Yaklaşık iki aydır devam eden ilk kadın Doktor yolculuğumuzun dinlenme tesisindeki molasına gelmiş bulunmaktayız arkadaşlar. Birçoğumuz bu yolda çok erken ayrıldı aramızdan, kimilerimiz de “Acı yok Rocky!” ruhunu benimseyerek sonuna kadar koşmaya devam etti. Öyle ya da böyle, bir şekilde herkesin ortaklaşa kararı varmışçasına çok genel bir düşünce doğdu nihayetinde.
On birinci sezonun ilk bölümünü yorumladığım yazıya şuradan ulaşmanız mümkün. Şu anda okuyor olduğunuz sezon finali incelemem ise muhtemelen ilk bölüm yazısını okuyanları çok şaşırtmayacak beyanlar içerecektir, bilginiz olsun. Neden diye soracak olursanız hemen cevaplayayım: Fikirlerim çok radikal boyutlarda değişim yaşamadı maalesef.
Buna her iki yönden bakmanız da mümkün. Birinci bölümden onuncu bölüme kadar neredeyse çoğu haftayı acı çekerek, bir şeyleri sorgulayarak, Doctor Who‘nun ruhuna ters şeyler görmekten bıkarak geçirdik. Yeri geldi sevdiğimiz detaylar da oldu; ama sonuç olarak vasat bir sezon olmaktan kaçamadı her halükarda. Aslında ilk bölüm incelemesinde bahsettiğim “Durum kötü, ama umudum var” lafını şu son bölüm itibari ile tekrar kullanabilmekten ötürü mutluyum. Yani, hadi ama! Onca bölümdür alevler saçarak iş bitmiş diye baktığımız koskoca dizinin hala bir umut ışığı yakıyor oluşu bence mühim bir mesele.
Öncelikle şunu açıklığa kavuşturayım: Ara bölümler inişli çıkışlı olsa da başlangıç ve son için aynı durum söz konusu. Tam anlamıyla bir daire çizmişiz ve aslında tam da olduğumuz yerde kalmışız gibi bir mesele var ortada. Meh diyerek başladığımız sezonu meh diyerek bitirdik. Bir yere gidemedik, olduğumuz yerde dört döndük.
Hatırlatmakta fayda var, neredeyse tüm modern seri Doktor’larının ilk sezonları bir şekilde sıkıcı ya da zor ilerlenir olarak geçiyordu. Yazar kim olursa olsun, ilk denemelerinde sanki adapte olmaya çalışıyormuş hissi yaratırdı seyircide. Çünkü yeni bir sima, yeni bir öykü ve yeni yol arkadaşları görüyorduk her seferinde. Bu gayet normaldi, evet. Ancak bu ketelikleri kurtaran bir şey de oluyordu mutlaka: Doktor’u oynayan oyuncumuz.
Moffat’ın, özellikle 12. Doktor sezonlarındaki ağır düşüşlerine rağmen Heaven Sent ile Hell Bent kadar kalite akan bölümler yazmayı başarmış olduğunu hatırladıkça, o kadar bölümdür devam etmemizdeki tek unsurun Peter Capaldi olduğunu bir kez daha bilin isterim. 13. Doktor’da da durum neredeyse buna benzerdi doğrusu. Jodie Whittaker olmasa, çok da devam etmenin bir sebebi yoktu sanki.
On birinci sezonun en büyük problemi senaryodaydı. Burası su götürmeyen bir gerçek ve sonuna kadar da bunun için sizinle tartışabilirim. Yeri gelince bütçenin artmasıyla güzelleşen efektler; sinematografik anlamda cidden güzel gözüken sahneler ve elbette ki sağlam oyunculuklar (yazar burada Bradley Walsh isminin altını çizmektedir) gibi birkaç tebessüm ettiren detay ise sanırım her şeye rağmen bahsedilmesi gereken şeylerdi. Ancak daha fazlası değil. Hiçbir şey, ne kadar iyi gözükürse gözüksün, Deadpool’un filmlerinde çok kullandığı “tembel yazarlık” esprisine benzer bir durumu kapatmaya yetmez.
Chibnall’ın yazarlık yaptığı başka yapımları izlemedim, izlediysem bile onun yazdığından bir haberim. Doctor Who’da dinozorlu bölümün ona ait olduğunu bile arkadaşım söylediğinde hatırladım. Çünkü bu dizinin kilit noktalarından biri de ana yazar koltuğunda oturan kişinin performansı. Eğer Chibnall iyiyse, sezon iyi olacaktı; kötüyse de yerin yedi kat dibini boylayacaktı. Ortası pek mümkün gözükmüyordu.
