Sürekli karşınıza çıkan bir diziyi inatla izlemediğiniz oldu mu? Bana oldu. Hem de defalarca. Hatta iki hafta öncesine kadar her Netflix’i açtığımda önümde gördüğüm posterine bakıp “Seni izlemicem işte, bırak peşimi.” dediğim Sex Education dizisini de aynı bu inat yüzünden izlememiştim. Size de bu oluyorsa biliyorsunuz ki bu inadın da elbet bir gün sonu geliyor ve o dizinin ilk bölümü açılıyor. Eğer şanslıysanız, Sex Education gibi karşınıza sizi şaşırtan ve bir sonraki bölüme geçerken durdurmak istemediğiniz kadar sevdiğiniz bir dizi ortaya çıkıyor.
Konusu Bile Yeter
Dizinin başrollerinden Otis Milburn, gittiği lisede çok da göze çarpmayan bir çocuk. Bir gün eskaza okulun zorbasının Viagra içeren “zor bir durumuna” terapiye benzer bir metotla yardımcı olur. Annesi seks ve ilişki terapisti olan Otis hem bu tip konularda fazlasıyla bilgili, hem de tavsiye verme işinde gerçekten iyidir. O sırada olaylara tanıklık eden Maeve, okuldaki çoğu kişinin seks tavsiyesine ihtiyaç duyduğunu bildiği için bu yoldan para kazanabileceklerini fark eder. Sonuç olarak Otis’le Maeve gittikleri lisede seks kliniği işletmeye başlarlar.
Ben şahsen dizinin konusunun yeterince ilgi uyandırıcı olduğu kanaatindeyim, fakat henüz sizi ikna edemediysem Sex Education’ı izlemeniz için dört sebep daha sunabilirim.
Her Bir Karakter Özenle Yazılmış
Dizinin en başarılı olduğu iş kesinlikle karakterler ve onların gelişimleri. İlk bölümlerde karakterler aşina olduğumuzu iddia edebileceğimiz tiplemerle bize tanıtıldı: silik çocuk Otis, en yakın gay siyahi arkadaş Eric, punk ve asi kız Maeve, okulun zorbası Adam, aptal sarışın Aimee, okulun en popüler ismi sporcu çocuk Jackson ve tipik lise dramalarında gördüğünüz tüm tiplemeler dizide mevcut. İlerleyen bölümlerde bu saydığım her bir karakteri daha yakından tanıma şansı bulduk. İkinci sezonun sonuna geldiğimizde ise karakterlerimiz yalnızca bu stereotipik tiplemelerin dışına çıkmadılar, adeta tiplemeleri alt üst ettiler. Maeve’in asi kişiliğinin bir nevi savunma mekanizması olduğunu, aslında yumuşak kalpli ve okulun gizliği “ineği” olduğunu gördük. Eric sadece Otis’in en yakın arkadaşı olmakla kalmadı, kendi kompleks hikayesine sahip hatta Otis’ten bile daha ilgi çekici bir karakter haline geldi. Jackson’ın altın çocuk klişesi altında yatan aile baskısını ve spor dışındaki ilgi alanlarını gördük.
Karakterlerde olan bu değişim aceleyle de değil, sindire sindire ve her karaktere uygun hızlarda işlendi. Bu sayede her karaktere yeterli zaman tanınmış oldu, biz de onların yaşadığı değişimin nedeni ve sonuçlarını kabul ettik. Her karakteri aynı derecede sevmesek de en azından davranışlarının temelini anlayıp empati duyabildik. Mesela dizinin ilk bölümünde zorba olarak tandığımız Adam, ikinci sezon bitiminde Eric’ten sonra en sevdiğim karakter oldu.
İkinci sezonun bitimiyle birlikte Sex Education yan karakter sayabileceğimiz karakterlerin bile boşa harcanmadığı bir dizi haline geldi. İlk sezonda yukarıda saydığım daha temel karakterlerin karakter değişimleri bitmese bile en azından bir yere kadar getirdiği için ikinci sezonda başka karakterleri de tanımak dizide çok bir yük yaratmadı. Birinci sezonda görüp de tanıma fırsatı bulmadığımız Ola, Lily, Ruby, Liv ve Anwar ile birlikte ikinci sezonda bize tanıtılan ve Viv, Rahim ve Isaac gibi karakterleri de göz önünde bulundurursak dizi ikinci sezonda epey kalabalıklaştı diyebilirim. Ana kadro kadar incelemesek de her bir yan karakterlere onları daha iyi tanımamız için yeterli süre tanındı. Bu sayede üçüncü sezona geldiğimizde ana kadro kategorisine alabileceğimiz bir sürü karakterimiz oldu.
