Netflix’in The Witcher uyarlamasının ikinci sezonuna dair bölüm incelemelerimize devam ediyoruz. Bölüm sayısı arttıkça olay örgüsü de doğal olarak dallanıp budaklanıyor, benim bölümleri değerlendirme ve yazıya geçme sürecim de bununla orantılı şekilde zorlaşıyor. Olsun, şikâyetçi değilim. Türkçeye “Sırt Çevirmek” başlığıyla çevirdikleri beşinci bölüm hakkında konuşmaya tam olarak üç cümle sonra başlayacağım fakat önce o üç cümleyi kurmam lazım:
Okumakta olduğunuz yazıda, bölüm dâhilindeki olaylarla ilgili bolca spoiler bulunacaktır. Yer yer kitaplarla karşılaştırma yapabilirim, kitap spoilerı almak istemiyorsanız, ona göre hareket etmelisiniz. Ancak tüm bu spoilerlar, sadece beşinci bölümü ve onun içerisindeki olayları kapsayacak şekilde ayarlanmış olacak dolayısıyla eğer dizinin tamamını izlemediyseniz endişelenmenize gerek yok.
Yennefer ve Jaskier
Bölümü, bir önceki bölüm kırık lavtasını gördüğümüz Jaskier’in başına neler geldiğiyle ilgili merakımızı gidermek üzere açıyoruz. Nilfgaard adına çalışmadığını söyleyen bir kadın, şu anda Nilfgaard’ın komutasında olan Cintra’da tutsak edilmiş birini; Ciri ve Geralt’ın peşine düşmesi karşılığında serbest bırakacağını söylüyor. Buradan sonra, geçtiğimiz bölümde Yennefer ve Jaskier’in buluşmasından hemen önceki şarkı sahnesini bir başka çekim açısından tekrar izlediğimiz ufak bir geriye dönüş yaşıyoruz. Hapishaneden çıkartılan bu mahkûmun Rience isimli, yasak olan ateş büyüsüne tutkusundan kafayı kırmış bir büyücü olduğunu öğreniyoruz. Rience, Ciri’nin yerini öğrenebilmek için, peşinden yetişen Yennefer sahneye girene dek Jaskier’e bayağı bayağı işkence ediyor.
Yennefer, Jaskier’i Rience’ten kurtarıyor ama hem kendisinin de başına ödül konarak aranması hem de belli ki Jaskier’in başını belaya sokmak için Rience’e ihtiyaç duymaması sebebiyle bölümün sonunda yakalanıyor. Büyü güçleri olmadan içinden çıkamayacağı bir duruma düştüğü için, bir anlamda ehvenişeri tercih ederek, Deathless Mother ile anlaşmaya varıyor. Deathless Mother, güçlerini geri alabilmesi için ne yapması gerektiğini ona söylüyor ve gözlerimizin önünde Ciri’ye dönüşerek hepimizi şaşırtıyor.
Bu cephede değinmek istediğim toplam dört şey var. Birincisi, Rience. Bu karakter, kitaplarda da olan bir karakter ve öyle görünüyor ki onunla ilgili kısımlara tamamen sadık kalacaklar. Karakter portresi, Geralt’ın peşine düşmesi, Lydia tarafından işe alınması, Jaskier’ı sorgulaması ve Yennefer tarafından yüzü yakılarak engellenmesi, ufacık farklar içerse de kitapları birebir takip ediyor. Lydia da kitaplarda yer alıyor ve aslında o da biri tarafından görevlendirildi fakat işin bu kısmı, ilerleyen zamanlarda değinmemiz gereken bir şey, şu an için spoiler.
İkincisi, Yennefer ve Jaskier’in arasındaki dinamiğe tıpkı bir önceki bölümdeki gibi bayıldığımı söylemeden geçmek istemiyorum. Yani insanın dilinin ucuna kadar geliyor; Cavill ile Anya arasındaki kimyadansa Joey ile Anya arasında daha hoş bir kimya söz konusu bence. Siz de böyle hissettiniz mi bilmiyorum ama ikisini birlikte izlemek gerçekten eğlenceli.