E zaten olan da oldu. Onca bölümdür “bu yazarın alametifarikası son bölümlerde ortaya çıkıyor” muhabbetine rağmen hiç tatmin etmeyen bölümler geçti. Yalnızca cadılı bölüm itibari ile yakaladığı ufak “vasat Doctor Who bölümleri” hava haricinde tüm sezon zar zor ilerledi. Sezon finali ise, tüm sezonun sürmesi gerektiği ortalama bir temponun ta kendisiydi üzücü bir şekilde. En başından beri dümdüz bir çizgide, sezon finali gibi bölümler izleyerek ilerlesek çok daha az üzülecektik diye tahmin ediyorum.
Yine de senaryonun en büyük günahı, hala çok boşluk barındırıyor olması. Az önce aşağı mahalledeyken bir saniye sonra yukarı mahalledeki evin bilmem neredeki odasında beliren karakterler hoş değil mesela. YouTube videolarında kullanılan “super-cut” tekniğine benzer bir teknik ile arada geçen zamanı gereksiz görüp kesmek gibi geliyor bu detay bana. Ux‘lar neymiş, bu Tim Shaw’un bıdı bıdısı nereye bağlanacakmış, TARDIS bunca zamandır niye yoktu da anca bir önem kazandı gibi sorularla oluşan boşluklar hala çok kafa kurcalıyor.
Öte yandan, özet olarak, ilk yazıdan beri bu yana taşıdığım düşünceleri tekrardan sıralamak isterim, ki gerçekten de hiçbir şeyin değişmediğini ve aslında başladığımız yere geri döndüğümüzü çok daha rahat anlayın: Whittaker olmasa kotarılmaz bir çöküş olurdu, Graham en müthiş karakterizasyona sahip olmasıyla gözdem haline geldi, Yaz’ın gereksizliği göz yoruyor ve Ryan ise Graham’ın promosyonu olarak ortalama bir idare ediş içerisinde. Doktor artık eskisi kadar, en basit şeyleri anlatırken bile bize beyin sarsıntısı yaşatmıyor; aksine en düz seyircinin bile tahmin edebileceği, düşünebileceği şeylerden çok geride kalıyor. Anlamsızca yol arkadaşları çok uzun süredir Doktor’dan çok daha fazla işe yaradı, bir bakıma Doktor ve yol arkadaşları konum değiştir gibi oldu. TARDIS’i zerre umursamamaları sinir bozdu, hala cevap bulamadığımız birçok soru gani gani aktı gitti. Gerçekten on bölümü de koca bir hiç için izlemiş olduk adeta.
İlk bir-iki bölüm ile son iki-üç bölümü izleyip bu sezonu bitirdiğinizi varsaymanızda hiçbir sakınca görmüyorum. Bütün bir sezonu izlemeyenlerin ise tek kaybı Doktor ve yol arkadaşlarının muhabbeti olabilir, o kadar. Fazlası yok.
Son olarak da BBC’nin yaptığı açıklama ile yeni yıl özel bölümünü 1 Ocak’ta izleyeceğiz, yeni sezon ise 2020’ye kadar ekranlarda olmayacak. Whittaker ve Chibnall’ın bir sezon daha devam ettiğini zaten biliyorsunuz. Gereğinden daha fazla ara veriyor olmalarını da, hatalarından ders çıkarıp daha iyi bir senaryo ile karşımıza gelme istekleri olduğunu düşünmek istiyoruz. Çünkü her şeye rağmen, bu kötü yazılmış öykünün günah keçisinin “ilk kadın Doktor” pozisyonuna yüklenmesi kadar sığ bir şeye şahit olmak istemeyiz.
2 Comments
”Günah keçisinin “ilk kadın Doktor” pozisyonuna yüklenmesi kadar sığ bir şeye şahit olmak istemeyiz.” Düşünceniz çok saçma bu zamana kadar hiçbir zaman kadın,erkek farkını düşünmedim,savunmadım ama bazı olaylar vardır ki bu karakterlerin yerini kadın oyuncularla dolduramazsınız yakışmaz.Bu LOTR’ın dizisinde Gandalf’ı kadın rolünde oynansın diye oylama yapan kişilerini düşüncesiyle aynı saçmalıkta ve bu saçmalığı yapmışlar…Bazı dizilerde ve ya filmlerde kült karakterlere, kadın haklarını savunuyorum düşüncesiyle haksızlık yapıyorsunuz.
Bin kere anlatıldı ama bir kere daha yazalım.
1. Bu zamana kadar hiçbir zaman kadın, erkek farkını düşünmedim, savunmadım.
50 yılı aşkın devam eden ve baş karakterinin insan olmadığı, iki kalbinin olabildiği, ölüm esnasında sadece bedeninin değil kişiliğinin dahi, birden çok kez değiştiği bir yapımda, bu karakterin 50 yılı aşkın süre boyunca sadece beyaz erkekler tarafından canlandırılmasını hiç fark etmediyseniz ve bu tercihin neden yapıldığını düşünmediyseniz bu sizin sorununuz. Bir de genel olarak dünyanın hâlinden, tarihinden habersizliğiniz belki.
