On bir sene, yirmi iki film, onlarca kahraman, üç koca saat ve tek bir sinematik evren. Hanımlar ve beyler, geekler, dikkat kesilin! Herkesin en çok beklediği filmler arasındaki yerinden hiçbir zaman şüphe ettirmeyen Avengers: Endgame, artık sinemalarda!
Filmi izlememiş kimselerin bu yazıyı tam olarak burada terk etmesini ve izleyene kadar da geri dönmemesini rica edeceğim. Spoilersız olarak yazdığım yazıyı okumayı daha çok tercih edeceksinizdir diye düşünüyorum. Öte yandan izlemiş olanlar veya spoiler almaya razı gelenlerle biz buradan sonrasına bir atlayış yapacağız. Uyarmadı demeyin diye son uyarımı yapıyorum: KİLOLARCA SPOILER OLACAK BU YAZIDA.
Filme gitmeden önce, filmi izlerken, filmden çıktıktan hemen sonra ve üzerinden bir gün geçmiş düşüncelerim şeklindeki dört farklı uyum sürecinden geçtiğimi itiraf etmek isterim. Beklentiler, korkular, endişeler, mutluluklar, üzüntüler ve kabullenememeler derken cidden mental anlamda fazlaca yıprandığımı fark ettim. Endgame‘in her bir yaşattığı pozitif ve negatif duygu, yaptığı yüklemeler ve düşündürdükleri ile böyle bir film olduğunu söylemezsem çok hafife almış olurum.
Öncelikle şu konuda bir anlaşalım: Bu bir “Thanos’u yenme” filminden çok, “ustalara saygı duruşu” tadındaki bir filmdi. MCU’nun ilk adımlarını attıran ana kahramanlarımıza karşı saygı ve sevgimizin sembolü, devir teslim törenlerinin ise en büyüğüydü. Şimdiye kadar sıkı Marvel hayranları olarak beklediğimiz ya da beklemediğimiz her şey için son bir veda konuşmasıydı. Endgame, ciddi anlamda on bir senelik emeğin, koskoca bir oyunun sonuydu.
Bir Marvel hayranı olarak film, benim için unutulmazdı. Hatalarıyla ve başardığı her şeyle gönlümün bir köşesine ağır ağır işlemiş bir yapım oldu. Yeri geldi güldüm, yeri geldi ağladım; kimi zaman da yapılan her bir referansa aşırı coşup kendimi kaybettim. Ama bazı noktalarda da mantık hataları veya senaryo boşlukları gibi sebeplere sinirim bozulmadı değil. Çünkü hak ettiğim ve hak etmediğim her şeyi olumlu anlamda tattığım kadar koskoca bir dönemin bu şekilde son bulmasındaki ufak tefek pürüzler elbette ki canımı sıktı.
Endgame‘i Infinity War ile kıyaslayıp nispeten daha az pesimist havasından ötürü mod düşüklüğü yaşamış herkeslere çok özür dileyerek bir şey demek istiyorum: Haksızsınız. Neden mi? Çünkü bu, yukarıda da dediğim gibi bir savaş ve yen filmi değildi. Aksine, MCU’nun altın üçlüsüne özel yapılan bir saygı duruşuydu. Bu sinematik evreni başlatan Iron Man’e özel bir sona erişti. İlk Avenger olarak tanıdığımız Captain America’nın devir teslim töreniydi. Her şeyini kaybetmiş ama hala da layık olan Thor’un yaşadığı binlerce yıl içinde ilk defa kendini boşlukta hissetmesinin başlangıcıydı. Tek başına değil, on bir senelik bir emeğin karşılığı olarak değerlendirilmesi gereken bir filmdi. Üç saatin hiçbir anlamda yeterli gelmediği, upuzun bir duygu seliydi.