Üstelik bunlar sadece liseli karakterler. Bunların yanında Gillian Anderson’ın canlandırdığı, bulunduğu her sahneyi hayran kalarak izlediğim Jean karakteri başta olmak üzere en az liseli karakterler kadar ilgi çekici ebeveyn ve öğretmenler de var. Az da olsa tanıma fırsatı bulduğumuz yetişkinler sayesinde bir yandan liseli karakterlerimiz hakkında daha fazla şey öğrendik, öteki tarafta da farklı karakter hikayeleri izledik. Örneğin Jean’in cinsellik ve ilişkiler üzerine uzmanlaşan bir terapist olması ve bu konularda oldukça açık olduğu için oğlu Otis de cinsel sağlık konularında bu kadar bilgili.
Günün sonunda Sex Education olay dizisinden çok karakter dizisi. Karakterleri üzerine kurulan dizileri yazması epey zordur. Sex Education ise mükemmel bir iş çıkarmış diyebilirim.
Gerçekten Bir Şeyler Öğreniyorsunuz
Dizide cinselliğin yeri epey büyük, ne de olsa dizinin ana konusu seks terapisi veren ve bu terapiyi alan liseliler hakkında. İngilizlerin liselilerin cinsel hayatlarını işlemekten kaçınmadığını Skins ve Shameless gibi dizilerden biliyoruz, bu sebeple bu dizinin bu kadar grafik olması çok da şaşırtıcı bir unsur değil. Sex Education’ın amacı da zaten şaşırtıcı olmak değil. Aksine dizide yaşanan her şey, cinselliğin her türlü dışa vurumu olağan bir durum olarak ele alınıyor. Sağlıklı bir cinsel yaşama sahip olmak için terapiye gitmek ya da çözüm aramak hala tabu bir konu sayılırken hem Otis hem de Jean’in terapist rolü üstlenmesi sayesinde dizide işlenen konulara daha önyargısız yaklaşabiliyoruz. Günün sonunda terapiye gelen herkesin sonunda cinsel sorun zannettiği problemlerin basit ya da karmaşık olması fark etmeksizin ya psikolojik olarak çözülebilen ya da kişinin kendini tanımamasından kaynaklanan sorunlar olduğu anlaşılıyor.
Terapi seansları sayesinde verilen mesajlar ve seks tavsiyeleri de kulağa küpe olacak cinsten. Kendini tanımanın önemi, kendini sevmeden başkasını sevmenin zor olduğu, sevdiğin kişiye bunu göstermen gerektiği, jestlerine hayır diyen birinin cevabını kabul etmen gerektiği romantik ilişkilerle ilgili mesajlar. Bunun yanı sıra kadın kızlık zarının yeri, vajinismus hastalığı, cinsel hastalıkların bulaşma yolları, prezervatifin her zaman hamileliği önlemediği gibi direk seks ile alakalı dersler de yine herkesin bilmesi gereken türde dersler. Neticede dizi adının hakkını veriyor, karakterlerle birlikte biz seyirciler de bir şeyler öğreniyoruz.
Dikkatleri Üzerine Toplamayan Çeşitlilik
Yeni çıkan dizilere gelen en büyük eleştirilerden biri göstermelik çeşitlilik ve bunun seyircinin gözüne sokularak yapılması. Azınlık ırklardan veya LGBTQ+ topluluğundan bir karakter dizide yer aldığı zaman onları toplumda azınlık durumuna getiren özelliklerine çok yoğunlaşılabiliyor.
Bazı dizilerde, özellikle de “woke” diye tanımlanabilecek dizilerde, bu özellikleri sadece yaşadıkları travmaların kökeni olarak gösterilebiliyor. Sex Education’da ise azınlık kişileri azınlık hale getiren ırk veya cinsellik gibi özellikleri onların kimliğinin sadece küçük birer parçaları. Örneğin dizide en büyük ekran süresinde sahip olan LGBTQ+ karakteri Eric’in yaşadığı gelişim cinsel yönelimi ile ilgili değil; ilk sezonda kendi frapan kişiliğini kabul etmesi ve onu yansıtmaktan korkmaması, ikinci sezonda ise hak ettiği romantik ilişkiyi bulmasını izliyoruz. Dizide çeşitliliği sağlayan her karakterin yaşadığı sorun, azınlık olmayan biri tarafından da yaşanabilecek bir problem. Bu da azınlıkları göstermelik değil sağlam karakterler olarak tanımamızı ve sevmemizi sağlıyor.
Üstelik Eric dizideki LGBTQ+ karakterlerden sadece bir tanesi. Gay ve lezbiyen birden fazla karakterin yanı sıra biseksüel, panseksüel ve aseksüel karakterler sayesinde de LGBTQ+ toplumunun kendisinde de bir çeşitlilik var. Bu çeşitlilik sayesinde cinsel yönelim, karakterler hakkında sadece ek birer bilgi seviyesinde kalıyor. Jackson lezbiyen bir çiftin oğlu. İki adet annesi olması hiçbir konuşmada garip veya farklı bir unsur olarak ele alınmıyor. Onu yerine annelerinin kendi ilişkilerindeki dinamikler ve Jackson’a karşı olan tutumlarını izliyoruz. Her bir LGBTQ+ karakter, günlük hayatın içinde kendilerine has kişilik özellikleriyle birlikte var oluyorlar, tıpkı gerçekte de olduğu ve olması gerektiği gibi.
