Beth Lewis’in 2016’da yazmış olduğu Kurt Yolu, İthaki Yayınları çevirisi ile bizlerle buluşuyor. Bu sırada da bir apokaliptik kurguyu barındıran bu kitaba dair bir fikir edinmek isterseniz diye sizlere ön okumasını sunmak istedik. İyi okumalar efendim!

Beth Lewis

KURT YOLU

Çeviren: Özge Onan

Eski “Ben”in Sonu

Meşe ağacının yüksek bir dalını dizlerimin arasına sıkıştırıp oturdum ve dövmeli adamın karın içinde uzun adımlarla yürüyüşünü izledim. Suratının her yanında resimler vardı; derisi hiçbir yerde görünmüyordu. Sadece mürekkep ve kan vardı. Beni arıyordu. Hep beni arıyordu. Beyaz karın üzerinde, balık bıçağından damlayan kırmızı izler bırakıyordu. Ama balık kanı değildi. İnsan kanıydı. Oğlan kanıydı. O bıçak, Tucket’tan gelen oğlanın kafa derisini yüzmüştü. Adamın kemerinden bir tutam saç ve pembe deri sarkıyordu. Ondan da kan damlıyordu; sıcak ve tazeydi. Cesedi, kurtların bulması için çalılıklarda bırakmıştı adam.

Bulut gibi nefesimi avuçlarımın arasına üfledim.

“Evden çok uzaktasın, Kreagar,” diye aşağı seslendim.

Ağaçlar sesimi alıp paramparça etti. Kış, ormanı iskelete döndürür ve gizlenmeyi zorlaştırırdı. Tabii ne yaptığını çok iyi bilmiyorsan. Ben ne yaptığımı tam olarak biliyordum. Adam bu ormanda kendine ait olmayan hiçbir iz ya da ayak izi bulamayacaktı. Bu konuda çok iyiydim. Kreagar etrafına, üst dallara ve çalıların altına baktı ama ben saklanmak konusunda hep iyiydim.

“Ağaçların arasından bana seslenen kim?” diye bağırdı. Sesi, taşlara sürtünen ağaç kabuğu gibiydi. Öfkelendiğinde çok kaba bir şey olurdu ama sevecen olduğunda, serin gecenin içinde ilerleyen o yumuşak gürlemeye benzerdi.

Artık onun sevecen olduğunu düşünmek istemiyordum. Onun sevecenliğinde sadece yalanlar ve maskeler vardı. “O oğlana ne yaptığını gördüm,” dedim. “Onu nereye bıraktığını gördüm. Kıvırcık saçlarını kemerinde gördüm.”

Kreagar sertçe burnunu çekti. Soğuk yüzünden sümüğü sakallarının üzerine akıyordu. Bir dağ ayısı gibi dişlerini ortaya çıkarmıştı. Üzerinde bir gömlek bile yoktu. Bir şeyleri öldürürken asla gömlek giymezdi. Kan göğsünün her yanına sıçrayıp dövmeler ve kıvırcık, siyah kıllarla karışmıştı. “Sen misin, Elka kız? Yoksa benim Elka’m, ağaçlarda sincap mı oldu?” diye bağırdı.
“Ben senin değilim,” dedim. “Hiçbir zaman değildim ve asla olmayacağım.”

Bıçağımı çıkardım. Uzun bir bıçaktı. Arka tarafında tırtıklı çentikleri ve geyik boynuzundan bir sapı vardı.
Kreagar tüm hayvanlara yerini belli ederek ormanda dolaşıyor, ardında lanet bir davetiye gibi, kandan bir iz bırakıyordu.

“Aşağı inip yaşlı Kreag’e sarıl. Seni özledim.”

“Sanmıyorum. Ben olduğum yerde kalacağım.”

