Yeni bir live action filmi uyarlaması yapılacak olsa, aklınıza ilk gelen film hangisi olurdu? Herhangi bir animasyon, çizgi roman, anime veya kitap olabilir; uyarlama birebir veya tamamen farklı bir hikaye de olabilir; hiçbir sınırlama yok. Bana bu soru sorulduğunda cevabım çoktan hazırdı, zira her yeni live action film haberiyle bu soruyu kendime tekrar tekrar soruyorum. Eminim ki bu sorunun herkese göre farklı bir cevabı vardır. Cevabı olmayanlar veya kararsız kalanlar içinse, kendi cevabıma nasıl ulaştığımı anlatmak isterim.
Bu yazıda tek bir hikayeden uyarlanan üç filmden bahsedeceğim: Rudyard Kipling’in aynı isimli kitabından uyarlanan, 1967 yılında uzun metraj animasyon film olarak karşımıza çıkan Disney yapımı The Jungle Book, 2016 yılında çıkan ve Jon Favreau tarafından yönetilen yine aynı isme sahip remake film ve son olarak Andy Serkis tarafından yönetilen 2018’de Netflix’te yayınlanmaya başlayan Mowgli: The Legend of the Jungle. Aynı kitaptan uyarlanan bu üç film, nasıl bir live action yapmak istediğinize karar vermeniz için adeta birer kılavuz niteliğinde.
Önemli Olan Hangisi: Hikaye Mi Olaylar Mı?
The Jungle Book, daha bebekken ailesini kaybetmiş ve ormanda kurtlar tarafından yetiştirilen Mowgli’yi anlatıyor. Üç filmde geçen olaylar ve temel iskelet benzer olsalar da, her bir olayın ele alınışı filmleri ayırıyor. 1967 yılında Disney tarafından uyarlanan animasyon filminin akışı, olayların peş peşe sıralanmasından ibaret; giriş, gelişme ve sonuç olabildiğince sade bir biçimde anlatılmış. Klasik Disney animasyonlarında görmeye alışık olduğumuz masumiyet hissi, bu basit hikaye anlatımıyla hikayeyi çocuklara uygun bir aile filmine dönüştürmüş. Gerçekleşen olayların komedi ve müzikal yanı ağır basıyor, bu sebeple de ritmi kaybetmemek adına olay üstüne olay gerçekleşirken ana hikaye arka fonda kayboluyor. Düşünün, filmin hikayesini sorsam olaylardan bahsetmeden bana söyleyebilir miydiniz? “Bir çocuğun kurtlar tarafından…” diye başlayan cümleler sayılmaz, bu da bir olay. Bu filmin hikayesi en fazla bir çocuğun ait olmadığı bir yerden, ait olması gereken yere gitmesi olarak özetlenebilir; ki bu da ana hikayeden ziyade olayların özetlenişi. Eğer olaylar olmadan hikaye anlatılamıyorsa filmin hikayesi hiç oluşmamış demektir.
2016 yılında yeniden çekilen, Jon Favreau’nun yönetmenliğini üstlendiği The Jungle Book, 1967 yılında yapılan filmin olabilecek en iyi kopyası. Öyle ki, The Jungle Book adıyla bir filmin bir daha çekilmesine gerek bile yok. İlk filmde yoksunluğu hissedilen karakter gelişimleri ve mazileri, bu filmde tam on ikiden vurulmuş. Üstelik film gerçekten harika gözüküyor -ki buraya birazdan değineceğim. Filmin en büyük sorunu ise, özgünlük. Yine “Bear Necessities” ve “I Wanna Be Like You” şarkılarıyla dans ediyoruz; hani, müzikale yeni bir şarkı bile eklenmez mi? Özellikle 1967 yılında çıkan filmi bu filmin öncesinde yakın zamanda izlemiş kişiler fark edecektirler ki, ilk filmde “Bu neden böyle?” diye sorduğunuz soruları cevaplamak dışında iki film arasında hiçbir fark yok. Filmin senaristi Justin Marks’ın, karakterlerin hikayelerini bir adım öteye getirmesindeki amaç, ilk filmde mantık hatalarını ve yeterince işlenmemiş temalara açıklama ihtiyacından başka bir şey değil.
