Faux Play olarak geek dünyamızı ilgilendiren konuların duvarlarındaki fare deliklerine bakmayı görev biliyoruz. Bu seferki konumuz Hunger Games şerefine “Ölüm Oyunları”. Birilerini eğlendirmek için ölüm oynayanları, futboldan oyunlardaki “deathmatch” kavramına, antik Roma’nın gladyatörlerine dek inceliyoruz, tartışıyoruz, konuşuyoruz. Sohbete siz de katılın.

İlk yazı, Nazi Almanya’sının Gerçek Death Match’i şurada,

İkinci yazı, Doom, Quake ve Gladyatörler: Oyunlarda Deathmatch ise şurada.

 

hunger-games-katniss-salute

Biz oyunları bir şeylerden kaçmak için oynuyoruz.

Çünkü oyunlar iki şey sunuyorlar bize, bir mücadele ve bir hikâye. Mücadele ederken kafamızı oraya veriyoruz, çabamız oraya kanalize oluyor. Belki başka şeylere ayıracağımız zihin ve beden gücünü oyunun mücadelesine yönlendiriyoruz. Hikâyeler ise bizi kendi kıyafetlerimizden, düşüncelerimizden, hislerimizden sıyırıp, başka birisininkilere sokuyor. Bir anda kendimizi Sir Francis Drake‘in kayıp hazinesini umursarken buluyoruz, ya da Orta Doğu’nun ücra bir köşesinde patlayan nükleer bir bombanın serpintisinde can veriyor, uzak gelecekte hiç duyulmamış tehditlere karşı savaşıyoruz. Her ikisi de bir şeylere kafamızı çevirebilmemizi sağlıyor; acılarımız, kaygılarımız, sıkıntılarımız o an uçup gidiyor. Biz oyunları bu yüzden seviyoruz, ama işte tam da bu yüzden, oyunlar antik çağdan beri iktidar odakları tarafından bizi pasifize edecek bir araç olarak kullanılıyor.

Pan-Em’in Hunger Games’i varsa, Roma’nın gladyatör arenaları var

Hunger Games‘in tam temeline oturttuğu söylem bu. Antik Roma’daki gladyatör arenaları gibi bunun alenen yapıldığı bir oyun türü anlatılıyor kitaplar ve filmlerde. Uzak geliyor belki, gerçek hayatınızda düşünmüyorsunuz herhangi bir güç merkezinin, özellikle de devletin bugün de size küçük açlık oyunları hazırlayıp, sizin çabanızı, kafanızı ve hislerinizi belli bir yere yönlendirdiğini. Katniss ve Peeta‘nın yaşadıkları sonuçta fantastik bir kurgu içerisinde aktarılıyor, görsel olarak da dünyamızdan olabildiğine uzaklaştırılmış. Gel gör ki hepimiz loto oynuyoruz değil mi? Türkiye önemli bir maça çıktığında gündemimizi değiştirmiyor muyuz? Bunların aynı Hunger Games‘de olduğu gibi, sizi daha önemli şeylere çaba, kafa ve his yatırmanızı engellemediğinden kesinlikle emin olabilir misiniz?

French Rıots

Bu çoğu zaman spor için söylenen bir şeydir. Özellikle sporculardan duyarsınız bunu, hele ki sosyal olarak dışlanmış topluluklardan geliyorlarsa. Almanya’daki Türkler, Türkiye’deki Kürtler, Amerika’daki zenciler neden spora yöneldikleri sorulunca “Ya futbolcu olacaktım, ya ayyaş“, “Basketbolculuk veya çete üyeliği dışında bir opsiyon yoktu” derler sıklıkla.

Moğolların popüler bir taktiği vardır. Düşmanlarının etrafını çevirirler, ama çemberde hep bir boşluk bırakırlar. Böylece düşmanları asla kapana kısılmışlığın getireceği güce erişemezler ve o kaçma ilüzyonu onların daha çabuk dağılmasına sebep olur. Eğer Hunger Games‘teki oyunları Moğolların bu taktiğine benzetecek olursak, kuşkusuz aynı şeyi devlet-çeper toplumlar ilişkisi içerisinde de söyleyebiliriz. O azınlıkların, o dışlanmışların çıkış yolu da, onların çıkışını imkansız kılan da bu oyunlardır, hem seyredenler, hem de oynama ihtimali olanlar için. Katniss’in hayatında görmediği lüksü tatmasına olanak tanıyan oyunlar, o lüksü tatmasına engel olan iktidarın çemberinde bıraktığı boşluktur. Niye futbolcular arasında zengin bir aileye sahip olmak Ertem Şener’in “Evra’nın 18 kardeşi var” ile birlikte söyleyeceği türden “ilginç bir bilgi” kategorisindedir hiç düşündünüz mü?

