Kasik Hatuey, yakalanmadan önce İspanyollar’a karşı Latin Amerika’da başlayan direnişin ilk önderlerinden biriydi. Öldürülmeden önce yanına gelen din adamı, kendisine günah çıkartırsa cennete gideceğini söyleyince Hatuey şu soruyu sordu: ‘‘Bu sizin cennetinize İspanyollar da gidiyor mu?’’ Rahip, iyi İspanyolların da cennete gittiği cevabını verdi. Hatuey, böylesine zalim insanların gittiği yere gitmek ve onlarla birlikte olmaktansa cehenneme gitmeyi tercih edeceğini söyledi ve günahlarını çıkartmayı reddetti.

            Yerlilerin Gözyaşları, Bartolomeo De Las Casas

Peki ne yapacaktık o dünyalarla? Ya biz onların efendisi olacaktık ya da onlar bizim: Yetmezlik içindeki zihinlerimizde tek düşünce buydu!

Solaris, Stanislaw Lem

Bilim insanları geçenlerde 1,5 milyar ışık yılı uzaktan gizemli radyo dalgaları geldiğini tespit ettiklerini açıkladılar.* Dalgaların kaynağı konusunda birtakım teoriler var. Bunlardan bir tanesi, elbette uzaylılar hakkında. Haberi ilk okuduğumda ben de uzaylıları düşündüm. Daha doğrusu, bu sinyallerin kaynağının uzaylılar olmasını istedim. Zihnim, bir anda bilim kurgu hikâyeleri kurmaya başladı. Gizemli radyo sinyallerinin taşıdığı mesajla başlayan bir macera hayal ettim. Mesaj, insanlığa ne iletmeliydi? Hayat, evren ve geri kalan her şey hakkındaki nihai soruyu mu sormalıydı? Peki, bu mesajı deşifre etmek mümkün müydü gerçekten? Daha önce varlıklarından, yaşayışlarından, dillerinden haberdar olmadığımız canlıların gönderdiği mesajı nasıl çözebiliriz? Bizim için kelimenin her şeyiyle ‘‘öteki’’ olanla iletişim kurabilir miyiz? Özellikle ötekiyle iletişim kurmakta tarihi boyunca sorun yaşamış bir tür olan insanın uzay macerası, ona sessizlikten başka bir şey vaat edebilir mi?

Bu sorulara bir çırpıda cevap vermek kolay değil. Neyse ki bize yardımcı olacak tarih ve edebiyat var. Gelin, bir yolculuğa çıkalım. Önce sayfalar arasında, ötekiyle (uzaylıyla) iletişimin olanaklılığını bizden çok önce düşünmüş olan Stanislaw Lem’in Solaris’inde dolaşalım. Sonra, tarihte geriye gidelim. Bir grup insanın kendilerinden bütünüyle farklı diğer bir grupla karşı karşıya geldiği zamana, İspanyolların Amerika’yı keşfettikten sonra yaşananlara bakalım. Başlamadan uyarayım: Solaris’i okumadıysanız biraz tadınız kaçabilir. Çünkü kitaptan detaylar vereceğim.

andrey-bezrodnykh-andrey-bezrodnykh-solaris-concept-001

Lem’in Solaris’i bilinmeyeni anlatan diğer kitaplarla benzer bir girişe sahiptir. Baş karakterimiz Kris Kelvin, bulunduğu yerden başka bir yere (kitapta Solaris isimli gezegene) görevlendirilir. Solaris’e inmesiyle kendisini bir anda olayların içinde bulur. Gezegendeki uzay üssünde çalışan üç bilim insanından biri intihar etmiştir. Kalanlar ise ‘‘tuhaf’’ davranmaktadır. Kelvin’in sorularına cevap vermezler, aralarında gerçekleşen iletişimin gerçekten bir iletişim olduğundan emin olamayız. Sanki anlamsız şeyler söylerler Kelvin’e. Her şey bir sisin içinde gibidir. Belli ki bir şeyler yaşanmış, yaşanmaya devam etmekte ve mürettabatı etkilemektedir. İntiharın sebebi, mürettabatın rahatsızlığın kaynağı Kelvin’i düşündürür. Aradığı cevap, çok geçmeden odasına gelir: Bir ziyaretçi.

