Komedi söz konusu olduğunda, herkes için değişen birtakım şeylerden söz edebiliyoruz. Bazılarımız materyalini gündelik hayattan alan esprilere gülüyor, bazılarımız absürt durumların yarattığı çelişkileri tercih ediyor; bazılarımız ise her cümlede biraz daha sertleşen iğnelemeyi hepsinden daha komik buluyoruz. Ne olursa olsun gülmek her zaman bir ihtiyaç, bu ihtiyacın da bir şekilde karşılanması gerekiyor. Bu yüzden hepimizin, hangi tarzdan hoşlanırsak hoşlanalım, gözünün önünde tutmaktan hoşlandığı bir ya da birkaç komedi dizisi bulunuyor.
Geçtiğimiz yıl, kadrosunda Steve Buscemi ve Daniel Radcliffe’ı barındıran ve Man Seeking Woman’ın kaleminden çıktığı Simon Rich’in bir başka kitabı üzerine uyarlanan Miracle Workers isimli bir dizi, yayın hayatına başladı. Aradan epey vakit geçtiği için bu diziye bir inceleme yazmanın manası yoktu belki ama dizinin ikinci sezonu, birinci sezonundan çok daha farklı bir izlenim yaratınca biraz konuşmak istedim. Yazıda pilot bölümünün açıklamasında bulamayacağınız spoiler olmayacak o yüzden rahatlıkla okuyabilirsiniz.
Miracle Workers’ın birinci sezonunu, önceki paragrafın başında saydığım özelliklerinden ötürü bir hevesle açmış fakat üçüncü bölümden sonra kendimi ittirerek ancak tamamlayabilmiştim. Yerden yere vurulacak şekilde bir ittirmeden bahsetmiyorum burada, beklediğini bulamamakla “sezon bitsin bari ayıp olmasın” arası bir yerde kaldı. Sonra ikinci sezon geldi, birinci sezondan farklı bir tema ile devam edileceğini bildiğim için, ilk bölümü açtım ve kendimi asla beklemediğim şekilde bir hafta sonraki ikinci bölümü izlemek için sabırsızlanırken buldum.
Dizinin ilk sezonu, insanlığın artık işlevsiz kaldığını düşünerek depresyona giren ve hâliyle de dünyadaki yaşamdan elini eteğini çeken tanrıyı, insanlara ikinci bir şans vermesi için ikna etmeye çalışan iki melek üzerine şekilleniyordu. Steve Buscemi’nin tanrı, Daniel Radcliffe ve Geraldine Viswanathan’ın da cennette çalışmakla görevli iki melek rolünde bu ilk sezonda, olası bir ölümden sonraki yaşam senaryosunun içerisine giriyorduk. Bu senaryoda gerçek hayattaki iş yaşantımız, kapitalizm, insanlar arası ilişkiler ve benzeri pek çok olağan durum, tanrı, melekler ve cennet tasavvuruna yansıtılıyor; komiklik de buradan çıkartılmaya çalışılıyordu. Fikir eğlenceli, durumlar tanıdık, oyuncular yeterliydi dolayısıyla formül de tuttu ve açıkçası dizi, ölmeden önce izlenmesi gereken bilmem kaç dizi listesine girmeyecek olsa da çerezlik, hoşça vakit geçirmelik ve sempatik bir dizi olarak değerlendirildi.
İkinci sezonda ise bu sefer aynı kadroyu, bir Ortaçağ parodisinde izlemeye başladık. Steve Buscemi, kanalizasyon sistemlerinin gelişmediği zamanlarda bu tarz işleri küreğiyle yerine getiren bir babayı, Geraldine Viswanathan onun çağına göre her açıdan ileri görüşlü kızını; Daniel Radciliffe ise gaddarlığıyla bilinen kralın saf oğlunu canlandırıyor. Biz de gündelik yaşamda karşımıza çıkan olayları, iş hayatını, kapitalizmi ve insanlar arası ilişkileri, bir Ortaçağ parodisine yansıtılırken izliyoruz. Fikir eğlenceli, durumlar tanıdık, oyuncular da yeterli dolayısıyla bu formül de çalışıyor. Ancak iki sezonun arasında, ağızda bıraktığı tat açısından bariz bir fark var.
Varmak istediğim yeri anlamışsınızdır sanırım. Oyuncular, yazar kadrosu, dizinin formülü aynı ve yaşanacak olan şeyler de az çok benzer bir döngüyü takip ediyor. İkinci sezon henüz tamamına ermedi fakat kalan bir-iki bölümün fazla bir şey değiştireceğini düşünmediğim için, ilk sezonla ikinci sezon arasında yapılan esprilerin yahut üzerinden fikir üretilen konu yelpazesinin de tema dışında fazla değişmediğini belirtmekte beis görmüyorum. İlk sezonda cennetteki ofis çalışanları üzerinden bir iğneleme vardıysa ikinci sezonda da kraliyet içerisindeki çalışanlar üzerinden var. Değişen şey sadece tema.
