Netflix’in The Witcher dizisinin ikinci sezonunun yayınlanmasını takip eden üçüncü günde, ben de yeni sezonun üçüncü bölümünü sizlerle birlikte incelemek için hazır durumdayım. Tamam, bu yazının başına oturana kadar sezonu birkaç kez izleme imkânı bulmamın da bu hazır bulunurlukla bayağı yakından ilişkisi var fakat konumuz bu değil! Konumuz daha çok, ismi “Kaybedilenler” olan üçüncü bölümü, tutabildiğimiz yerlerden çekiştirmeyi içeriyor.
Bölüme geçmeden hemen öncesinde, uyarılarımı yinelemeliyim. Bildiğiniz ya da ilk defa bu yazıyla bu sayfalara denk geliyorsanız bilmeniz gerektiği üzere, Netflix tüm bölümleri aynı anda seyirciye sunsa da ben bir The Witcher sevdalısı olarak bölümleri ayrı ayrı ve olabildiğince kitaplarla karşılaştırarak değerlendirmeyi tercih ediyorum. Bu tercihin bir sonucu olarak okumakta olduğunuz bu yazıda The Witcher dizisi ve kitapları hakkında spoilerlar bulunacaktır. Ancak yine bu tercihin bir sonucu olarak spoilerlar da yine sadece ilgili bölümle sınırlanacak; ben de sadece buraya kadar olanları biliyor gibi davranacağımdır. Dolayısıyla henüz diziyi tamamlamadıysanız, endişelenmenize gerek yoktur. Oh, bir uyarıyı daha kazasız belasız atlattık!
Her zamanki gibi dizinin anlatım tarzına uymaya çalışıyor ve bu yazıyı da başlıklara ayırıyorum.
Geralt ve Ciri
Geçtiğimiz bölümün sonunda Geralt ve Ciri’yi, Eskel’e veda etmek zorunda kaldığımız bir aksiyonun ardından, Kaer Morhen’de bırakmıştık. Bölümün son sahnesinde, tüm Witcher sevenleri duygulandırabilecek şekilde Geralt ve Ciri, bir baba ve kız gibi, beraber savaşmayı öğreniyorlardı. Hemen aynı yerden ama belli ki birkaç ay sonrasından alıyoruz ve dizi, cânım Cirilla’mın samandan yapılmış bir kuklayla kılıç talim etme sahnesinden açılıyor. Bu esnada Geralt’ı bir yandan sezon başlamadan önce bir posterle tanıtılan yeni zırhına çivi işlerken bir yandan da Ciri’nin çalışmasını seyrederken buluyoruz.
Önceki bölüm Geralt’ın bir ehvenişer ânında Vesemir’i kurtarmayı tercih etmesinin ve bu yolda da Eskel’i feda etmesinin üstü, elbette ki hemen kapanmıyor ve Lambert başta olmak üzere, kurt okulunun diğer üyeleri Geralt’ın üzerine gelmekten çekinmiyorlar. Bizim içine kapanık Geralt’ımız yine kendi köşesine çekilebiliyor ancak Ciri, o kadar da şanslı değil. Lambert, yanına o kadar da istekli görünmeyen Coen’i alarak Ciri’ye “gerçek bir witcher eğitiminin nasıl olacağını” göstermek istiyor. Eskel’in acısını Ciri’den çıkartmak ne kadar mantıklı bilemiyorum ama zaten Lambert hem kitaplarda hem de oyunlarda, diğerlerine göre biraz daha tatsız bir witcherdı. Ne Coen ne de Vesemir’in davranışlarını onaylamıyor görünmeleri de burayı destekler nitelikte sanırım. Günün sonunda Lambert’in tatsız ısrarı, bizlere yarıyor ve üçüncü oyunun açılış sahnesinde vurulduğumuz o küçük kızın talim sahnelerine dönüş yapıyoruz.