Kelvin’in uzaydan önceki yaşantısından kalma bir anıdır Rheya. Bir zamanlar birlikte yaşadığı, ancak iyi ayrılmayarak intiharına neden olduğu eski sevgilisi, Solaris’te karşısına çıkar. İlk şoku atlattıktan sonra Kelvin, uzay istasyonunda neler döndüğünü anlamaya başlar. Bütün mürettebatın ziyaretçileri vardır. Anılarından çıkıp gelen, anılarındaki gibi görünen, konuşan, davranan ziyaretçiler, ev sahiplerine zarar vermez. Zarar vermeyi düşünmezler bile. Onlar bir gece gelmiş, ev sahiplerinin yanına yerleşmiştir. Kelvin, ziyaretçilerin nereden geldiğini sorar. Dr. Snaut, Solaris’in onlarla iletişim kurmaya çalıştığını söyler. Ziyaretçileri, Solaris göndermiştir.

Solaris’i özel kılan bütün gezegeni kaplayan okyanusun canlı, tek bir organizma olmasıdır. Bu organizma, insanlar tarafından yıllar boyunca çözülmeye çalışılmış, uğrunda sayfalarca kitaplar yazılmış, teoriler oluşturulmuştur. Kitapta bunları okuruz. Araştırmaların gittikçe dipsiz bir kuyunun dibini araştırmaya döndüğünü, hipotezleri doğrulayacak hiçbir verinin elde edilemediğini, Solaris’in ve onu anlama çabalarının sessizliğe gömülüşünü okuruz. İşte bu noktadan itibaren Lem, söylemek istediğini söylemeye başlar. Bu başarısızlık bir tesadüf müdür? Yoksa insan, ötekini anlamada, onunla iletişim kurmada başarısızlığa mahkum mudur?

solaris-wallpaper-preview

Lem, cevabın olumsuz olduğunu, iletişimin mümkün olamayacağını düşünür: Bir karakterine ‘‘Bütün yıldızlarla bütün gezegenlere birer ad verdik, oysa belki hepsinin kendi adı vardı.’’ dedirtir. Bunun sebebinin insanın sorunu olduğunu söyletir: ‘‘İnsanoğlu başka dünyalar, başka uygarlıklar bulmak için yola düşmüştü ama, karanlık geçitlerde gizli bölmelerden oluşan kendi öz labirentini tanımamış, kendi mühürlediği kapıların ardında neler yattığını bulup çıkaramamıştı.’’ Baştaki alıntıya döndürür bizi. İki alternatiften birini düşünen, ötekinin hükmedilmesi gerektiğini düşünenin de onu tehlike olarak görenin de gerçek bir iletişim kuramayacağını savunur. Ve esasında insanın uzaya dair bütün ilgisinin kendisiyle alakalı olduğunu açıkça yazar: ‘‘Yalnızca İnsan’ı arıyoruz biz, başka dünyalara gereksinimimiz yok. Ayna gerek bize.’’ Bu düşüncede ötekiyi umursamayız, ona ilgimiz göstermeliktir sadece. O ya gelişmemişliğiyle hedeftir ya da gelişmişliğiyle tehdit. Onu, ötekinin farklılığını kabullenmek mümkün değildir. Çünkü bunun için daha çok çaba sarf etmek gerekir. Ötekini anlamak, onun biricikliğini kabul etmek, onu tehdit ya da hedef olarak görmekten daha zordur. Eh, insanlık da bu konuda pek iyi değildir. Bunu göstermek için Solaris’ten ayrılıp Dünyamıza dönmemiz gerekiyor. Biraz da geriye gideceğiz. 15. ve 16. yüzyılda insanlığın bir kısmı çok geniş bir ötekiler grubuyla karşılaştı. Bir kıta keşfedildi, ardından dönüştürüldü. Solaris’tekinin aksine ziyaretçiler, ev sahiplerine zarar verdi.