Tony Stark’ı 3000’den Çok Seviyoruz
MCU’nun, üzerine inşa edildiği konusunda kimsenin karşı çıkmayacağını düşündüğüm Iron Man ile başlayalım. Robert Downey Jr. sayesinde birçok insanın çizgi romanlardaki Tony Stark’tan çok daha fazla sevdiği bir kahraman olarak kalplerimizde yer eden Iron Man, bu filmin ve evrenin her şeyiydi. En taş yüreklimizin bile, Sonsuzluk Taşları’nı kullandıktan sonra hakkın rahmetine kavuşan Tony için ufacık da olsa bir kalp kırıklığı yaşadığından eminim. Ha, benim gibi fazla duygusal anlamda bağlı bir hayran için bu, tam anlamıyla yıkıldığım anlardan biriydi.
“Ben Iron Man’im.” sözleriyle başlayan ve yine aynı sözlerle biten koca bir külliyatın ana kahramanıydı. Peter Parker’la olan ilişkisi yüzünden bir önceki filmde kalpleri paramparça etmiş, ta Loki’nin dünyayı Chitauri’lerle birlikte leş gibi bir parti ortamına çevirdiği dönemlerden bu yana savunduğu ve söylediği her şeyle haklılığını dibine kadar ispatlamıştı. Çünkü dünyanın başına nelerin geleceğini biliyordu, Doctor Strange kadar olmasa da sonlarının üç aşağı beş yukarı neyden ötürü olacağını tahmin edebiliyordu. Bunun için akıl sağlığı da dahil olmak üzere birçok şeyini kaybetti ama asla ve asla davasından vazgeçmedi. Ne olursa olsun her bir adımını iyice düşündükten sonra attığını ispatladı her seferinde. Tony Stark, hak etmediğimiz ama ihtiyacımız olan kahramandı ve Endgame ile onun bile bir kalbi olduğunu kanıtladılar bize. Tony, seni 3000’den daha fazla seviyoruz.
Biliyorum, hayranlar olarak kalbimiz kırık, hem de çok. Tony’nin bu şekilde veda edeceğini muhtemelen çoğumuz tahmin etmemiştik. Böylesine duygusal bir şekilde son nefesini vermesi, beklemediğimiz kadar çok yaralayan bir şey oldu hepimize. Döktüğüm göz yaşlarının veya sıkışan kalbimin yıkıklığını, sanıyorum ki, tek bir olay daha yaşansa önünü pek alamayacaktık: Eğer tam ölmek üzere olduğu sırada karşısında “Başardık Bay Stark” diye ağlayan Peter’a “Kendimi hiç iyi hissetmiyorum Peter.” demiş olsaydı Tony, işte emin olun o an kelimenin tam anlamıyla bir krize girebilirdim. Güzel bir şekilde hatırlamak istediğim Iron Man’in gidişini asla kabullenemeyebilir ve oturup çocuk gibi inkar edebilirdim. Yalan yok, gerçekten de filmin o noktasına kadar olmasını beklemediğim ama olursa da hoşuma gideceğinden emin olduğum birçok şey gerçekleştiği için böylesine vurucu bir sahne daha bekledim. Ama biliyor musunuz, iyi ki de bu beklediğimi filmde vermemişler. İyi ki…
Evet, aslında Iron Man, Captain America ve Thor’un bir şekilde MCU’da artık kendi kimlikleriyle olmayacağını zaten biliyorduk. Bu anın geleceğinden adımız gibi emindik ve her bir fragmanla da bunu destekleyen kanıtlarımız olmuştu. Ama öleceğini bile bile bu gerçeği reddeden insanlığın yaptığı gibi, filmin sonuna kadar bunu unutmayı tercih ettik. Ya da en azından daha az kalp kırıcı bir şekilde, sadece devir teslim törenlerini gerçekleştireceklerini düşündük. Ama öyle olmadı, olamadı işte.
Amerika’nın Poposu, Tüm Hypeları Sırtlandı
Gelelim Endgame‘i muhtemelen en büyük hype ve referans bombardımanı haline dönüştüren ustaya: Captain America. Yalan söylemeyeceğim, filmde en çok coştuğum sahneler bizzat onun var olduğu kısımlardı ve yine çok güldüğüm yerler de yine ona aitti. “İşte Amerika’nın poposu.” esprisini, yalnızca biz hayranlar arasındaki bir goygoy sanıyordum ki… BUM! Anlaşılan o ki, Russo Biraderler de Chris Evans’ın poposu konusunda bizden farklı düşünmüyorlarmış.