Üçüncüsü, önceki bölümün sonundan buraya varacağımızı tahmin edebilirdik ama biraz beklemek gerektiğini düşündüğüm için bu bölüme sakladım: Yennefer, yine ısrarlı bir şekilde Nilfgaard’a götürülmeye çalışsa da gitmedi. İleriki zamanlarda Yennefer’in bir türlü Nilfgaard’a varamamasından bir şeyler çıkacaktır, onu da tahmin etmek mümkün.
Dördüncüsü ise Yennefer’in Ciri ile tanışmasının Deathless Mother aracılığıyla olmasının kitaplardan tamamen bir sapmaya sebep oluşu. Yennefer elbette ki karşısındaki kişinin Geralt’ın sürpriz çocuğu olduğunun farkında değil; ona göre karşısında lepiska saçlı, zümrüt gözlü bir genç kız var sadece. Ancak bir ailenin üyesi olacak bu ikilinin arasındaki ilişkiyi buradan kurmaya başlamalarının umarım iyi bir sebebi vardır. Yennefer kitaplarda da her zaman çıkarcı ve pragmatist biriydi fakat bu yönünü Ciri’nin aleyhine değil lehine kullanıyordu. Şu an ise kendi güçlerine kavuşmak için Ciri’yi kullanacağa benziyor.
Biraz hayal kırıklığına uğradım fakat gelen bölümler ne gösterir, ona göre tekrar konuşacağız bu meseleyi. Çünkü bir taraftan Deathless Mother da Yennefer’e, “Arzu ettiği şeye ulaşması için” Cirilla’yı gösteriyor. Yennefer’in neyi gerçekten arzuladığı yahut neyi gerçekten arzuladığını düşündüğü de göründüğü gibi olmayabilir.
Geralt ve Istredd
Bir yakın geçmiş montajı da bu cephede izliyoruz ve Geralt gelmeden hemen önce Istredd’in neler yaptığına şöyle bir göz atıyoruz. İlk sezondan beri monolitler üzerine çalışan Kıta Tarihçisi, Geralt’ın yeni canavarların monolitlerle alakası olabileceğine dair teorisini önce Triss ile kendisine hazırladıkları bir eşek şakası zannediyor fakat sonra Cintra’daki monolitin yıkıldığı haberini ciddiye alıp, yola koyulmaya karar veriyor.
Burada, bizim hikâyemiz için önemli iki şey oluyor. Birincisi Geralt, Yennefer’in yaşadığını Istredd’den öğreniyor. İkincisi ise stellasit taşıyan ve Eskel’i öldüren leşenin de dâhil olduğu canavarların, mutasyona uğrayan türler yahut eskiden beri Kıta’da bulunup da yeni yüzeye çıkan canavarlar değil; portal görevi gören monolitler aracılığıyla diğer kürelerden geldiklerini öğreniyoruz. Bu da bize Witcher evreninin oluşumunda yer alan Kürelerin Birleşimi hadisesi için çok farklı kapılar açıyorlar.
Witcher evreninde Kürelerin Birleşimi diye anılan olayla ilgili çok fazla bilgimiz yok. Bilgi azlığının en önemli sebebi, söz konusu birleşimin takip ettiğimiz zamandan 1500 yıl kadar önce yaşanmış olması. Bildiklerimiz az çok şu şekilde özetlenebilir: Çok boyutlu bir evrenden bahsediyoruz ve bu evrenin içerisindeki farklı boyutlardaki gezegenler, belirli bir noktada birbirleriyle iç içe geçiyorlar. Bu kesişmenin sonucunda boyutlar arasında bazı yırtıklar meydana geliyor. Witcher hikâyelerinin üzerinde geçtiği, Kıta dediğimiz bu dünya, böyle birkaç farklı gezegenin birleşimiyle oluşmuş ve orijininde ne büyü ne canavarlar ne insanlar ne de insan olmayanlar var.
