Hayatından bir şeyler isteyen, cüretkâr kadınların sarı şeritlerle sarmalanıp tehlikelidir yaklaşmayınız diye mimlendiği dönemler çok uzaklarda kaldı, bizim neslimiz bilmez yazmayı çok isterdim. Ancak sadece ahı alınmış kadınlarla dolu binlerce nesil sonunda, çok şükür biraz ileriye gidebildik diyorum. Sonuçta kadın çok ses çıkarırsa cazudur, süreğen bir şikayeti varsa histeri krizindedir, akıllı ve zenginse arkasından kesin kara büyü çıkacaktır, kurun mahkemeyi! Tüm bunları kadın dediğin diye başlayan cümlelerle günümüze uyarlayabilirsiniz rahatlıkla.
Tarih gibi halk anlatıları da canavarlaşan kadın klasmanında Alkarısı, Yuki-onna, Medusa, Baba Yaga gibi eşsiz örneklerle dolu. Başkaldırmayı, alışılmışın dışında davranmayı sevmeleri ortak noktaları. Ben de bu ortaklıklar gözüme çarparken, ikidir rahibelerden bahsediyorum, bu sefer niyeti bozalım dedim. Süslü ve korunaklı binalardan çıkıp dağlara yayılalım, yaban çiçekleri koparırken biraz da boğa ve adam parçalayalım. Kısacası tehlikeli kadın neymiş görelim. Güzide Geekyapar okurları, üzerinize alınmayın lütfen! Dionysos’un kadın takipçileri, adlarının anlamı çıldırmış olan Maenadları iftiharla sunarım. Dikkat, bol vahşet içerir.
Dionysos, Percy Jackson ve Olimposlular serisinin hastalarına –öhöm- sempatik gelecek, antik Yunan mitolojisinin bağrında pişen insancıl bir tanrı olarak görünebilir. Ama elbette mazisi karmaşık, derin menzilli tanrılar bunlar. Kazılar sayesinde, Anadolu’ya boğazlar tarafından göç ettiği bildirilen Thrak halkına ya da Frigya veya Lidyalılara dayandırılan, kışları uyuyup baharda uyanmayı seven bir doğa tanrısı olduğunu biliyoruz. Doğayla uyanma aslında Kybele Attis kültünden, daha yakın dönemli Persephone Demeter mitine değin var olan bir geleneğin parçası.
Yalnız Dionysos şanslı ki bereketli topraklarda patlayan üzüm bağlarının sorumluluğu da ona düşmüş. Belki de kederi alıp götüren, günlük dertleri savuşturan içeceğin yaratıcısı olarak görülmese, binbir tanrılı topraklarda unutulup giderdi çoktan. Ama fazla içeni çarpıp Leyla’ya da öfke küplerine bindirip Kratos’a da dönüştüren bu gizemli sıvı, Dionysos’u giderek bir şarap tanrısına dönüştürmüş. Bununla da kalmadan savaş ve göç hareketleriyle antik Yunan tarafının da benimsediği tanrı, esriklik ve neşe içinde anıldığı törenlerde bugünkü tiyatronun da fitilini ateşlemiş. O yüzden insanlığa, açık ara en faydası dokunan mitik tanrı unvanını verebiliriz kendisine.
Şimdi anlatırsam yazının bitmemesinden korktuğum sebeplerden, parçalara ayrılıp yenilen ve sonra tekrar hayata döndüğü için iki kez doğan olarak anılan bir tanrı Dionysos. İkili doğasından bahsedildiğini okursanız bir yerde, ciddiye alın derim. Tanrı, yaşadıkları yüzünden bir bakışta aşırı sevecen ve neşemizi bulalım kafasındayken, aniden hiddetli ve saldırgan bir hale bürünebiliyor. Tıpkı mevsimlerin ve şarabın sağladığı gibi. Üstelik tabii ki komplo varsa ben de varım diyen Hera’nın planları yüzünden, bilinen dünyayı gezip kendisini bir tanrı olarak insanlara kabul ettirmeye çalışmış. Bu gezi sürecinde yaşadıkları en hafif tabiriyle sinirlerini yıpratmış. Kendisine Satir eşlikçiler ve büyük bir kadın takipçi topluluğu yaratarak, ona inanmayanlara unutulmaz dersler vermeye başlamış. BTS gibi düşünebilirsiniz.
Örneğin tanrı henüz çocukken, onu topraklarından kovduran Lycurgus adındaki bir kral, Dionysos’u yetiştiren Nymhpalar tarafından dağlardaki gerilimli kovalamacadan sonra vahşice öldürülür. Euripides’in MÖ 405 yılında yazdığı The Bacchae eserindeyse, annesinin şehri Thebai’de kral olan amcası Pentheus’a göre, tanrılığı şüpheli. Bu yaftalama üzerine, şehirdeki kadınları çıldırtarak dağlara çıkartır Dionysos. Yani maalesef her zaman gönüllü katılımcılardan oluşmuyor Maenadlarımız. İnançsızlığının bedelini ödeyen Pentheus, bizzat kendi annesi Agave tarafından katledilir. Yanlış zamanda yanlış yerde bulunan zavallı şair Orpheus da hazin sonundan kaçamaz. Bu muazzam gücün kadınlara, tanrının kendisiyle bir oldukları için verildiğine inanılır.
Kadınların vahşet kombiniyse; salınık saçlar ve yalın ayak, üzerlerine attıkları leopar atkısı ya da kahverengi bir deri, başlarına asma yapraklarından taktıkları bir çelenk ve bazen yılandan ibaret. Bir de bir asanın ucuna kutsal kabul edilen çam kozalakları ve yine asma yaprakları yapıştırılarak oluşturulan, Thrysusları var tabii.