Ciri’nin witcher parkurunu tamamlaması bu bölümün sonunda gerçekleşiyor ve illaki tek bölümde izlediğimiz için bizlere o kadar da yeterliymiş gibi gelmiyor ama bence hem Ciri’nin azmini hem de bir witcher olmanın ne anlama gelebileceğini göstermek için ellerinden geleni yapmışlar. Oluşturulan parkurda güce dayalı mücadeleler yerine dikkat, denge ve çevikliğe vurgu var ki bunlar da temelde witcherların savaş tarzını özetleyen sıfatlar. Zümrüt gözlü prenses her darbe aldığında içim cız etse de sonunda Geralt’ın gururlu bir baba gibi onu izlemesi, Ciri’nin Geralt’ı görünce kendine daha güvenli hareket etmesi ve bütün bu azmin sonunun, “Parkuru tamamladıysa artık her şeyi yapabilir” cümlesi yerine, yine bir komik âna bağlanması, hoşuma giden noktalar oldu.
Kaer Morhen cephesinde Ciri’nin eğitimi dışında atlanmaması gereken bir nokta var elbette. İkinci cepheye geçmeden, Vesemir’in Eskel’in başına gelenleri aydınlatmaya kafa yormasından bahsetmek gerekir. Vesemir hem bir baba gibi kendini sorumlu hissediyor hem de usta bir witcher gibi davranarak, geçtiğimiz bölümde de açıkladığımız üzere Kaer Morhen’de uzun zamandır görünmeyen yaratıklardan biri olan leşenin nasıl olup da Eskel’in vücudunu mutasyona uğratabileceğini sorguluyor. Bu sorgulamanın sonucu nereye varacak bilemiyorum fakat sizlere yine Netflix yapımı The Witcher: Nightmare of the Wolf animasyonunu izlemenizi tavsiye edebilirim.
Yennefer ve Cahir
Kaer Morhen’de Eskel’in ölümüne sebep olan mutasyonun gizemi ve Ciri’nin eğitimi devam ededursun, çekirdek ailemizin üçüncü üyesi Yennefer’i ise ikinci bölümde, elflerin tutsaklığından Deathless Mother ismi verilen bir varlığın oyunlarının sonucu olarak kurtulmuş ancak bu arada da Sodden’dan sonra güçlerini kaybettiğini fark ederken bırakmıştık. Yine buradan birkaç ay sonra Yennefer, başladığı yere, Aretuza’ya dönüyor.
Yennefer’in dönüşünü herkese ilan etme sahnesinde, Büyücü Kardeşliği’nde yapılmakta olan bir toplantıya şahit oluyoruz. Kardeşlik arasında, birini, bir anlamda Kuzey’i temsilen Aretuza’nın müdireliğini üstlenen Tissaia ve Yennefer’in yokluğunda Sodden’in kahramanı olarak görülen Vilgefortz’un çektiği; diğerini ise bir anlamda Güney’i ve erkek büyücülerin okulunu temsilen Stregobor ile Fringilla’nın amcası Arterius Vigo’nun yönlendirdiği iki ayrı cephenin oluştuğundan önceki bölümlerde bahsetmiştim. Bu iki cephe, ilk sezonda Cintra’nın Nifgaard tarafından işgaliyle başlayan ve Sodden Muharebesi ile sonuçlanan savaşın ardından hamlelerini tartışıyorlar. Yennefer’in eski romantik partneri Istredd ise bir süredir Kıta’daki monolitleri incelemek için gittiği Nilfgaard bölgesi ile ilgili raporlarını sunmak için Kardeşlik huzurunda bulunuyor. Savaşın ardından kayıplar için bir anma töreni düzenleneceğini ve bu esnada da Kardeşlik’in savaşın bakiyesi hakkında Kuzey Krallıkları’na hesap vereceğini öğreniyoruz.
