Şiiri içeren faaliyetleri kafanızda nasıl canlandırıyorsunuz, bilemiyorum. Bana uzunca bir zamandır, lisans yıllarım bu metinleri incelemekle geçtiği için hafif böyle küf kokulu, dışarıdan kimsenin anlam veremeyeceği biçimde kurallı ve çoğu zaman kendilerini üretenlerden başka kimsenin de dâhil olmasına izin verilmeyen bir alanmış gibi geliyordu. Bütün bunların elle tutulur ve mantıklı olmasına da gerek yoktu zaten, “beni anlamadılar” deyip geçebileceğiniz bir sanat başlığından mesulsünüz. Sonra, sanırım biraz ‘temayül’lerden, ‘azizim’lerden ve bittabi ‘namüsait mahiyetteki feveranlı haykırışlar’ minvalindeki garip cümlelerden uzaklaşınca, kafamda daha farklı çınlamaya başladı kelime.
Sanat, asıl bilinen müzikli cümleyle birlikte ruhun gerçekten de gıdası olduğu için, eğer kendi isteğimizle, bankaların düzenlediği sergilere hapsedilip çöp kutularını beğenmek zorunda bırakılmadan buraya dönersek, sanatın en güzel tedavilerden biri olabileceğini de hatıra getirmek gerekiyor. Şiir okumak kadar basit olabilir bu tedavi hem. Ben de tam ihtiyacım olduğu anda yetişen bir tanesini paylaşmak istedim.
Turgut Uyar’ı nasıl bilirsiniz? İkinci Yeni’ye tik atalım, çoğunlukla “Göğe Bakma Durağı”, “Sibernetik”, bir de cânım Tomris gelir muhtemelen ilk solukta. Hepsinin kadrini bilmeye niyet etmekle birlikte, zaman zaman bir tedaviymişçesine algılamaktansa “mutsuzluktan söz etmek istiyorum / dikey ve yatay mutsuzluktan” gibi dizelere gülerken bulurum kendimi. Az biraz bilen varsa yanımda, üzerine üç beş daha şey ekler düpedüz ve kimisine göre terbiyesiz bir eğlence bile çıkartabilirim kendime. Bütün bunları söyleyip de neden hem yazıyı hafifletip hem de kendimi ve şiir zevkimi falan tartışmaya açıyorum dersiniz? Çünkü Turgut Uyar’ın bir şiirinden bahsedeceğim ve o metne karşı, ben bile hafif eğlenceler çıkartamıyorum. Bunu bilmeniz önemliydi.
Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir bahsi geçen, malum ortamlarda yahut Sezen Aksu’nun şarkısında Denge diye de bulabilirsiniz. Ne onu bu kadar özel kılan, bu gün bu saatte? Başlık gördüğünüz gibi, bilindik İkinci Yeni ‘temayülü’ne layık –Allah affetsin, kullanmak zorunda kaldık bu kelimeyi- beklediğiniz yerden alıp, beklenmedik yerden vuruyor. Neredeyse emin olabilirsiniz, “bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin / bir de bu terli karanlık” gibi bir şey okuyacaksınız ya da ne olabilir; “sosisli sandeviçlerin en seçmesi sizin için / hardallar ve denizaşırı bitkileri / gönlünüze göre aygın baygın ezgiler” gibi bir şey. Bakın şiir bu, bu bir sanat eseri; herkese aynı anda veya farklı zamanlarda, farklı şeyler ifade edebilir. Ama çoğu zaman da hardallar ve denizaşırı bitkilere hislenirken bulamazsınız şimdi kendinizi.
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
…
Bununla ise duygudaşlık kurmak her an mümkün. İster Uyar gibi, şiirine laf atan ben gibilere hisleniyor olun isterseniz de “âmenna” diyebileceğiniz her şeyi üzerine koyun. Göründüğü gibi olduğunu iddia etmiyor, hatta ötesinde nasıl olduğu ile ilgili çıkarımlar yapmak için de burada bulunmuyorum.
…
Bütün ağaçlarla uyumuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
…
Şu an için yapmaya gelmediğim şeyi, birileri yeterince yapıyor zaten. O kadar çok ses var ki insan kafayı yiyecek gibi oluyor. Burada sadece ne şiirdeki gibi insan kalabalığını ne de gürültü boyutunda trafiği, kornaları, inşaat seslerini kastediyorum. Bütün bunlar, üzerine Twitter’ı açtığınızda akanlar, Instragram’ı başlattığınızda çıkanlar, ben ve siz de dâhil herkesin her konuda fikri var. Ağaçlar şöyle, sokaklar böyle. Bir yandan da her eğlenceli anda tat kaçıran bir haber almamak mümkün değil yaşadığımız yerde; eh, bu kadarız işte, ha olmuş ha olmamış diyesi geliyor insanın.
Sartre’ın meşhur alıntısı gibi, “Cehennem, başka insanlardır”. Şair bu şiiri yazarken Sartre’ı düşünmedi ama ben okudukça düşünüyorum. Ne diyordu: “Kendimle ilgili ne söylesem, bir başkasının yargıları her zaman içeri giriyor. Kendim için ne hissetsem, bir başkasının yargıları geliyor.” Bundan sonra, yukarıdaki dizelerin kafamda çınlamaması mümkün olmuyor.
Turgut Uyar’ın bundan güzel bir sürü güzel şiiri vardır, siz girişte söylediklerime bakmayın. Buradan, “Sizin alınız al inandım”a bağlamak ne kadar kolay olurdu, kendi silahıyla vururdum. Yarın fikirlerim değişebilir, muhtemelen değişecektir fakat bugün, aniden, herhangi sevdiğim bir şiiri yazma hakkı bana tanınsa ve sonsuza kadar o şiirle anılacak olsam, Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir’i seçerdim.
Durduk yere tadı kaçanlar ve hevesi kursaklarında kalanlar için, kendi kendine dert çıkartmayı iş bilenler için. Kurallarınız yere batsın diye çıldıranlar yahut mesela, ebeveyniyle kavga edenler için. Beş gün sonra hatırlamayacağı dersine sinirlenenler, sevgilisinden ayrılıp hüzünlenenler, tuttuğu takım maçı yine kaybedenler için. Hiç olmadı, dünyanın iç evlilikleriyle bilinen, hâlâ bin yıllar öncesinde kalmış birtakım âdetleri devam ettiren ailesi ile aileye Hollywood’dan dâhil olan gelinin atışmalarını dert etmemizi bekleyenler veya yeryüzünün en ayrıcalıklı kesimlerinden birine mensup olup “Grammy alamadım, daha da küstüm oynamıyorum” diyenler için.
Ama en çok da hayal kırıklığına uğratılanlar, bir kalıba uyamayanlar için; kendine göre bir dünya bulamayanlar için.
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.