Anlatılarda doğa anadan beslenen ve kendileri de onun bir parçası olan kadınlar, kahramanvari umacılar tam olarak. Asalarının bir hareketiyle pınarlardan bal ve süt akıtırlar, ağaçları yarar ve kayalardan su fışkırtırlar. Yılanlara sarılır, yavru hayvanları bebekleri yerine koyup emzirirler. Ağaçları köklemek ve vahşi boğaları çıplak ellerle parçalamak, yorucu bile sayılmaz onlar için.
Gerçekte ise Maenadların geleneği ilk olarak, şarap üretimiyle ünlü Batı Trakya kenti Maroneia kadınlarının, kendilerini dağlara atıp tanrıyı aramasıyla başlamış. Paganik gelenekte olduğu gibi özünde var olan, doğanın uyanışını ve tohumların bereketini kutlama düşüncesi. Coşkuyla kırlarda toplanan insanlar, şarabın da etkisiyle gevşeyip dans etmişler. Dans, bütün ritüellerde olduğu gibi havaya yazılan dua. İnsanın tüm bedeniyle katıldığı aktivite, davul ve flütün ritmik ezgileriyle birleşince baş döndürücü zaten. Bir de üzerine Bene Gesseritler gibi şuur açıcı maddeler tüketilince oluşan trans hali, insana içine tanrının girdiğini kolaylıkla düşündürebilir. İşte MÖ 6. yüzyıl dolaylarında Dionysos adına yapılan dört festivalde, kadınların çabası ruhlarına Dionysos’u davet etmeye yönelikti.
Eğer tanrı ricalarını kırmazsa, yenilmez bir güçle dolarlar ve çıplak elleriyle, sparagmos denilen hayvan parçalama ayinine geçerlerdi. Tabii yukarıdaki örneklerdeki gibi hayvanın yerine kadersiz bir adamın geçmediğini umarız. Bir sonraki adım, etinizi çok pişmiş sevenlerdenseniz tiksindirici gelebilecek, omofaji denilen parçalanan eti çiğ yeme ritüelidir. Bu da tanrının, yeniden canlandırılan sancılı doğum hikayesinin son adımı. Yani Hristiyanlıkta da olduğu gibi yemek yeme eylemi, ilahilerle ilişki için doğrudan bir yöntem. Bir sonraki lokmanız boğazınızdan geçerken, aklınızda bulunsun.
Atina kentinde Dionysia, Anthesteria ve Lenaia festivallerinde, kadınların töreni geceleri gizlice gerçekleştirilirdi. Törenden önceki şarap yapımı sırasında, ahşap bir direğe bağlanan maske, tanrıyı sembolize ederdi. Çelenklerle süslenen maske de zamanla tiyatro sahnelerine taşındı.
Roma’da Bacchanalia festivaline dönüşen gelenek, başlangıçta ayda üç gün ve sadece Bacchantes denilen kadınların katılabildiği bir ayinken, hızla geniş katılıma ulaşır. Ayin sırasında yapılanlar o kadar korkutucu hale gelir ki katılmak istemeyenlerin senatoya şikayetleri üzerine, bildiriyle yasaklanır festival.
Maenad efsaneleri arasında kadınları korkutucu yapan unsurlara baktığımda, güncelliğini hala koruyan temalar görüyorum. Öncelikle şikayet edilen kısım, kadınların makbul davranmaktan vazgeçip evi terk edişleri. Özellikle Atina şehrindeki kadınların ev işleri ve çocuk büyütmekle meşgulken, Dionysos’a tapınım zamanında evden kaçıp gitmeleri açık bir isyan.
İkinci tema, kadının anneliğinden vazgeçişi. Babaların oğullarıyla yaptıkları savaşlar tarih kitaplarının önemli bir kısmını işgal ederken, Agave örneğinde olduğu gibi bir annenin çocuğunu öldürme trajedisi, trans halinde olsa dahi, onun şehirden uzaklaştırılması ve lanetlenmesiyle sonuçlanıyor.
Üçüncüsü haz arayışı. Bu ayin doğanın canlılığına işaret ettiği için aslında epey eski bir gelenek olan, cinsel birleşmeye atfı da kapsıyor. Özellikle Haloa festivali olarak ayrıca kutlanan bir kısımda, kadınlar fallik figürler yapıp bunları tanrıya adıyorlar. Yani şarkıda da dediği gibi, ne ferman dinler ne kadı…
Bir dördüncüsü de kendilerine ait olmayan fiziksel güçle acımasızlaşabilmeleri. Genelde merhamet ve şifacılık gibi şefkatli özelliklerin beklendiği kadınlarda, merhametin biri bile bin gümüş geyik.
Maenadlar, doğayla iç içe geçen kadınların özgürlük fermanıyla, nizam tanımayan kadından çekinen erkeklerin korkularının birleşmiş hali. Bu ‘çıldırmış’ kadın örgütünün modern uyarlamasına, Dianic Wiccanları koyabilirim pekala. Danslar, ritüeller, büyülerle sadece kadınların olduğu bir grup. Ya da daha iyisi, canlı bir Maenad ayini hissi için, 2018 yapımı Suspiria filmini önerebilirim. Yalnız filmi bu gözle izlemek, iliklerinize kadar rahatsız edici bir deneyim olabilir. Peki, sizin nasıl kaçırırsın dediğiniz başka hangi kadın örgütleri var?