Apple’ın birinci sezonuyla Emmy Ödülleri’ne yirmi adaylıkla gönderdiği Ted Lasso, Geekyapar Youtube’da şu videoda tavsiye edildiği günden beri, moralimi düzgün tutabilmemi sağlayan tek şey. Bakın, yazıya doğrudan böyle girdim ki en başından dizi hakkında nerede durduğumu anlatmış olayım. Çünkü birazdan sizlere, ikinci sezonu güncelde yayınlanmakta olan bu dizinin, birinci sezonda yaptığı ve güzel olan ne varsa devam ettirdiği için eleştirmenler değil ancak hayranlar tarafından beğenilmemeye, hatta sert bir dille eleştirilmeye başlandığını anlatacağım. Ve anlatırken de sitemsiz kalamayacağım.

Bir kısa özet olsun: Ted Lasso, daha önce futbol ile hiç ilgisi alakası olmamış bir Amerikan futbolu koçunun, çeşitli sebepler sonucunda Premier Lig’deki bir takımın başına geçmesini anlatıyor. Başrollerinde Jason Sudeikis ve Hannah Wadding’in bulunduğu dizinin konusu, ilk bakışta ilginizi çekecek bir şeye benzemeyebilir. Ancak dizinin pilot bölümünü bitirdiğinizde, konusundan yola çıkmamanız gerektiğini kati surette anlayıp bir de buna şaşırabilirsiniz.

Ted Lasso temelde iki şeyi yapıyordu ve bu iki şey de üzgünüm ki uzun zamandır herhangi bir dizi yahut filmde kolay kolay rast gelmediğimiz iki şeydi. Birincisi, sporla alakalı hemen tüm filmlerde gördüğümüz gibi ‘başarısız bir futbol takımının başına geçen koç, bin bir badire atlatarak sonunda takımı şampiyon yapar’dan olabildiğince uzaktık. Bir kere bir başarı yahut azim öyküsü izlemiyorduk, Sudeikis’in bolca katkısıyla bir futbol komedisi izliyorduk. İkincisi ise daha da az alışkın olduğumuz bir şekilde Ted Lasso, dünya üzerinde yazılmış saf yahut yüzeysel olmayan iyimser karakterler listesine adını, ilk üçten yazdırabilirdi. Bunun üzerine futbolun, hele ki İngiltere gibi futbol ile yatıp kalkan bir yerde genellikle gördüğümüz o holiganlığı anmadan konuyu geçirtmeyen, stadyumun içerisine bir kere adım attığınızda hepinizin aynı şekilde kabalaştığınız atmosferinin tam ortasına böyle bir karakteri koyduğunuzda, zaten yeterince farklı bir işe doğru gidiyor sayılırsınız. 

Ted Lasso, yukarıda bir özetini vermeye çalıştığım şeyleri yaparak neredeyse tüm dünyada, tek sezonda, mükemmel ve çok özgün bir hikâye anlatmasa da gerek pozitif tonu gerek anlattığı şeyin ne olduğunun farkında olmasıyla hem de içinde hiç aksiyon, hiç sündürülmüş entrika, hiç epik tiratlar falan barındırmadan; yer yer aile ile izlenmeye müsait yer yer de biraz yaş sınırı koyarak sevildi, takdir edildi. Bazı izleyiciler, daha ilk sezondan bu tatlı, tozpembeye yakınsayan tonu beğenmediler, beklentilerini ilk bölümden buraya çektiler. Bazıları ise aralarda karakterlerin birbirleriyle ve kendi içerilerinde yaşadıkları, aslında hepimizin yaşadığına çokça benzeyen o yarı mizahi yarı da buruk tonu özümseyip devam ettiler.

Geldiğimiz noktada Ted Lasso ilk sezonuyla kendisinden ilk bakışta beklenmeyecek bir şeyi başardı. Tüyleri diken diken eden bir sezon finalinin noktayı koyduğu on bölümün ardından, çok geçmeden ikinci sezon başladı. Fakat bu sefer, ilk sezonda yaptığının üzerine koyan ancak aynı tonu da muhafaza eden Ted Lasso’dan insanlar şikâyet etmeye başladılar ve bu şikayetler her yeni bölümde biraz daha sertleşti.

Buraya kadar olan kısımdan yola çıkarak ilk sezonun çokça sevilmesine rağmen ikinci sezonda beğeni oranının düşmesinin sebebinin, Ted Lasso’nun ikinci sezonunda kötü ya da en azından ilk sezona nazaran kötü bölümlere sahip olduğunu düşünebiliriz. Fakat durum, pek öyle değil. Hayranlar, ikinci sezonda diziyi sevmemelerinin sebebi olarak Ted Lasso’nun ikinci sezonunda da aynı pozitif tonu devam ettirmesini, dizide çatışmanın ve çekişmenin olmamasını gösteriyorlar. Bana da hâliyle sormak kalıyor sadece; arkadaşlar, siz ilk sezonun on bölümünde ne izlediniz?

Bakın şimdi, bir hikâyeyi sürdürme biçimlerinin arasında o hikâyenin karakterlerine mücadele edecek şeyler vermenin, yeri geldikçe arkası-yarınlar bırakacak heyecanlar yaratmanın, yerine göre iyinin karşısına dikilecek bir kötünün varlığının öncü olduğunu biliyorum. Bin yıllardır, tema ne olursa olsun tüm hikâyelerimizi bu gayret üzerine kuruyoruz. Hâliyle bu eleştiriler ilk sezon için gayet yerinde, herkesin meşrebince değişebilecek, haklı eleştiriler. Ancak birinci sezonu bitirdik ve orada da hâlihazırda on adet bölüm izledik. Bu dizi de öyle “Derdimi ikinci sezona saklıyorum” dizisi değildi, derdinin ne olduğunu da bu derdi nasıl işleyeceğini de anlatabilen bir diziydi. O hâlde derdimiz kiminle?

Yani, hiç değilse şu sitede yazı yazmaya başladığımdan beri, yıllar önce tadı kaçmasına rağmen on beş sezon daha devam eden dizilerden, üç sezonu bile tamamlayamadan sapıtanlarına kadar bir sürü şeyden bahsettim de ilk sezonuyla birebir aynı tatta, aynı kalitede ilerleyen bir dizinin, hem de sırf bu yüzden beğenilmemesine akıl erdiremedim. İnatla entrika, inatla drama, inatla sündürüle sündürüle bitmeyen gizemler mi bekliyoruz dostlar? Bir karakterin kendi içindeki çabası, boğuşması; bunu da çevresiyle birlikte çözmesi yeterli bir çatışma değil mi, her gün aynısını yaşayan bizler için? Eğer öyleyse de anlarım bu arada ama o zaman da neden ikinci sezonu bekledik? Öte yandan bir de daha önemli soru; neden her şey böyle olmak zorunda?

Bir tane dizi de olsa ve sadece bir yılın on haftasında, haftada bir gün payımıza düşen pozitifliğimizi alıp yolumuza devam etsek, çok mu?

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.