Peki, Captain America: Winter Soldier filminden hepimizin favori sahneleri arasına girmeyi başarmış o meşhur “asansör dövüşüne” yapılan flashbacke ne demeli? “Hail Hydra.” repliğinden sonra her bir geekin heyecan, mutluluk ve coşku gibi birçok duyguyu aynı anda hissettiğinden ve “Çıvdıvıyovum!!” moduna girdiğinden neredeyse eminim. Çünkü biz salonda öyle hissettik, her türlü hayranlık hislerimiz okşandı, hiç utanmıyoruz da bundan.
Eh bir de filmin son yarısının en ama en büyük gazı olan büyük savaş sahnesinde Cap’in Mjöllnir’i taşıyarak gerçekten layık olduğunu kanıtlaması ve nihayet “Avengers, assemble!” repliğini patlatması konusunda sizi tekrardan bir hype dalgasına sokmak istiyorum. Asla olmayacakmış ve bir hayalden ibaretmiş gibi gelen bu iki meseleyi de o son savaşta tadabilmiş olmaktan ötürü kalbimin kilometrelerce hızla atmaya başladığını söylemezsem çok ayıp etmiş olurum. Film boyunca “Ulan işte MCU boyunca harcadıkları tüm emeğin ve gösterdiğim sabrımın karşılığını aldım sonunda be!” dediğim yegane olaylardandı bu kısımlar. Sanki tüm hayatım boyunca Captain America’nın Mjöllnir’i taşımasını ve tüm Avengers ekibine toplanın gari komutu vermesini bekliyormuş gibi bir Nirvana durumu yaşadım. Üstelik Doctor Strange ile Wong’un zibilyon tane portal açıp oraya herkesi topladığı an oluşan tüy dikelmesi ve heyecandan “Mutlu, bana bir şeyler oluyor Mutluuu!” titremesini saymıyorum bile. Abartıysa da abartı, yıllar geçse de asla unutmayacağım anlardı bunlar benim için.
Öte yandan değinmek istediğim bir başka nokta ise -bu yine yapılan referans bombardımanlarından biri olarak her geeki sevindirmiştir mutlaka- filmin sonunda Sonsuzluk Taşları’nı, uzay-zaman birlikteliğinde sıkıntı çıkmasın diye tekrardan tek tek ait oldukları dönemlere iade edip günümüze geri dönen Steve Rogers. Şöyle bir durum var ki, bu kısım sadece Captain America titrini Sam’e devreden Steve’den ibaret değildi. Evet, ortada bir devir teslim töreni ve duygusal dakikalar vardı, kabul. Ancak çok daha fazlasına da sahipti, yani “Old Man Steve Rogers” hikayesine.
Çizgi roman geeklerinin hemen aklına gelmiş olabileceğini düşünsem de haberdar olmayanlar için ufacık bir bilgilendirme geçmek isterim. Old Man Steve Rogers, Marvel’ın “Eğer Steve Rogers’ın vücuduna zerk edilen süper asker serumu etkisini yitirseydi ne olurdu?” temasını işleyen şahane işlerden biri. “Onlarca yıl yaşlanmamasının ve hala 20’li yaşlarındaki gibi enerjik kalabilmesinin yegane sebeplerinden olan süper asker serumu etkisini yitirse ve Steve Rogers yaşadığı yıl kadar yaşlanmış olsa mı acaba?” diye düşünen Marvel, vakti zamanında böyle bir alternatif hikayeyi işlemişti. Old Man Steve Rogers da zaten, bu işlerden elini ayağını çekmek zorunda kaldığı için titrini devreden Steve’e ithafen olduğu için, Endgame‘de de böyle bir devir teslim töreni planlamalarından ötürü fazlasıyla mutlu ve gururluyum.
