Aslında mesele sadece yerel değil, dünyanın neresinde olursanız olun çocukluğunuz birilerine rant kapısı olmaya mahkum ediliyor. Söze sert başlamak biraz birikmişlikten ötürü, yoksa geçtiğimiz günlerde yeni versiyonu seyirci karşısına çıkarılan Hovarda klibi üzüntü verici olmasına rağmen çok da kötü bir iş değil. Ancak bazı sanatçılar kendilerine özgün ve kalıcı bir kimlik kazandıran eserlerini tekrardan ısıtıp sunduğunda insanın ister istemez içi sıkılıyor.
Şimdi Emel Müftüoğlu’nun “Hovarda” şarkısını burada tartışmaya değer kılan şey nedir? Sezen Aksu’nun beste ve söz yazarlığını yaptığı 1995 tarihli Hovarda, yerli klip tarihimizin ilginç bir özgünlüğe sahip günlerinin önemli eserlerindendi. İşe genel bakalım. Doksanların ilk yarısındaki klip dünyası ülkemizde o dönemin sinemacılarının sanat yönetmenliğini geliştirebildikleri yegane üretken alandı. Sertab Erener’in Aslolan Aşktır‘ı ya da Mavi Sakal’ın İki Yol kliplerini düşünelim. Her ne kadar bu klipler yurtdışından teknik ve ekip yardımıyla çekilmiş olsa da (misal İki Yol’un kamera arkasında Amerikalı yönetmen Charles Richards vardır) yarattıkları başat etkinin yerli klip sanatı üzerinde olduğunu söylememiz yanlış olmaz.
Doksanların kliplerinde güçlü bir atmosfer çabası hep kendini göstermiştir, hatta nitelikli yerli fantastik sinema açlığımızı bir tek bu klipler kapatmıştır diyebiliriz. Nezih Ünen’in Karnaval ve Çingene Yüreğim‘de grotesk ve karanlık şamataların içine düşeriz, Sibel Alaş’ın Adam‘ında canlanan heykeller ile aşk yaşarız. Hovarda klibi de bize dönemi için renkli, hatta karnavalesk bir coşkuyla sunulur. Klip hafif masalsı bir dünyadan çıktığı belli bir kenar mahalledeki sokak serserilerini ve onların kırmızı saçlı liderlerini (Emel) anlatmaktadır. Bir modern çağ Pinokyo’su (ve de Peter Pan’i) olduğu her halinden belli Emel’in büyüme ve cinsel kimliği ile ilgili verdiği karışık bir macerayı izleriz dört dakika boyunca. Klip meselenin cinsel kimlik kısmını olabildiğince karmaşık ama hissedilir yoğunlukta anlatmaya çalışmıştır, bu yüzden hikayeyi değilse de anlatılan konuyu bir şekilde yakalarız.
Abdullah Oğuz’un yönettiği Hovarda klibinin o yıllarda büyük ilgi topladığı,hatta MTV’nin düzenlediği ve çeşitli Avrupa ülkelerinin yarıştığı Euro Video Grand Prix organizasyonunda ödül aldığı da bolca dile gelen şeylerdendir. Emel Müftüoğlu aradan geçen yirmi senede yaptığı diğer işlere rağmen akıllarda hep Hovarda ile kalır.
Sonra günümüze geliriz ve Hovarda klibi 2015’in sonlarına doğru Beykoz’da yeniden çekilir.
İşin müzikal kısmına çok girmeyeceğim çünkü terminolojiye hakim değilim, ancak yeni Hovarda düzenlemesinin gereksiz ve patlayan ritimlerle katledildiğini daha ilk saniyelerden farkedebiliyoruz. Benim derdim olan klibin estetiğinde ise ilginç bir durum söz konusu. Deniz Akel’in yönettiği yeni klip belli ki orijinalinin gönülleri fetheden özelliklerinin farkındalığıyla tasarlanmış bir iş. İlk klipteki masalsı ve karnavalesk doku alınıp dozu daha da yükseltilmiş. Tabii doz yüksekliği her zaman iyi bir şey değil. Ortada hikayeden yana çok bir şey kalmamış, daha çok fantastik öğeler vasat bir yemeği bol baharatla süsleme görevi üstlenmiş.