Gözleri ağaçları taradı. Gözleri kuyular kadar karaydı; hastalık ve kargaşa kadar, nefret ve yalanlar kadar karanlıktı. Sırıtınca düz, beyaz dişleri mezar taşları gibi parladı ve küçük balık bıçağını parmaklarıyla çevirip her yana kan sıçratarak sanki kırmızı bir halı serdi.

“Elka, sana zarar vermeyeceğimi biliyorsun.” Sesi arkadaşça gelmeye başlamıştı. “Elka’ma asla zarar vermem.”

Etrafta kör bir adam gibi dolaşıyor, karın içinde ilerliyordu. Vücudundan dumanlar yükseliyordu. Bir şey öldürdüğünde hep sıcaklardı. İnce yapılıydı, bazıları onun ahşaptan oyulmuş gibi göründüğünü söyleyebilirdi ama  dövmelerine rağmen eve götürüp annenle tanıştırmak isteyeceğin bir yüze sahipti. Bu saklambaç oyunundan bıkmıştı; soğuktan korunmak için sık nefesler alarak bir kavak
ağacına dayandı. Yavaşça, “İstesem seni yüzlerce kez öldürebilirdim, kızım,” dedi. “Domuz bıçağımı alıp sen uyurken boynundan karnına kadar koca bir yarık açabilirdim. Derini haşlanmış
alabalık gibi yüzebilirdim.”

Ona “Baba” dediğim onca yılı hatırladığımda midembulandı.

Kreagar, “Sırt derinden kışlık bot yapabilirdim,” diye devam etti. Sesi gitgide heyecanlanıyor, gülümsemesi büyüyordu. Sanki bir ziyafette, önündeki tabakları bitirip bir sonrakine geçiyordu. “Kollarından yeni bir kemer yapardım. Yatağımı ipek gibi, kahverengi saçlarınla doldururdum.”
Kreagar güldüğünde midem daha da bulandı. Bıçağını kaldırıp ağaçlara çevirdi ve tam benim olduğum noktaya doğrulttu ama o bunu bilmiyordu.

“Senden çok iyi bir çift bot çıkardı, Elka kız.”

Hepsini daha önce de duymuştum ama bu, kardan gelmeyen bir soğuğun omurgam boyunca tırmanmasına engel olmadı. Buzun ve kışın soğuğu değildi bu. Kreagar’ın daha kötü şeyler söylediğini de duymuştum ama onları  asla bana söylemezdi. Yaptığı şeyleri, bana zorla yaptırdığı şeyleri düşününce ondan hâlâ korkuyordum. Ama artık bu işi halletmeye kararlıydım.

“Aylardır beni arıyorsun, Kreagar ama önce ben seni buldum.”

Ben de bıçağımı kaldırdım. Fırlatmak için ağırlığı çok uygundu. Kafamın içinde ona orada, o ağaca dayanmış halde durmasını ve tek bir kasını bile hareket ettirmemesini söyledim.

“Senin için çok endişelendim, Elka. Bu dünya, senin gibi bir çocuğun tek başına yaşayabileceği bir yer değil. Karanlıktaki kurtlardan daha kötü şeyler var. Benden daha kötü şeyler var.”

Kana bakarsak ava çıkmış normal biri olabilirdi. Çocuğun rüzgârda sallanan kafa derisine bakarsak herhangi biri de olabilirdi. Ama o herhangi biri değildi. O, Kreagar Hallet’tı. Cinayet işleyen, çocukları öldüren orospu çocuğu Kreagar Hallet. Bunu anlamam çok uzun sürmüştü ve güzel sözcükler bunu değiştiremezdi artık.

Tek bir kar tanesini bile yerinden oynatmadan, dalın üzerinde dikleşip kolumu arkaya uzattım. Nefesimi verdim. Onun bir geyik olduğunu hayal ettim. Bıçağımı bütün gücümle fırlattım ve onu köprücük kemiğinin altındaki o yumuşak noktadan vurdum. Metal, omzunu delip ağaca
saplandı ve onu sıkıca yerine mıhladı. Hedef çalışırken ahşaptan gelen o sesi duydum. Bir sürü hedef çalışması yapmıştım. Ve bu gerçekten mükemmel bir atıştı.