“Gelecek Filmleri Biliyoruz” Diyenlere
Filmin hiç ama hiç beklenmeyen olayı Black Widow’un ölümüne gelirsek… İtiraf edeyim, Tony’nin öyle ya da böyle ölme ihtimali olduğunu bildiğim halde Natasha’nın ruh taşı uğruna yitip gitmesini hiç beklemiyordum. Clint ile “Hayır ben öleceğim, sen ölemezsin!” kavgasına tutuştukları sırada başka bir çözüm bulacaklarını falan çok bekledim, tabii bu ihtimal tembel yazarlık olarak karşılanabilecek türden bir ketelik olacaktı muhtemelen ama… Hani Infinity War sonrası “Her karakterin geri geldiğini biliyoruz, ölümlerin hiçbiri anlamlı değil, gelecek senelerde çıkacak filmleri var.” muhabbetleri vardı ya, heh; işte tam da o lafların kolunu tutup bükmek için planlanmış bir şey olduğunu düşünüyorum Black Widow’un ölümünün. Çünkü Scarlet Johansson’ın başrolde olacağı bir Black Widow solo filminin geliyor olduğundan hepimiz haberdarız ve Tony-Steve-Thor üçlüsüne göre ölüp ölmeyeceği konusunda çok da beklentiye girilmeyen türden bir karakter kendisi. Ama gelin görün ki, asla geri dönüşü olmayan bu ölümü, ruh taşı uğruna tatmak zorunda kaldı Avengers ana kadrosu ve damarlarından biri kopmuş hissini yaşadılar.
Ha, ama bana soracak olursanız Marvel’ın bu tip olayları tersine çevirmek için elinde çok ama çok şansı var. Hazır Captain Marvel’ı ve hikayelerini de MCU’ya sokmuşken, Natasha’nın yerine geçmiş bir Skrull’ın o kayalıklardan aşağıya düştüğünü hemencecik yazabilirler (ki Skrull’lar, büründükleri kişinin kimliğini çoğu zaman öyle benimsiyorlar ki, bir çakma versiyon olduklarından haberdar olmayabiliyorlar çizgi romanlar dahilinde). Veya Captain America her bir Sonsuzluk Taşı’nı kendi dönemine geri götürdüğü için artık taşın elde edilmesiyle ilgili bir sıkıntı olmadığından “Natasha’yı otomatik olarak kurtardık” kafasına girebilirler. Malum, taş somut olarak ortaya çıkana kadar o ölüm gerekliydi. Ama şimdi taş geri döndüyse, o ruhun da sonsuza dek ölü kalmasına gerek yoktur diye düşünüyorum.
Yukarıdakiler dışında ayriyeten her bir Avengers üyesinin titrini devretmesi gibi bir ihtimal de eklenebilir bunların arasına. Tony’nin kızına kalacağı düşünülen Iron Man, Sam’e kalan Captain America, Valkyrie’nin kaptığı Asgard’ın hükümdarlığı, Clint’in küçük kızını çekirdekten yetiştirerek olmasını istediği yeni Hawkeye ve Disney+ dizisi geldiği için yeşil devliği bırakacağını düşündüğümüz Hulk gibi birçok unvan var ortada. E peki tüm ana kadro Avengers üyeleri bir şekilde ayrılıyorken Black Widow tek başına kalsın, değil mi? İşte son ihtimal de burada canlanıyor ve solo Black Widow filmi ile belki de flashbacklerle izleyeceğimiz Natasha Romanoff’un hayat hikayesinin sonunda yeni Black Widow unvanını alacak kişiyle tanışabiliriz düşüncesi beliriyor akıllarda. Ama tabii bu, sadece bir tahmin.
Bizim Camiada Hataya, Hata Derler Ahbap
Endgame‘in, bir hayran olan herkesi ne kadar tatmin ettiğini ve ve herkese ne kadar unutulmaz anlar yaşattığı konusunda hemfikirsek gelelim asıl meselemize.
“Bir anne çocukları arasında seçim yapamaz!” mottosuyla her bir MCU filmini çocuğummuş gibi benimsediğim bu sevgi dolu mentalitemin, artık evladına ufak bir öğüt verici konuşma yapma vaktinin gelmiş olduğunu fark ettim. Zira bilirsiniz, meşhur bir laf vardır: “Bizim köyde şeye, şey derler.”
