Bir fantastik evren yaratmaya çalıştığınızı varsayın; nereden başlarsınız? Başlangıçta karakterler yaratıp onların etrafına hikâye mi yazarsınız, yoksa hikâyeyi oluşturup karakterleri sonra mı eklersiniz? Peki ya tarih, haritalar, diller? Bütün bunları birleştirip güzel bir eser çıkarmanız ne kadar sürer? Bütün bunları birleştirip Yüzüklerin Efendisi gibi bir eseri yaratmanız, ömrünüzün ne kadar büyük bir kısmını alır?
Genellikle, başarılı olmuş insanların hayatlarına bakanlar direkt olarak onların başarı anlarına odaklanırlar. Birdenbire akıllarına mucizevi bir şekilde bir fikrin geldiğini ve bu fikrin onların hayatlarını değiştirdiğini sanırlar. Isaac Newton’un yer çekimini bulmasını bir elmaya borçlu olduğunu; Arşimet’in suyun kaldırmasını keşfedip “Evreka!” diye bağırmasını, hamama gitmesi sayesinde olduğunu zannederler. Hatta, eğer çok tembel bir öğrenci, bir yaz günü odasında sınav kâğıdı okuyan J.R.R. Tolkien adındaki bir öğretmene boş kâğıt vermemiş olsaydı, o öğretmenin “Küçük bir kovukta bir Hobbit yaşardı” cümlesini hiçbir zaman kurulmayacağını düşünürler.
Tabii ki gerçeğin böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Bir keşif yapmanın altında saliselik bir kıvılcım yatıyor gibi görünse de aslında o alanda yapılan yıllar süren çalışmalar olduğunun farkındayız. Newton’ın elması böyleydi, Arşimet’in hamam tası da böyle bir kıvılcımdı ve elbette J.R.R. Tolkien’in, Hobbit’i yazması sadece bir yaz günü boş bir kâğıda yazılan birkaç karalamanın çok ama çok öncesindeydi.
Tolkien’in bu hikayeleri asla kendi başlarına bir amaç olarak düşünmedi. Aslında o, birden fazla dil yaratmak istiyordu ve bu dilleri ilerletecek hikayelere ihtiyacı vardı, o kadar. Daha çocukluk yıllarından itibaren dillere karşı büyük ilgi duyan Tolkien, küçük yaşına rağmen modern ve eski diller üzerine çalışmış, Eski Nors dili ve Litvanca üzerinde uzun süre araştırmalar yapmış, hatta sırf eğlence olsun diye Fince öğrenmişti. Dil merakı yıllar sonra onun kariyerinde bir devrime yol açacak olan seçimleri yapmasını sağlayacak ve Oxford Üniversitesi’nde bir öğrenciyken dil bölümüne geçmesine neden olacaktı.
Dillere ilgisi bu kadar fazla olan Tolkien’in kendi dilini yaratması ise kaçınılmazdı. Daha çocuk sayılabilecek bir yaşta kendi dillerini ve dil ailelerini yaratmaya başlayan Tolkien’in hikâye yazmaya başlaması da yine bu diller sayesinde olmuştu. Konuşabilecek diller yaratmıştı, şimdi tek ihtiyacı o dilleri kullanıp iletişim kuracak karakterler yaratmaktı.
Arrival filminde geçen bir söz vardı, hatırlar mısınız? “Dil, medeniyetin temelidir, her şeyi bir arada tutan yapıştırıcı ve bir çatışmaya çekilen ilk silahtır.” diye. Tolkien ise kendi kaleminden bu sözü çok daha uzun yıllar önce “Bir hikâyenin temeli dildir. Hikayeler, dillere bir dünya sağlamak için vardır.” diyerek hikayelerin, diller için bir amaç değil araç olduğunu yazmıştı.
İnsanlık duvarlara çöp adam çizmeden de evvel gelişen dil, sadece duygu ve düşüncelerin aktarılmasında kullanılan bir araç değildir. Dil de en az insanlar kadar canlıdır; dil de doğar, büyür ve ölür. Medeniyetler kendi dilleri ile var olur ve yok olduklarında dilleri de onlarla birlikte yok olur. Dilleri sayesinde hikayeler anlatırlar ve hikayeleri sayesinde hatırlanırlar.
Her ne kadar diller üzerinde çalışmalarına kelime bilgisi, dil bilgisi, fiiller, zarflar ve bunun gibi bir dili dil yapan diğer önemi unsurlarla başlasa da Tolkien zaman içerisinde bir dili güzel yapan şeyin bunlar olmadığını keşfeder. Bir kelime sadece ses tellerinden başlayarak dilde son bulan bir şey değildir. Bir kelime zihinde başlar. Kelimeler, cümleler, sesler sadece onları söyleyen insanlara özel olarak değişir, bir anlam kazanır.
Tek bir gün içerisinde o kadar fazla kelime kullanıyoruz ki onların nereden geldiklerini, hangi değişimlere uğradıklarını ve bu değişimlere nelerin sebep olduğunu umursamıyoruz. Oysa her kelime aslında bir hikâye anlatır. Her kelime doğar, gelişir, değişime uğrar ve onu bilen son insanın ölmesiyle beraber yok olur. Eğer bir kelimeyi ele alır ve onun ilk kullanıldığı zamana kadar geriye giderseniz, elinize birden çok hikâye geçer. Hikayesi, anlamı olmayan bir kelime ise sadece ses olarak kalır.
Bu yüzden Tolkien, icat ettiği her dile ve yarattığı her kelimeye anlam verecek karakterler hayal etmeye başladı. Yarattığı diller sadece anlam ifade etmiyor, kültürlerinin özünü ve halkın kendisini anlatıyordu. Küçük kovuğunda bir Hobbit’in yaşadığını yazdığı sırada kırk yıldan fazla süredir hikayeler yazıyor, karakterler çiziyor, aklında bir efsane dolaşıyordu; ancak bundan henüz o sıcak yaz gecesine kadar kendisinin de haberi yoktu.
Tolkien, aklındaki hikayeleri kâğıda aktarmaya başlarken, yine kendi sözleriyle, “Bilge bir şekilde bir haritadan başladım, sonra oraya sığacak hikayeler yarattım.” diye söylüyor. Quenya ve Sindarin’in de dahil olduğu 15 farklı Elf dili ailesinin yanı sıra, Orklar, Entler ve sırf gürültüde birbirlerini duymadıkları gerekçesiyle konuşmalarının değişik olması gerektiğini hayal ederek Cüceler için diller yarattı.
Böylece sözcüklerin gücünün farkında olan ve dillerinin anlam kazanması için efsaneler yazmaya başlayan Tolkien, 1954 yılında Yüzüklerin Efendisi kitabını çıkardı. Küçük bir kovukta yaşayan Frodo isimli bir Hobbit, Shire kasabasından yola çıktı ve “Elen síla lúmenn ‘omentielvo!” diye selamladı Elrond’un divanındakileri.