Emel artık hikayenin odağı değil, yeni nesil sokak serserilerinin “ablası” gibi bir figür. Eski klipteki oyuncuların sırayla boy göstermesi ile klip şenleniyor, nostaljiden besleniliyor. Klibin güzel bulduğum kısmı ise ilk klipteki hikayelerin eski bir kitap aracılığıyla yeni nesile aktarılması, böylece geçmişin efsaneleri ile günümüz arasında bir bağ kurulması (ya da öyle bir imaja sığınılması). Şahsen bu sadakati ileriki paragraflarda eleştirecek de olsam bir yandan beğendiğimi söyleyebilirim, yeniden çekim kliplerin orijinallerini hiçe sayarak felakete sürüklendiğini de çok gördük (Teoman’ın ikinci Papatya klibi gibi de olabilirdi her şey).
Ancak yeni Hovarda pek çok hüzünlü eksik hatta hata barındırıyor. Mesela artık hikayemizde cinsiyet meselesini odağına alan bir Pinokyo masalı artık kalmamış durumda. Herşeyin kilit noktası olan gelinlik gene çalınıyor ve sonra parası ödeniyor ödenmesine ama bu sefer çok da bir anlam ifade etmiyor bu sahne. Çok naif düşünürsek ve biraz zorlarsak tüm bu ikinci klibi ilk Hovarda’da kimliğini bulmuş, macerasını tamamlamış Emel’in genç aşıklara bir armağanı olarak yorabiliriz ama o zaman müzikal olarak da hikayesindeki çatışma açısından da 1995’in gerisinde olan bu klibi niye seyredelim ki?
Bu işin en vahim kısmıydı, bir de abes noktalarımız var. Yeni klipte Tamer Karadağlı ve Ercan Saatçi’yi görmek zorunda mıydık? Haydi o kısmı bir şekilde anlıyoruz, neden klipte Ali Ağaoğlu’nun 34 AGA 16 plakalı arabasını görüyoruz? Yönetmen Deniz Akel Önce Vatan gazetesine yaptığı açıklamada Ali Ağaoğlu’na özel teşekkürlerini sunmakta. Peki ben çocukluğumun en saf ve temiz hislerini arada geri dönüp dinlediğim bu şarkısında Ağaoğlu ile kesişmek zorunda mıyım? Küçük bir şey gibi gözüken bu öğeler toplandıkça üzüntüyü uç bir noktaya taşıyor.
Aynı gazete haberinde verilen bir diğer bilgi de Hovarda’nın önümüzdeki yıllarda bir sinema filmine dönüştürüleceği yönünde. Belli ki bir güzelliğin suyu sonuna kadar çıkarılacak. Hollywood’un çocukluğumuzun çizgifilmlerini hatta bir hikaye dahi barındırmayan arcade oyunlarını sinemaya uyarlama adı altında sömürdüğü günlerde bizde de eski pop şarkılarının böyle bir çaba için kullanılmasına şaşırmak kolay değil. Yazının başına geliyorum ister istemez, çocukluğumuzdan rant sağlamak artık yeni moda, hatta yapımcılar için yeni zorunluluk olmuş durumda.
Uç bir benzetme yaparsam 2016 Hovarda klibini Terminator Genisys gibi düşünün. Muhtemelen aynı filmi seyrederken yaşadığınız gibi (orijinalini seyredeli çok zaman geçmiş ise) büyük keyif alacaksınız, ancak film bittiğinde aklınızda kalan, sizde etki bırakan her şeyin ilk eserdeki kritik anların kopyaları olduğunu idrak edeceksiniz. O vakit de yıllar geçip tekrar dönüş yapmak istediğinizde uğrayacağınız durak yeni versiyon değil, o işin ilk ve en iyi yapıldığı yer olan orijinali olacak.
Not: Bu klipten haberdar olmamı ve işin cinsiyet meselesine odaklanmamı sağlayan Madır Öktiş‘e teşekkürlerimi sunarım.