Endgame‘in, birçoğumuz tarafından en çok eleştirilen noktalarını tek tek sıralayayım sizlere: Sahneler arası kopukluk, koca üç saate rağmen asla yeterli değilmiş hissiyatı, zaman yolculuğu ve kuantum fiziği hakkında bıraktıkları soru işaretleri ve bazı karakterlerin neden filmde olduğuna dair ufak tefek can sıkıntıları. Hazırsanız başlıyorum.
MCU’nun en uzun filmi olma şanını sırtlanmış olsa da Avengers: Endgame ne yazık ki bana yeterli gelmedi. Anlatacak o kadar çok şey ve detay olduğu için mi yoksa benim bu filme doyamayışımdan mı hiç emin değilim ama yetmedi işte. Öyle ki, Tony’nin bir gecede çözmüş gibi gözüktüğü kuantum zımbırtıları sahnelerinden tutun, aynı anda başka yerlerde neler oluyor tarzındaki sekanslara geçişlere kadar bir tuhaf acelecilik vardı doğrusunu isterseniz. Devamlı olarak bir şeyleri atlıyormuşuz ve arkamızdan cidden Thanos kovalıyormuş gibi koşturmamıza bir yerde sonra yetişememiş hissine kapıldım. Hatta spoilersız yazımda da bahsettiğim “en dolu Marvel filmi” olayı tam da burayı kapsıyor aslında. O kadar çok gönderme, espri, yan hikaye, karakter detayı ve olay vardı ki, hepsine hakim olan bir geek beyni bile spesifik bir noktada beyaz bayrağı çekip kendini gidişata bırakmak zorunda kalıyor. Ondan sonra da gelsin soru işaretleri, ikinci kez izleyip bu işaretleri giderme arzuları…
Zaman yolculuğu ve kuantum fiziği, gerçekten de en çok dikkat edilmesi gereken hususlardan biriydi. Gerçi ark reaktörünü yapmak için teknolojisini kullandığı Iron Man filmlerinde “mabadından element uydurma” özel gücünü kullanan Tony’den alışık olduğumuz için bu türden hızlı ve inanması güç süper teknolojik şeylere aşina olmamız lazım. Ama öyle olmuyor işte. Mükemmel bir yapay zekanın yardımı sonucu gelinse de bu noktaya, insan ister istemez oluşan boşluklar sebebiyle bir şaşırıyor. Misal, fark edeniniz oldu mu emin değilim ama günümüz Nebula’sı, geçmiş zaman Nebula’sını öldürdükten sonra hala yaşamaya devam ediyordu. Belki bunun çok bilimsel bir açıklaması vardır veya filmde detay olarak göstermişlerdir, bilemiyorum; ama tek seferde izlemiş bir eleştirmen gözüyle baktığımda bunun cevabını alamamış olmak beni üzdü. Üstelik onlarca zaman yolculuğunu konu edinen bilim kurgu filmlerini yalayıp yutmuş bir camia olarak birçoğumuzun kafasında bu tip birkaç garip noktanın yer ettiğinden eminim.
Gerçi ilk yarıda espri olarak da söyledikleri “O izlediğin tüm zaman yolculuğu filmleri olayları safsata, aslında öyle olmuyor bu işler.” repliği, sanıyorum ki bu hususta Marvel’ın ve Russo Biraderler’in üç saatten daha fazlasını veremedikleri için tatmin olalım diye ekledikleri ufak bir detay. Çünkü, eğer tüm uzay-zaman paradoksu problemlerini bu repliğe bağlayıp “Ha, demek ki Marvel’ın uçan kaçan kahramanlar, tanrılar ve titanların dövüştüğü, süper insanların cenk ettiği bu evreninde kural böyleymiş.” tarzında bir açıklamayla geçiştiriyorlarsa, bir tık üzüleceğim.
Eh bir de nihayetinde konuşmamız gereken diğer kahramanlar meselesi var. Evet, bu film bir “ana kadro Avengers’a saygı duruşu” niteliğindeydi, tekrar dile getiriyorum. Ancak gel gelelim bu mesele, diğer karakterlere ayrılan sürenin yetersizliği veya bizim Infinity War‘dan alıştığımız o yoğun birleşme hissinin birazcık daha az hissedilmesi sebebiyle sanıyorum ki bazı “Ee, büyük savaş dışında niye yoktu?” gibisinden sorulara hayat verdi.