2. Bazı olaylar vardır ki bu karakterlerin yerini kadın oyuncularla dolduramazsınız
Doctor Who içerisindeki hangi olay, hele de 2020 yılında, bir XY kromozomu sahibi tarafından gerçekleştirilmesi şart olan, bir XY kromozomu sahibinin başına getirilmesi şart olan ve sadece bir XY kromozomlu kişinin çözebileceği arkları içeriyor? Dalekleri alt edebilmek için erkek cinsel organına sahip olmak gerekliliği ile ilgili bir bilgiye de henüz rastlamadım. Misal toplumsal cinsiyet deriz, onu belki bir yirmi yıl önce ve “bilim kurgu”, “fantastik” olmayan bir yapımda tartışabilirdik. Ama bu türdeki yapımlarda erkekler çocuk doğurabiliyor, ahtapotlar konuşabiliyor falan. Siz, illa, ucuna sopa geçirilmiş elektrik süpürgelerinin bütün dünyayı yok etmesi mantığıma uyuyor fakat doktorun kadın olması uymuyor diyorsanız, bu sizin sorununuz.
3. …kadın oyuncularla dolduramazsınız yakışmaz
Buna bir önceki maddede değindim ama “yakışmaz” yakıştırmanız aşırı öznel. Genel bir kabulden bahsedecekmiş gibi başladığınız cümlenizi, “yakışmaz” ile bitirmeyi tercih ettiniz. Yakışmanın ölçütü nedir? Kaç kişiye sorduk? Kaçı bu cevabı verdi? Cevaplar hangi zaman dilimini içerdi? Cevaplayanların konu kapsamı neydi? Bu ve bunun gibi sorulara cevabımız net ve genel geçer değilse, öznel dayatmalar faydasızdır. Siz kişisel olarak 50 yıldır beyaz erkek şeklinde izlediğiniz karaktere bir kadını “yakıştıramadıysanız” ve yakıştıranların da “saçmaladığını” düşünüyorsanız, bu da sizin sorununuz.
4. Kült karakterlere kadın haklarını savunuyorum düşüncesiyle haksızlık yapıyorsunuz
Kült temel anlamıyla “tapınma ve tapma” anlamları taşıyor. Eminim siz bu anlamlarla kullanmıyorsunuz, daha çok “sadık ve tutkulu bir hayran kitlesine sahip yapımlar için” bir terim olarak kullanıyorsunuz. Bu tanımın devamında ise şu gelir; kült, öznel bir kavramdır. Zamana göre değişir. Mesela vakti zamanının kanon eserleri, birer külttür de aynı zamanda. Tüm zamanların edebiyat kanonu İncil, ona şartsız kayıtsız bağlı olmak zorunda mıyız? Eğer öznel olmasa ve zamana göre değişmeseydi şu an hala resimlerde Hz. Meryem’i tasvir etmek, heykelleri Hz. Davut şeklinde yapmak, müziklerde Hz. İsa övmek zorunda kalacaktık, hiçbirimiz de içerisinde pagan inançlarının olduğu Yüzüklerin Efendisi’ni okuyamayacaktık. Demek ki kült yapımları işleyip geliştirerek, güncel hayatımıza uydurarak ve onlar hakkında yeni şeyler söyleyerek, temsil kabiliyetlerini artırarak kült karakterlere yaptığımız şey haksızlık değil, iyilik bile olabilir.
Bütün bunların ışığında, Capaldi zamanında da olan senaryo aksaklıklarını rolün kadın oyuncuya geçmesiyle görmeye başlayanlar için, “Günah keçisinin “ilk kadın Doktor” pozisyonuna yüklenmesi kadar sığ bir şeye şahit olmak istemeyiz” cümlesi neden saçma olsun? Böyle düşünmeyenler zaten cümlenin muhatabı değil. Öte yandan kendi öznel yakıştırma ve yargılarınızı genel geçer kabuller haline getirip bunlara tabii olmayanları saçma düşünmekle itham etmek, sırf bir zamanlar hayran olunan halleriyle kalmayıp yerlerine kadın tasvirleri geldiği için rahatsız olmak, bunu ilgi çekici bulanları ise “Ben kadın olmasını istemezdim, sen istiyormuşsun, ne güzel” demek yerine, “Kadın haklarını savunuyorum düşüncesiyle haksızlık” etmekle suçlamak neyi gösterir sizce? Kendi adınıza beklentiniz sevdiğiniz bir karakteri aynı şekilde yüzyıllarca izlemek olabilir. Yine kendi adınıza başrolünde kadın bulunan yapımları izlememeyi de tercih edebilirsiniz. Ama lütfen bunu, hiçbiri Tanrının kelamı olmayan yapımlar üzerinden “Kadın karakter kült karakterin yerini dolduramaz, onun yerine yakışmaz” diyerek haklı çıkartmaya çalışmayın.