Zidane ve 1998’de Fransa

55369_20120622191353

Fransa’nın 1998 Dünya Kupası’nı kazanmadan önceki durumunun, eğer Zizou kafasını kullanmasaydı ülkeyi bölünmeye kadar götürecek denli kötü olduğu söylenir. Müslüman ve “beyaz” Fransızların arasındaki gerilimin tırmandığı, iki toplumun da toleransının düştüğü zamanlardır bunlar. Ama Cezayir asıllı, Müslüman ve yeterince “beyaz” Zidane kupayı Fransa’ya getirir ve birden Paris sokakları dolup taşar. Müslümanı, Katoliği, Protestanı ve Yahudisi fark etmiyordur o dakikadan sonra. Herkes aynı kupayı kutluyordur. Eğer futbolu modern bir gladyatör oyunu olarak ele alırsak (Metin Kurt‘un anısına yapalım bunu hadi) o zaman Zidane’ın toplumun çeperine itilip, başka bir çaresi olmadığından arenaya çıkmış bir Spartacus, Dünya Kupasını da devletin işleri ne kadar basiretsiz yönettiği gerçeği anlaşılmasın diye sahnelediği bir ölüm oyunu olarak görmek gayet mümkündür.

Peki bunu video oyunlarına uygulayabilir miyiz? İlginçtir ki, hayır. Video oyunları henüz iktidar odakları tarafından bulandırılmadılar. Tabii ki propaganda için kullanılan ürünler var, özellikle de “gerçekçi modern askeri” diye başlayan titrlere sahip olanları en başlıcaları. Ama bunlar bile bizi bir yere çekmek için kullanılıyor, itmek için değil. Henüz iktidar odaklarının video oyunlara olan yaklaşımı olgunlaşmış değil; anlamıyorlar, yer yer korkuyorlar ve gerçek gücünü idrak edemiyorlar. Etmemeliler. Odakları sporda kalmalı.

Çeperden kurtaracak tek şey: Oynamak, daha fazla

Büyük buhranları Babe Ruth ve Seabiscuit‘lerle geçiştirmeliler, yeni InFamous veya yeni Halo oyunları ile değil. Yaptıkları hataları “milli zaferlerle” örtmeliler, en son çıkan Zelda ile değil. Ve her şeyden önemlisi, video oyunlarının çekim gücünü kaybetmesine sebep olmamalılar. Oyunlar bizi bir yerlere çekmeliler; çeperden alıp, dünyanın merkezine koymalılar. Herkese ulaşmak konusunda bu denli güçlü başka bir medya yok ve bu aynen böyle kalmalı. Amerika’daki zenci çocuğu da, Almanya’daki Türk genci de, Türkiye’deki Kürt‘ü de alıp Albion‘a, Hyrule‘a, Liberty City‘ye veya Helghan‘a koymalılar. Koymalılar ki iktidarın “ya futbol, ya çete” diye daralttığı ufka “serüvencilik” girsin; maceracılık, kahramanlık, gözüpeklik yani hayal gücü. Devletin işaret ettiği “Ya Zinedine Zidane, ya Rédoine Faid” ikilemi paramparça olsun ve Altair Ibn La-Ahad olmak isteyenler çıksın o çeperden, Nathan Drake’ler, Nico Collard’lar, Lara Croft’lar. Video oyunları henüz “ölüm oyunları” değiller. Umuyoruz ki hiçbir zaman da olmayacaklar.

Author

Yalnız olduğunu düşünen, ama bunun uzun sürmeyeceğini bilen bir adam. Bir gün Kaliforniya'nın yeşillikleri uğruna Arizona'daki evini terk edip gitti, geri dön çağrılarına da kulak vermiyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.