Sex Education’da çeşitlilik sadece LGBTQ+ topluluğuyla bitmiyor. Dizideki kadınların sayısının da bir hayli fazla olması ve bu kadınların birbirlerinden farklı kişilikleri olmaları sayesinde günlük hayatın içinden farklı tonlarda kadın hikayeleri de dizide kendine yer buluyor. İlk sezonda Maeve’in kürtaj hikayesi ve ikinci sezonda Aimee’nin yaşadığı cinsel taciz hikayesi işlenirken konuların ağırlığı ile karakterlerin yaklaşımı, izlemekten kaçınmayacağınız kadar hafif ama ayakları yere basan bir tonda işleniyor. Kürtaj kliniğinde farklı kadınların farklı nedenlerden dolayı kürtaj olabileceği, kürtajın utanılmaması gereken normal bir olgu olduğunu gösteriyor. Cinsel taciz hikayesinde ise Aimee’nin başına gelen bu olaydan nasıl etkilendiğinin kıyafetleri ve kişiliğindeki sessizleşme yansıtılması karakter değişiminin çok güzel bir göstergesi. Hikayenin sonunda altı kadın karakterin oturup yaşadıkları cinsel taciz olayları dışında hiçbir ortak nokta bulamadıklarını göstermeleriyle birlikte bölümün sonundaki kadın dayanışması sağlam bir zemine bağlanmış.
Özetle Sex Education azınlık denince aklınıza gelebilecek her gruptan, birden fazla karakteri barındırması ve bu karakterlerin çok çeşitli kişiliklere sahip olmaları sayesinde “woke” bir dizi olmaktan çıkıp, toplumu olması gerektiği gibi göstererek kendi çağındaki dizilerin bir adım ötesinde olmayı başarmış.
Dizinin Kendine Has Stili
Son olarak dizinin konusundan çıkıp Sex Education’ın hem görsel hem işitsel olarak ne kadar güzel bir dizi olduğunu vurgulamak istiyorum. Sex Education’ın kendine has ve ilgi çekici bir stili var. Soundtrack’indeki şarkılardan karakterlerin giyim tarzına kadar, yarı retro yarı modern bir stile sahip diziyi herhangi bir zaman dilimine koymak çok zor, bu da diziyi zamansız bir noktaya taşıyor. Maeve’in grunge kıyafetleri, Aimee’nin ve Eric’in rengarenk gardrobu 80’leri andırırken cep telefonlarının varlığıyla birlikte günlük hayata geri dönüyoruz. Breakfast Club ve Sixteen Candles’ın yaratıcısı John Hughes’un filmlerinden ilham alınan Sex Education’ın yarı nostaljik yarı modern havasına bayıldığımı söylemem gerekir. Stilinin yanı sıra yemyeşil küçük İngiliz kasabasında geçen dizide Otis’in nehir manzaralı muhteşem evi başta olmak üzere lokasyonlar da diziye huzur verici bir hava katıyor.
İkinci sezonunu bitirir bitirmez üçüncü sezona geçmek istediğim Sex Education, hayran kaldığım karakterleri, takdir edilesi bakış açısı ve izlemeyi keyifli kılan görselliği ile en sevdiğim diziler arasında yerini aldı. Eğer siz de benim gibi inat edip henüz izlemediyseniz muhakkak bir göz atın derim.
3 Comments
İkinci sezonu kimle konuştuysam herkes gömdü, herhangi hiçbir ilerleme olmadı hikayede. Önermeniz ilginç
Diziyi genel olarak övdüm sitede ya da kanalda hiç konuşmadık. İlk sezonu bence de daha iyi ancak ikinci sezon da güzeldi. Dizinin olayı hikayenin ilerlemesi değil bence karakterlerin gelişmesi. O açıdan bakınca ikinci sezonda karakterler baya ilerledi.
2. sezonda Lola’nın gelişimi ile ilgili kısmı bayağı zorlama bulmuş olsam da sana katılıyorum Aslı; dizi cidden güzel yazılmış. İnsana empati yaptırıyor. Özellikle Eric genel itibariyle çok güzel işlenmiş içinde bulunduğu durum açısından. Maeve’in naifliği ya da Otis’in şaşkınlığı vs gayet iyi. Müziklere de değinmek lazım, sahnelere cuk oturuyorlar; Chuck dizisini hatırlattı bana o açıdan, onda da müzikler müthiş tamamlardı sahneleri. Dizinin 2 büyük başarısı var: Biri senin dediğin gibi azınlık temsilini göze parmak olmadan başarabilmesi ve bir de adı bu kadar cüretkar(aslında değil de, insanın aklına ilk gelen o olduğu için diyorum) olan bir dizinin hiç ucuz yollu bel altı muhabbete gitmemesi.