Farklı boyutlardan yırtıklar sebebiyle Kıta boyutuna geçen bilumum fiziksel ve metafiziksel yaratık, Kürelerin Birleşimi’nden sonra bu boyutta mahsur kalıyor. Aynı zamanda bu saydıklarımızın hepsi, kendi boyutlarından Kıta’ya bir anda ve birlikte değil, farklı farklı zamanlarda geliyorlar. Kıta boyutundaki en eski ırkların elfler ve cüceler olduğu söyleniyor; hangisinin daha eski olduğunu bilmiyoruz fakat cücelerin daha önce geldiği yönünde bazı kuvvetli fikirler ortaya atılmış. Bu iki ırkın yanında vampirlerin, elflerden önce geldiğine dair de birtakım bilgilerimiz bulunuyor. Öte yandan elfler Kıta’ya geldiğinde Kıta’da kaosun ya da büyünün var olduğundan eminiz çünkü son gelenlerden biri olan insanlar, büyüyü elflerden öğreniyorlar.
Bu bölüm ile dizinin yaptığı açıklamaları tüm bu bilgilerin üzerine eklediğimizde, boyutlar arası yırtıktan bazı yaratıkların hâlâ kendi boyutları ile Kıta boyutu arasında seyahat edebildiğini yani, Kürelerin Birleşimi’nin tamamen sonlanmadığını, aksine bir şekilde Kıta’daki bir gücün aracılığıyla ki bu güce Ciri’nin sahip olduğu Kaynak diyebiliriz, devam ettirildiğini çıkartıyoruz. Monolitler ise hem boyutlar arası haberleşmeyi sağlıyorlar hem de yırtıkları barındırıyorlar.
Son olarak bu cephede Istredd, monolit ve kaynak bağlantısından yola çıkarak, e tabii bir de Geralt’a seslenen birini duyduğu için, Eski Kan’ın soy ağacını araştırmaya karar veriyor. Bu da hikâyemizin devamına etki edecektir.
Ciri ve Triss
Geralt, monolitlerin gizemini çözmek için Cintra’ya gitti fakat Kaer Morhen cephesi de kendi başına bir sürü başka gizeme daha ev sahipliği yapıyor. Ciri’nin kim olduğu ise bu gizemlerin başında geliyor. Vesemir’in Kaer Morhen’in çevresinde Kıta’da yüzyıllardır yetişmeyen Feainnewedd çiçekleri bulmasıyla başlayan hikâye örgüsü, bizi, Ciri’nin taşıdığı kana götürüyor.
Feainnewedd, kabaca Güneşin Çocuğu olarak çevirebileceğimiz hem kitaplarda hem de ikinci oyunda bahsi geçen efsanevi bir çiçek. Elfler, bu çiçeğin ilk kez Lara Dorren öldüğünde filizlendiğine inanıyorlar. Ondan sonra da Kıta’da sadece elflerin vaat edilmiş toprakları olan Dol Blathanna’da ve Eski Kan’ın döküldüğü yerde yetiştiği söyleniyor. Ciri’nin hikâyesinin geçtiği zamanlarda insanlar efleri çoktan vatanlarından kovduğu ve katliama maruz bıraktığı için ne Dol Blathanna’dan ne de sona erdiği düşünülen Eski Kan’dan iz var; Feainnewedd’e efsane dememiz bu yüzden. Buralarda hem kitaplarla hem de oyunlarla kol kola gidiyoruz gördüğünüz gibi.
Bu cephede Feainneweed’in Ciri’nin talim yaptığı yani kanını akıttığı yerlerde büyümesinin bağlantısı kurulduktan sonra ortaya çıkan iki büyük çözüm yolu var. İlk olarak Vesemir, witcher mutajenlerinin Eski Kan ile üretildiğini ve Ciri’de Eski Kan varsa onun kanı sayesinde yeniden bir sürü witcher’ın dönüştürülebileceğini söylüyor. Triss bu fikre en başından karşı çıkıyor ama Vesemir’in ısrarlarından sonra, eğer Ciri kabul ederse yardımcı olacağını söylüyor. Ciri’nin de bir şartı var tabii, o da kanının karşılığında ilk deneğin kendisi olmasını istiyor. Vesemir de buna karşı çıkıyor ama günün sonunda daha fazla witcher için Ciri’nin isteğini kabul etmeye karar veriyor.