Miracle Workers, farklı sezonları arasında birkaç oyuncu ve yazar ekibi dışında ortaklık bulunmayan ilk dizi değil. Bu olaya alışkınız hatta her bölümü tamamen farklılaşan antoloji tipi dizilere de son dönemde rağbet var. Böyle durumlarda dizilerin oyuncu kadrosu ve/veya yazar kadrosu aynı kalıyor dolayısıyla değişen bir tema veya çekim tekniği gibi unsurlar etrafında aslında aynı tarz bir dizi izlemeye devam ediyoruz. Genel olarak kadrodan ve yazar ekibin maharetinden memnunsak bizim için çok fazla bir şey değişmiyor, bir taraftan farklı durumlardaki alternatifleri keşfetmiş ve sanki yeni bir şeyler izlemişiz gibi oluyor; diğer taraftan da dizinin üreticileri için kısıtlama döngülerine takılmadan alabildiğine yaratıcı olma imkânı ortaya çıkıyor. Dolayısıyla karşınızdaki ekipten, genel havadan memnunsanız ve bunların tarzı sizin damak tadınıza uyuyorsa tema değişikliği çok da bir şey fark ettirmiyor.
Tema değişiminden biraz uzaklaşıp genel olarak türe dönersek de benzer şeyler söylenebilir. Çok sınırda durmayan bir işten bahsettiğimizde yirmi-yirmi beş dakikalık kısa komedi dizilerinin belirli bir formülü vardır. Arkadaş grupları veya aileler içerisinde belirli sayıdaki insan, belirli sayıdaki komik özellikleri üzerinden belirli olaylar yaşayarak bizi güldürür. Burada bir diziyi diğerinden ayıran, hemen hiçbir zaman aile veya arkadaş grupları olmaz; yapılan esprilerin niteliği, konuyu ele alış biçiminin yaratıcılığı, dizinin yayınlandığı tarihte izlenip izlenmemesi veya çekimler gibi unsurlar olur. Bu saydıklarıma bir örnek olması bakımından birbiriyle birebir aynı olan Fleabag ve This Way Up’ı değerlendirebilirsiniz.
Miracle Workers’ta ise bunun tam tersi söz konusu. Birinci sezonda ağızda tuzu eksik yemek tadı bırakan dizi, birebir aynı formülle ikinci sezonda tadı tuzu yerinde bir yemeğe dönüşüyor. Bu da aynı şeflerin yaptığı, aynı konuklarla paylaşılan aynı yemeğin, nerede servis edildiğinin çok daha önemli olduğu anlamına geliyor sanırım. Gündelik problemleri cennet ve Tanrı anlatısı üzerine işlemek, seyircide beklenen karşılığı bulmuyor. Fakat aynı tarzı dünyaya çekip Ortaçağ’da verince işler değişiyor.
Evet, beklediğimizin aksine davranan tanrılar yahut iyimser olmayan cennet tasvirlerine yabancı değiliz fakat bunları gördüğümüzde alışkanlık gereği belirli şeyler bekliyoruz. Daha büyük çaplı planlar, daha büyük motivasyonlar, daha derin iletiler ya da hiçbiri değilse daha sansasyonel durumlar. Haydi, daha da olmasın, The Good Place’teki gibi burada olduğundan daha değişik şeyler, mesela çok ileri bir teknoloji vb. görmek istiyoruz. Miracle Workers’ın birinci sezonunda ise her şey, ilahi bir ortam için aşırı derecede sıradan. Espri de buradan doğuyor zaten, beklenen bu fakat nereye kadar? Dördüncü bölümden sonra, sıkıcılaşıyor. İkinci sezonda ise herhangi bir krallığın herhangi bir küçük kasabasında, herhangi birkaç küçük insanın maceraları var. Burada zaten her şeyi, aşırı derecede sıradan görmek istiyoruz.
Dizinin genel değerlendirmeleri arasında, eleştirmen gözünden puan açısından çok bir fark yok, yorumlarına bakarsanız göreceksiniz. Ancak ilk sezonu ayrı, ikinci sezonu ayrı bir yapım gibi değerlendirdiğinizde ikinci sezon, ilkinden kat kat daha başarılı. Daha öznel söyleyeyim, dizinin sadece ilk sezonunu izlemiş olsaydım kimseye önermezdim. Bu noktada dizinin Miracle Workers Sezon 2 olarak değil, Miracle Workers: Dark Ages ismiyle çıkması da çok yerinde olmuş. Nitekim doğrudan ikinci sezonu izlerseniz, ilk sezonla bağlantılı olmadığı için bir şey kaybetmeyeceksiniz.
Miracle Workers, ikinci sezonunu çok daha başarılı bulmakla birlikte her iki sezonuyla da fazla beklentiye girmeden, boş zamanlarda izlenebilecek, hoş bir dizi. Eğer siz de benim gibi bir merakla Miracle Workers’ın ilk sezonunu izleyip çok memnun kalmadan ayrıldıysanız ikinci sezona mutlaka bir şans vermelisiniz. Her iki sezonu da izlediyseniz bana katılıp katılmadığınızı yazmanızı beklerim.