Kreagar acıdan çok şaşkınlıkla bağırıp inledi. Eminim küçük Elka’sının bıçağı o kadar güçlü atabileceğini düşünmemişti. Kreagar tekrarlamaya cüret edemeyeceğim şeyler söyledi; gün ışığı görmemesi gereken tehditler savurdu. Kanı, oğlanın kanına karıştı. Göğsündeki kalın, siyah çizgiler sıcacık, soğukta buharı tüten bir kırmızıya boyanmıştı. Kreagar bıçağı çıkarmayı denedi ama bıçağın çentiklerini çok derin oymuştum. Kurtulmaya çalıştığında, ölümün pençesindeki bir dişi domuz gibi inledi.

“Buraya gel kızım! Seni paramparça edeceğim!”

Hâlâ öfkeyle bağırarak etrafta beni arıyordu. Ormanın içine doğru kükreyip kuşların yuvalarından uçmasına, tavşanların aceleyle deliklerine kaçmasına sebep oldu ama beni hâlâ göremiyordu. O ormanda ben bir hayalettim. Beni iyi eğitmişti.

“Seni bulacağım! Seni yavaş yavaş öldüreceğim, Elka!”

Gülmeden edemedim. Kreagar elimdeydi. Sonunda. Tuzağı kapatmış ve kuduz bir ayı yakalamıştım.

“Yargıç Lyon seni daha önce bulacak,” dedim. “Ona senin de, oğlanın da nerede olduğunuzu söyledim. Oğlana ne yaptığını görecek. Uzun zamandır senin peşindeydi, seni yakalamak için dağlar aştı.”
Bu çenesini kapattı. Yüzü bembeyaz oldu. Kimse Lyon ve altıpatlarının peşine düşmesini istemezdi ve kadın aylardır Kreagar’ın peşindeydi. Aslında, benim de peşimdeydi.

Kreagar yalvarmaya ve bana dostça davranmaya başladı ama ona aldırmıyordum. Sakalına yapışmış tükürükler, verdiği her nefesle havalanıyordu. Atların toprağı ve karı havalandıran toynak seslerini duyana kadar Kreagar’ı izledim. Hızla koşturulan atların bedeninden buhar tütüyordu. Gülümsedim. Yargıç Lyon ve yardımcıları kötü adamı yakalamak için gelmişti. Başka bir hayatta o kötü adam ben
olabilirdim.

Elbette bir ödül yoktu. Artık altın benim için bir şey ifade etmiyordu, zihnimde değerli olan tek şey hayattı. Ağaçların arasından geldiklerini gördüm; ardında bıraktığı kan izi onları doğrudan Kreagar’a götürüyordu. Kreagar ise hâlâ söyleniyor, panikliyor ve bıçak sapını çekiştiriyordu.

Lyon, Kreagar’dan daha akıllıydı. Kadının atmaca gibi gözleri vardı ve ben daha nefes alamadan beni görüp yaptıklarım yüzünden beni de tutuklardı. Sorular sorardı. Cevap vermek istemediğim, büyük sorular.

Kreagar nal seslerini ve kişneyen atları duydu. Gözleri, vurulmak üzere olan bir erkek mus gibi kocaman açıldı; işi kanunlara bırakmamın zamanı gelmişti. Bıçağa yazık  olmuştu. O bıçakla bir sürü tavşan ve sansar yakalamıştım, birçok kez de hayatımı kurtarmıştı. Bu boktan ülkede iyi bir bıçak bulmak, neredeyse iyi bir insan bulmak kadar zordu. Sahip olduğun tek şey hayatın olduğunda ve ödeyecek borçların varsa bir bıçak her şeyi değiştirebilirdi. Lyon artık benim peşimden gelmezdi. Tabii, Kreagar ona gerçeği söylemezse.

1 2
Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.