Bu kısımlarla ilgili fena itirazlarım var. İlk itirazım Ciri’nin kimliğine ilişkin en önemli bilginin çok çabuk bir yoldan öğrenilmesiyle ilgili olacak. Feainneweed’den bahsederken net olmadıysam şimdi olayım; kitaplarda Kaer Morhen’de böyle bir çiçeğin yetişmesi veya Ciri’nin kanı akınca bu çiçeğin büyümesi gibi bir hikâye örgüsü yok. Evet, Feainneweed’den bahsediliyor; hatta Geralt, Ciri ve Triss’in çıktığı bir yolculuk esnasında Geralt, bu çiçeğin hikâyesini, bizzat kendisi Ciri’ye anlatıyor ama bununla Kaer Morhen’de hopidik diye üç günde yetişen Feainneweed arasında fark var. İş bu kadar basit olsaydı, Eski Kan’ı bulmaya kafayı takmış her büyücü, onca yıl araştırıp insanlık suçu sayılabilecek gen deneyleri yapmaktansa, kaosu kullanabilen herkesten iki damla kan alıp toprağa sürüverirdi. İllaki Ciri’ye de denk gelirdi, kimse de “Kim bu Ciri” diye düşünmezdi.
İkinci olarak önceki bölümlerde Vesemir ile ilgili kitapların dışına taşan herhangi bir şey görmemiştim, oradan alayım lafı. Şurada yazdım, sekiz adet kitapta Vesemir’i sadece bir kitabın kısacık bir bölümünde görüyoruz; orada da kendisi Ciri’nin varlığı sebebiyle bir kafa karışıklığı hâlinde, pek ne yapacağını bilmiyor. Dolayısıyla şimdiye kadar hem Nightmare of the Wolf animasyonunda hem de burada, senaristlerin elinde Vesemir açısından boş bir tuval vardı ve bu tuvali istedikleri gibi doldurabilirler elbette. Fakat Vesemir ile ilgili bir şeyi kitaplarda çok açık bir şekilde biliyoruz ve oyunlarda da buna bağlı kaldık: Yeni witcherlar üretmek, isteyeceği son şeylerden biri. Hele ki o witcherlardan birinin Ciri, yani Geralt’ın kaderle bağlı olduğu çocuğu olmasına, bu kadar çabuk ve kimseyle doğru düzgün fikir alışverişi yapmadan razı gelsin!
Gelelim, Feainneweed’in keşfinin bizi soktuğu ikinci yola. Orada da Ciri’yi alelacele kararlar alıp mutasyona maruz kalmadan önce, kimliğini öğrenmek için başka şeyler deneyebileceğine ikna etmeye çalışan Triss’i görüyoruz. Triss, Dol Durza adı verilen bir çeşit hipnoz yardımıyla Ciri’nin zihnine girebileceğini ve bu sayede Ciri’nin bilinç hâlinde erişim sağlayamadığı gen hafızasına ulaşabileceğini söylüyor. Öyle de yapıyorlar. Dol Durza esnasında işler, pek Triss’in istediği gibi gitmiyor çünkü bulmayı beklediği her neyse, Ciri’de çok daha fazlası var. Gerçekleşmemesi gereken şekilde Ciri’nin anılarındaki insanlar, onu ve Triss’i fark ediyorlar hatta onlarla konuşuyorlar. Bu görülerden bir tanesinde ise Feainneweed çiçeklerinin arasında, kucağında henüz doğmuş çocuğu ile son nefesini vermek üzere olan Lara Dorren’i görüyoruz. Lara’nın dilinden hem kitaplarda hem oyunda hem de ilk sezondan beri dizide, en az birkaç kez daha duymuş olduğumuz Ithlinne’in Kehaneti dökülüyor.
Burasıyla ilgili Triss’in görüden sonra verdiği tepki haricinde fazla bir itirazım yok. Kitaplarda da benzer şekilde Kaer Morhen’e çağırılan Triss, Ciri’yi nöbete sokarak zihnine giriyor ve bu esnada Ithlinne’in Kehaneti’ni duyuyordu. Zaten ondan sonra Ciri’nin bir Kaynak olduğunu öğrenip korkuyor ve kendisinin onu yönlendirmekte başarılı olamayacağını, daha tecrübeli birinin işe el atması gerektiğini söylüyordu. Fakat zaten incinmiş ve yalnız hisseden, bunun üzerine peş peşe travmalar yaşadığı için korkan ve belli ki korktuğunda da gayriihtiyari, dünyanın sonunu aniden getirmese bile kaleyi başınıza yıkabilecek olan bir kız çocuğuna da “Sonumuzu getireceksin, hepimizi mahvedeceksin, kimse sana engel olamaz” filan demezsin.
