalı bir hayat kurmuş Fleabag. Halbuki onu yalnız bırakan, sevgilisine ve en yakın arkadaşına mal olan her seferinde sığındığı cinselliği. Sezon boyunca bu tip tezatlıklar Fleabag’in peşini bırakmıyor. Bu sebeple günümüzün basmakalıplaşmış “modern özgür kadın”ı olmaktan çıkıyor. Çekici, zeki ama olabildiğince kusurlu.
Aynı şey vaftiz anneleri, kendi babaları, Claire ve Hot Priest için de geçerli; dışarıya yansıttıkları kimlikleri ile gerçekte oldukları insanlar çok farklı. Kontrol sahibi Claire’in depresif anlarında büyük fiziksel değişikliklere gitmesi, Hot Priest’in “havalı” kişiliğine rağmen evrendeki en kısıtlayıcı mesleği seçmesi gibi detaylar, dizideki karakterleri aynı anda hem absürt hem de gerçekçi kılabiliyor. Bu sayede dizideki tüm karakterler en beklemediğiniz anlarda en olmadık cümleleri kurduklarında nefesiniz kesiliyor. Bu da sadece ve sadece usta bir yazarlıkla mümkün. Yine dönüp dolaşıp konuyu Phoebe Waller-Bridge’in ustalığına bağlıyorum.
Özetle…
Bin iki yüz küsür kelimeyi şöyle bir özetlemek gerekirse, Fleabag ikinci sezonuyla parlayan müthiş bir komedi dizisi. Dinden arzulara, abla-kardeş ilişkisinden aileye, kişinin kendini sevmesinden aldığımız kararlara kadar birçok konu, içselleştirebileceğiniz kadar güzel işlenmiş. Üstelik didaktik bir tondan ziyade, “işte bu da hayat, n’aparsın” gibi sade bir tonla bize veriliyor. İster bekar bir kadın olun, ister aile babası bir erkek, ister kalıplara sığmak istemeyen normal bir birey: Fleabag herkesin izlemesi gereken bir dizi. Bir yandan daha fazla izlemek istiyorum, öteki yandan da karaktere ettiğimiz vedayı çok yerinde buluyorum.
Peki siz ne düşünüyorsunuz? Fleabag sizce de 2019’un en iyi dizilerinden mi?