Bu durumdan şikayetçi olduğumu sakın düşünmeyin. Bilakis, eklenen karakter hikayeleri, filmde geçen temayı ve gerçekleşen olayların sebeplerini anlamak adına oldukça önemliler. İlk filmin yüzeyselliği düşünüldüğünde bu filmin değeri daha da anlaşılıyor üstelik. Filme yapılan eklemeler sayesinde ilk filmde bulamadığımız hikayeyi burada buluyoruz: The Jungle Book’un hikayesi, iki dünya arasında kalan bir çocuğun, farklılıklarını güce çevirerek kendini keşfetmesi. Bu açıdan bakılınca, 2016 yapımı Jungle Book iyi ki de yapılmış, ancak keşke 1967 yapımı Jungle Book’a da bu kadar özenilseydi.
Son olarak gelelim Mowgli: The Legend of the Jungle filmine. Andy Serkis’in tutku projesi olan, Callie Kloves’un senaristliğini üstlendiği ve yapılması beş sene süren Mowgli, aynı hikayeyi izlemekte sıkılanlar için birebir. İlk başta Warner Bros’un üstlendiği filmin “hikayeyi daha önce hiç görülmediği bir biçimde seyirciyle buluşturma” vizyonu, her ne kadar eleştiriler aksini söylese de, daha önce işlenen bir hikayeyi yeniden uyarlayacak tüm stüdyoların izlemesi ve ders alması gereken bir karar. Kim bilir, The Jungle Book filmini ilk WB yapsaydı belki Disney’in yolundan gidebilirdi. İyi ki de böyle olmamış ve ayakları yere basan bir film ortaya çıkmış.
Filmin hikayesi, kitaba sadık kalınarak gaddar bir gerçeklik çerçevesinde sunuluyor. Müzik ve masumiyetten eser yok. Ailesi bir kaplan tarafından öldürülen ve kurtlar tarafından kurt olarak yetiştirilen bir çocuğun hikayesi, acı bir gerçeklikle anlatılıyor. Filmde hikaye ve karakterler ön planda; film bu iki temel üzerine oturtulmuş. Daha da önemlisi bu temel ögelere katkıda bulunmayan şeylerin bu filmde işi yok. İlk iki filmde gördüğümüz kaynak kitapta yer almayan dev maymun Louie ve Mowgli’nin bir anda arkadaşı olan yavru filin bu filmde yeri yok mesela. Açıkçası bu yeni bakış açısına göre çok da özlenmiyorlar. İzlediğimiz her olay, hikayeyi arka plana itmek yerine hikayeyi güçlendiriyor. Mowgli’nin insan kasabasında geçirdiği her an, eski hayatıyla kontrast içerisinde. Bu da ilk iki filmin hiç yeltenmediği bir biçimde Mowgli’nin yarı kurttan yarı insana dönüşmesinde büyük bir rol üstleniyor. Gelen eleştirilerin aksine Mowgli: The Legend of the Jungle, anlatmak istediği hikayeden çok emin ve bana göre daha da önemlisi var olmak için kendinden önceki filmlere güvenmeyen bir film.
The Jungle Book (2016) ve Mowgli: The Legend of The Jungle’dan da görebileceğimiz üzere bir bir hikaye yeniden anlatılmak istenildiğinde iki farklı yöntem sıkça karşımıza çıkıyor: Ya ufak tefek düzeltmeler haricinde işe yarayan hikayeden vazgeçilmiyor ya da hikayeye yeni baştan başlanıyor. Halihazırda var olan bir hikaye yeniden anlatılıyorsa, en azından başka bir bakış açısıyla görmek isterim şahsen. Siz bir live action remake yaparsanız nasıl bir bakış açısı edinmek istersiniz onu seçin, sonra gelin işe bir de teknoloji açısından bakalım.