Christopher Columbus ya da İspanyolların söylediği haliyle Cristóbal Colón, Amerika’yı keşfettiğinde yeni bir kıta keşfettiğinden habersiz olduğu kadar orada yaşayanların kaderini tamamıyla değiştirdiğinden de habersizdi. İkincisine daha çabuk uyandığını söyleyebiliriz çünkü mektuplarında, karşılaştığı yerlilerin son derece uysal olduğunu, bir avuç adamla yüzlercesini rahatlıkla yönetebileceğini yazar. Columbus’un başarısı, insanların gözünü yeni topraklara çevirmesini sağlar. İspanya, yeni seferleri ve toprakların İspanya adına ele geçirilmesini zaman kaybetmeden onaylar. Maceracılar, egzotik buldukları bir diyara, daha da egzotik buldukları yeni insanların arasına giderler. Onların misafirperverlikleri, uysallıkları ve hepsinden öte, kendilerine son derece ‘‘ilkel’’ gelen yaşam tarzları karşısında İspanyollar, toprakları yönetmelerinin kendilerinin hakkı olduğunu kabul etmekte zorlanmazlar. Onlara göre ‘‘bu Tanrısız, kralsız, ilkel ve yamyam yerlilerin’’ modern insanlar tarafından yönetilmesi onların iyiliğinedir. Yerliler, İspanyollar’ın karşılaştığı ötekilerden ilk gruba dahildir: Zengin kaynaklara sahip, gelişmemiş bir hedef.

aef38430a4a220dcc1ec085b8107c320

İspanyolların ötekiyle olan iletişimi (?) kendilerini onların efendisi olarak gördükleri ve ötekinin üzerinde tahakküm kurmaya haklarının olduğunu kabul eden bir biçimde gelişir. İlginçtir, yerlilerin mitolojileri de İspanyolların ‘‘efendiler’’ olarak görülmesini kolaylaştırır. Eski Meksika Tanrılarından Quetzalcoatl’ın doğudan geri döneceği inanışı, metal zırhları sayesinde mızraklardan zarar görmeyen İspanyol fatihlerinin bu tanrının elçileri olarak görülmesine neden olur. Yerliler, İspanyolların bütün isteklerini kabul ederler. Onların altın sevdasına anlam veremeseler de ziyaretçilerin Tanrılarının elçisi olabileceği düşüncesiyle taleplerini hiç geri çevirmezler. İspanyollar bu cömertlikten faydalanmaktan çekinmezler ve ötekilerin arasındaki ilişki iyiden iyiye değişir. Artık ziyaretçiler, ev sahipliğini talep etmeye başlar.

‘‘Herkes, dilini bilmediği kişinin barbarıdır.’’. İspanyolların ötekiyle ol(may)an iletişimi de bu cümlenin anlam alanına dahildir diyebiliriz. Amerika’yı keşfeden İspanyollar, sadece yeni bir kıta keşfetmezler. Aynı zamanda bu yeni kıtayı dönüştürürler. Yerliler, İspanyolların giderek artan altın talebini karşılamaları için zorlanır. Sistematik bir şiddet ve işkence görürler. Bu şiddet öyle bir boyuta varır ki yetişkin yerliler doğumu terk etmeye, dünyaya yeni bireyler getirmekten vazgeçmeye başlarlar. Kıta hızlıca dönüştürülürken yerliler sessizliğe ve gözyaşlarına terk edilir. Bartolomé de las Casas gibi insanlar yerlilerin gözyaşlarını eski kıtaya iletmeye çalışsa da öteki, hızlıca tanıdıklaştırılır.

Öteki, aşina olduğumuz bir kavram. Herkesin öteki olarak gördüğü bir kişi, kesim, topluluk vardır. En son ne zaman ötekinizle karşılaştığınızı, onunla aynı ortamda bulunduğunuzu hatırlamaya çalışın. Tepkilerinizi düşünün. Onlarla iletişim kurup kurmadığınızı sorun kendinize. Solaris’te ziyaretlerin sebebini anlayamayan bilim insanları, gezegenin yüzeyini bombardımana tutmayı ve bu şekilde intikam almayı ciddi ciddi düşünür. İspanyollar, kendi geleneklerine ters düşen geleneklere sahip yerlileri dinsiz, kralsız, yamyam olarak görür ve onları ehlileştirmeyi kendilerinin hakkı sayar. Öteki hep vardır. Var olduğu sürece ötekiyle iletişim sorunu da üzerinde düşünülmesi gereken bir sorun olarak kalacaktır. Lem’in labirentinden çıkmayı istiyorsak ötekinin sesini duymayı denemeli, onların adlarını onlardan duymalıyız.

Yazan: Aydın Furkan Kaynak

Author

Dünyanın en ihtiyacı olduğu anda ortaya çıkarak çeşitli konularda fikirlerini belirten yazarlar. Bir konuk yazar asla geç yazmaz, erken de yazmaz. Onlar, tam yazmaları gereken zamanda yazarlar.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.