Stregobor’un elf düşmanlığı burada da kendisini gösteriyor ve Yennefer’in aslında ölmediğinin bilgisiyle şüphe okları, bir önceki bölüm Tissaia’nın deneyip bir türlü bilgi alamadığı Nilfgaard esiri Cahir yerine Yennefer’e çevriliyor. Neticede Yennefer de bir çeyrek elf, bunu üç bölümdür vurguluyorlar. Stregobor ve elfleri ilgilendiren bir kısım daha var ama oraya birazdan döneceğim, şimdi Yennefer arkını bitirelim. Stregobor’un Yennefer’e zihnine girmeye çalışarak işkence etmesini de içeren şüphelerinin ardından, Yennefer’den öldü sanılıp hayatta kalmasının, yetmiyor gibi Nilfgaard ve elflere esir düşmesine rağmen sağ salim Aretuza’da ortaya çıkmasının hikmeti soruluyor ve neticesinde sadakatini kanıtlaması için Cahir’i öldürmesi isteniyor.
Bütün bunların sonucunda Yennefer, kitaplarda yer almayan bir şekilde Cahir ile Geralt’tan önce tanışıyor ve tüm Kuzeyli yöneticilerin önünde onun celladı olacakken, tıpkı Istredd’in dediği gibi, olaylı bir çıkış yapmayı gene başararak kurtarıcısı oluyor. Stregobor dâhil kimsenin Yennefer’den beklediği “ateş gösterisi” bu değildi ama bir şekilde hem Yennefer, sonrasında aleyhine kullanılabilecek iki bilginin; artık büyü yapamadığının ve katil olabileceğinin bilgisinin paylaşılmasını engelliyor hem de Cahir’in elzem hikâyesi devam ediyor. Son sahnede Yennefer’in atını dört nala koşacakken ne yapacağını bilemeyen Cahir’e “E bin o zaman!” demesi, benim için izlemek istediğim Cahir hikâyesi bakımından çok farklı bir ümit kapısı oldu. Kader, bir yolunu bulur.
Bu cepheyi bitirmeden önce şu, birazdan döneceğim dediğim yere de geleyim. Stregobor, Istredd olaya müdahil olmadan önce, ders verdiği büyücü adaylarına Falka isimli bir kadından ve onun insanlığa getirdiği felaketten bahsediyordu. İlk sezonda Renfri’nin laneti anlatılırken bahsi geçen Lilith, ikinci sezonun ilk bölümünde Nivellen’in Ciri’ye anlattığı hikâyede bahsi geçen Lara Dorren ve son olarak bu bölümde Stregobor’un ateşler içinde gösterdiği Falka, hikâyemizin devamı için önemli isimler. Hepsinin de Cirilla ile alakası var ama şimdilik bu kadarını söyleyerek bırakalım.
Fringilla ve Francesca
Bu bölüm en az gördüğümüz cephe burası, sadece birkaç dakika, ileriye yönelik bilgi sunulması için Cintra’ya konuk oluyoruz. Fakat değinmeden geçmek de olmazdı sanırım.
İkinci bölümün sonunda biri elf kraliçesi, diğeri ise Nilfgaard’ın imparator tarafından yetkilendirilmiş temsilcisi olan bu iki büyücü kadını, Deathless Mother’ın ittirmesiyle ittifak yaparken bıraktık. Bu bölümde de yavaş yavaş bu ittifakın meyvelerini almaya başlıyoruz. Nilfgaard’ın elfler ile ittifak yaptığının bilgisi Aretuza’daki Büyücü Kardeşliği’ne ulaşmış ve damaklarda kötü bir tat bırakmıştı; Cintra’nın şimdiki sahibi olan Nilfgaard cephesinde de bu tat iki koldan ilerliyor. Fringilla ve Francesca, her ikisi de hayatlarında ilk defa belki güvenebilecekleri bir yoldaş buldukları için mutlular ve yeni bir arkadaşlığın temellerini atıyorlar. Ancak belli ki Fringilla’nın komutan Cahir’in yokluğunda kazandığı yetkiden memnun olmayan askerler ve elflerin eski önderi Filavendrel ise bu beraberlikten pek güzel bir tat almıyorlar.