Mesela herkesin Captain Marvel solo filminden sonra, Endgame‘e Carol Danvers’ın bir tanrı misali gelip çat çut her şeye son vermesini beklediğini biliyorduk zaten. Çünkü MCU’da şu ana kadar gördüğümüz en güçlü kahramanlardan biri olduğu için bu kaçınılmaz bir ihtimaldi biz hayranlar için. Keza buna yakın şeyler oldu zaten ve Captain Marvel, gerçekten tam anlamıyla bir “ilahi müdahele” denilen teknikle tepeden inerek hep en çok ihtiyaç duyulan anda bizimkilere yardıma koştu. Ama üç saatlik film boyunca diğer kahramanların başaramayıp da yalnızca onun başardığı tek şeyin, Tony ve Nebula’yı uzaydan kurtarması olduğunu düşünüyor ve geri kalanında göstermelik olarak yer aldığını savunuyorum. Zaten problem de bu, neredeyse diğer tüm karakterler orada hep beraber savaşıyor falan, tamam; ama spesifik olarak önemlerini vurgulayan noktalardan yoksunlar. Ha Doctor Strange ve Wong tutup da zibilyon tane portal açtığı sırada Wakanda ordusu, Valkürler falan derken oluşan göğüs kabartıcı sahne, tam da ihtiyacımız olan kanı bulduğumuzu gösteriyordu. Ama bunlar haricinde filmin ilk yarısındaki kahramanlar dışında büyük rol oynayan ve Infinity War’daki gibi her gördüğümüzde en mühim noktalara parmak basan karakter sayısı azdı maalesef. Ha, tabii bunu üç saatlik filmde daha ne kadar detaylandırabilirlerdi gibi bir problem de çıkıyor ortaya, siz de haklısınız. Bu sadece benim kabul ettiğim ve sevdiğim ama geliştirilebilir gördüğüm bir noktaydı.
After Credits Sahnesi Yok Ama…
İnatçı bir Marvel hayranı olarak herkesin sonuna kadar o salondan ayrılmadığına adım gibi eminim. Bunun için de sizlerle gurur duyuyorum. Ancak Endgame’de gerçekten de bir after credits sahnesi yoktu arkadaşlar. Onca yıldır alıştığımız geleneği ilk defa bozmak zorunda kalmamızdan ötürü tuhaf bir hissiyat içerisinde olduğumu belirtmek isterim. Ancak benim gibi gerçekten de “son saniyesine kadar” kalıp görevlilerin ışığı açacağı ana kadar beklediyseniz, muhtemelen o ufak metale vurma sesini de işitmişsinizdir.
Bu ses hakkında “Ay yoksa Dr. Doom mu?” diye atıp tutan çok görsem de tam tersine bir şey öne sürmek istiyorum. Duyduğumuz metale vurma sesi, Iron Man filminde Tony’nin ilk zırhını inşa ederkenki sesini andırmıyor mu sizce de? Marvel Sinematik Evreni’ni başlatan Iron Man’e, koca bir devrin kapandığını anlatmak için yapılan bu saygıdeğer gönderme, bana kalırsa fazlasıyla duygulu ve iyiydi.
Oyunun Sonunda
Şu ana kadar bahsettiğim her şeyi toparlayayım: Endgame, bir geek ve Marvel hayranı olduğum için beni sonsuzluk ötesinde tatmin etmiş bir filmdi, ancak sahip olduğu üç beş pürüz noktasıyla da 11 senelik ve 22 filmlik emeğin sonucunun çok ama çok daha iyi olması gerektiğine karşı olan inancımı birazcık kırdı. (Ama birazcık) Eğer bir eleştirmen gözüyle bakmayacak ve kendinizi akışına bırakacaksanız, muhtemelen bu film hepinizi aşırı tatmin edecektir. Ancak iş gereği eleştirmemiz gerektiğinde karşılaştığımız ufak aksaklıkları da görevimiz gereği anlatmak ve “evladımızın” iyiliği için zikretmek zorundaydık.
Ne olursa olsun, böyle bir film izlemiş olmaktan dolayı mutluyum. Teşekkürler Marvel.