Triss’in bu tepkisinden sonra Ciri, mutajenleri alıp bir witcher olma kararına tekrar dönüyor ve neyse ki transı esnasında seslendiği Geralt, son dakikada yetişerek mâni oluyor. Burası biraz son dakika heyecanı olsun diye yazılmış açıkçası ama Vesemir’in hareketlerine yönelttiğim itirazlardan sonra artık buna takılmıyorum. Neticede Geralt, Ciri’ye bu hâliyle yeterli ve hatta olağanüstü olduğunu söylüyor. Al işte, duygulandım. Beni gene kaybediyoruz dostlar.
Öhm. Sonuç olarak Geralt, Ciri’yi Kaer Morhen’den alıp başka bir yere götürmeye karar veriyor. Burası da kitaplarla uyumlu çünkü bir paragraf önce söylediğim gibi, Dol Durza’nın ardından Triss de kendisinin yetmeyeceğini, Ciri’nin daha tecrübeli birileri tarafından eğitilmesi gerektiğini söylemişti. Nereye gittikleri ve bu tecrübeli kişinin kim olduğu, öbür bölümlere kalsın.
Cahir ve Fringilla
Bu bölümün en az gördüğümüz cephesi ise Nilfgaard cephesi oldu. Bu cephede ilk olarak Fringilla ve Francesca arasındaki yoldaşlığın hız kesmeden devam ettiğini, iki kadının birbirine gün geçtikçe daha çok güvendiğini görüyoruz. Fringilla’nın Nilfgaard kaynaklarının Cintra’ya el altından taşınan elflere ve onları taşıyanlara yardımcı olduğunu söylemesi ve Dara’nın şehre ulaştığını görmemiz dışında, burada üzerinde durulacak bir şey yok.
Öte yandan Yennefer’in Jaskier’in peşine gitmesinden sonra yolculuğuna yalnız devam eden Cahir ile ilgili de iki şey söylemek istiyorum. İlki, Cintra’ya yaklaşırken gördüğü rüyayla bağlantılı. O da tıpkı ilk bölümde bir kabusuna tanık olduğumuz Ciri gibi, Ciri’nin Cintra’da kendisinden kaçış ve monoliti devirme ânını görüyor. Bu bölümde ayrıca Ciri’nin Dol Durza esnasında Cahir’i gördüğünde, Lara Dorren’i görmesinden bile daha çok ürktüğünü de burada belirtmek istedim. Rüya bağlantıları kitaplarda da önemli olduğu için, çok spoiler veremesem de en azından aklımızda kalsın diyerek üzerlerinde durmaya çalışıyorum. İkincisi ise biraz daha öznel, Cahir şehre girip de kendisini tam ismiyle tanıttığında bir “Nilfgaardlı değil” minvalinde çıkış bekledim fakat gelmedi.
Olsun, içimden bir ses bu sezon olmasa bile genel hikâyede Cahir’i beklediğimiz yere itekleyeceklerini, bir noktada kitaplara uygunlaştıracaklarını söylüyor. Ufak bir göz kırpması eşliğinde, rüyalarda buluşuruz diyorum.
Bununla beraber bölüm hakkında söyleyeceklerimi de bitirmiş bulunmaktayım. Sizler bölümü nasıl buldunuz? Bu bölüm bolca lore göndermesi yapıyordu, yazıda üzerinde durmadığım ama merak ettiğiniz bir şey var mıydı? Yorumlara beklerim.
2 Comments
Çok güzel bir anlatım tarzınız var. Kitap serisini henüz okumadım fakat anlatımınızın diziyi daha net olarak anlamam açısından fazlasıyla yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Emeğinize sağlık 🙂
Çok teşekkür ederim <3