Fringilla, Nilfgaard’ın Kıta’ya yayılması için, Kıta’yı en iyi bilen elflerin yol göstermesine ihtiyacı olduğunu; Francesca ise karnındaki bebeği ve diğer tüm elflerin güvenle yaşayabileceği yeni bir yer umuduna karşılık olarak Nilfgaard’ın Sodden’da kaybettiği asker desteğini sunabileceklerini söyledi. Bu anlaşma elbette ki diğer bölümlere yön çizecek olmakla birlikte bir de ilk sezonda çoğunlukla Ciri, Calanthe ve Kuzey’in bakış açısından izlediğimiz için, işgalci kuvvet olarak kodladığımız Nilfgaard’ın kendisini nasıl gördüğünü ve Beyaz Alev’i nasıl konumlandırdığını anlamamızı sağlıyor. Nilfgaard’ın gerçekten “besle, barındır, özgürleştir” mottosuyla mı hareket ettiğini yoksa aynı vaatlerle Afrika’ya doğru yola çıkan sömürgeci devletlerine mi benzediğini ise zaman gösterecek.
Toparlamak gerekirse kendi adıma bir kez daha bölümün başından mutlu ayrıldığımı, bunda da hem Ciri’nin eğitim sahnelerinin hem de Yennefer ile Cahir’in yollarının kesişmesinin bolca etkisinin bulunduğunu söylemeliyim. Falka anlatısına girmemiz, belki bu sezon olmasa bile hikâyenin bütünü için çok önemli; bu bölüm içerisinde Falka’nın tasviri, daha önce aşina olmayan herhangi biri için gözden kaçırılabilir gibi düşünülse de hayranlar olarak en azından her olay örgüsünü tez elden kurmak için çabaladıklarını bileceğiz. Tıpkı ilk bölümdeki Lara Dorren gibi Falka’nın hikâyesi de Kıta boyunca anlatılıyor ve evrenin bu yönlerine yer vermeleri bence çok güzel. Ayrıca Yennefer’in diğer büyücü kadınların buluştuğu sahnede yer alan havuzda yüzme etkinlikleri ve Triss’in kalıcı yara izinin korunması gibi, seriden doğrudan alınan ufak detaylar beni sevindirdi. Anma gecesinde Dijkstra adının geçmesi de cabası!
Sizler ne dersiniz, ilk üç bölümün ardından ikinci sezon nasıl gidiyor? Elfler ve Nilfgaard’ın iş birliği nereye varır? Yennefer ve Cahir’in yol arkadaşlığından nasıl bir hikâye çıkacak? Ben yine çok konuştum, biraz da sizleri dinlemek istiyorum. Fakat tıpkı Yennefer’den beklenen ateş gösterisinin mahiyeti gibi, hiçbir şey göründüğü gibi olmayabilir, onu da unutmayalım.
4 Comments
Bu inceleme serisi fevkalade, bölümü izlemek için önce incelemesi çıksın diye bekliyorum.
O kadar sevindim ki yorumunuzu okuyunca, nasıl teşekkür etsem bilemedim 🙂
Vesemir in leşeni incelemesiyle Witcher animasyonu arasındaki bağlantıyı anlamadım. Animasyonu çok önce izledim belki unutmuş olabilirim.
Merhaba, bu sezon Kaer Morhen yakınlarında gördüğümüz ve Eskel onunla savaştığını söylediğinde Witcherların “Uzun zamandır buralarda görülmemişti” dedikleri leşenin hikâyesi Nightmare of the Wolf ile bağlantılı. Orada bu leşen, normal bir leşenin yapmadığı şekilde hareket ediyordu ve en sonunda da onun, büyücülerin müdahalesiyle mutasyona uğratılmış bir tür olduğunu öğreniyorlardı. Vesemir de bu yüzden Eskel’i mutasyona uğratan bu leşende büyücülerin etkisi olup olmadığını, bu iki olayın birbiriyle bağlantısı olup olmadığını sorgulamaya başladı. Umarım yeterince açıklayıcı olmuştur. 🙂