Yazan: Mahmut V. Sarı

Film noir’ın yetmişlerde kabuk değiştirmesinden sonra doksanlı yıllarda yeni formatlarda farklı filmler izleyici karşısına çıkmıştı. Bu türe ait oldukça başarılı filmler izlediğimiz doksanları kapatıp milenyuma girerken yeni bir neo noir örneği düştü piyasaya: Bu, Following isimli mütevazı ama başarılı bir ilk film çekmiş genç bir yönetmenin ikinci çalışmasıydı. Christopher Nolan isimli bu genç oldukça havalı bir edayla ortamlara girip masaya yumruğunu vurmuştu. Onu Dark Knight üçlemesine götüren yolu açıp, son 20 yıla damgasını vuran bir yönetmen olmasını sağlayan çok başarılı bir kara film örneğidir Memento.

Leonard Shelby’nin karısı John G. isimli biri tarafından tecavüze uğrayıp öldürülmüştür. Leonard’da bu saldırı esnasında başından darbe alıp beyninde kalıcı hasar oluşmuştur. Artık kısa süreli hafıza kaybı yaşamaktadır. Yani 15-20 dakikada bir beyni sıfırlanıyor, olayları ve kişileri unutuyordur. Kahramanımız bu soruna kalıcı çözüm üretmeye çalışarak sürekli notlar alır, polaroid fotoğraflar çekip görüştüğü isimleri kaydeder. Yapması gereken olayları ise vücuduna dövme olarak kazıtır.

memento

Leonard, karısını öldüren ve kendisinin hayatını mahveden John G.’yi bulmak için kullanacağı strateji vücudundaki bu dövmelerde gizlidir. Klasik bir kara film konusu olan “karını öldüren adamı bulup öldürme” mevzusu bu filmin ana hikayesini oluşturuyor. Fakat hikayenin içeriği ve anlatım şekli ortaya çok özgün bir iş çıkartıyor. En başta, klasik senaryolardaki kahramanın önüne engeller çıkartın düsturu burada farklı işliyor. Kahramanın karşısına çıkması gereken engel yine aslında kahramanın kendisi. Leonard’ın yaşadığı hafıza sorunu o kadar problemli ki her an tehlikeli bir duruma düşebiliyor. Kendisine silahla saldıran adamın kaldığı otel odasına gidip sonra oraya niye geldiğini unutup adamın yeniden saldırısına uğrayabiliyor. Etrafındaki herkes de onun bu zaafının farkında; onu çok rahat manipüle edip kazık atabiliyor. En basitinden kaldığı otelin sahibi bile nasıl olsa hatırlamıyor deyip ona birkaç farklı oda kiralayabiliyor. Leonard tüm bu yaşadığı sıkıntılara karşın amacından zerre şaşmadan sistemli bir şekilde eşinin katilini aramaya devam ediyor.

Memento’yu asıl önemli yapan unsur ise filmin üslubunu oluşturan dahiyane kurgusu. Bazı sinema sitelerinde sıklıkla rastlanan “en az iki defa izlenmesi gereken filmler” listesinin tartışmasız gediklilerinden birisi bu filmdir. Gerçekten ilk izlenmede hikayenin ne anlattığını tam olarak kavrasanız bile ayrıntıları yakalayıp alt metnini anlamak cidden zordur. Nolan’ın daha sonra alamet-i farikası olacak hikayeyi, lineer olmayan şekilde anlatma olayı bu filmde de geçerli. Hatta en iyi uyguladığı film budur bile diyebiliriz. Çünkü kurgu tamamen karakterle izleyiciyi özdeşleştirip hikayenin etkisini çok güçlü hale getiriyor.

=ê™e

Filmin hikayesi iki farklı yönde ilerliyor. Bir tanesi en başta gösterilen fotoğrafın netlik kazanmasıyla başlayan sahne ile geriye doğru giderken, diğeri de Leonard’ın uyandığı otel odasında gizemli birisiyle yaptığı telefon görüşmesiyle başlayıp doğrusal bir şekilde ilerleyen bölüm. Kurgu bir geriye doğru giden sahne, bir de lineer şekilde giden sahnelerin arka arkaya gelmesiyle oluşmuş. Tabii bir de bunların yanında, oteldeki telefon konuşmalarının konusu olan ve başka bir hafıza sıkıntısı yaşayan Sammy Jenkins sahneleri de hikayenin diğer bir bölümü. Aynı süreçte Leonard’ın hatırladığı son şey olan karısının saldırıya uğradığı an ve onunla alakalı hatırladığı görüntüler de flashback olarak karşımıza çıkar.

Yazınca bile çorba gibi duran bu anlatım şeklini Nolan harika bir biçimde bir araya getirip, final jeneriği aktığında puzzle parçalarını anlamlı bir şekilde bir şekilde birleştirmiş oluyor. Çoğu zaman seyircide bir gizem duygusu oluşturmak için kullanılan bu yöntem Memento’da müthiş işlevsel bir hale geliyor. Filmin gidişatında seyirci olarak bizde tıpkı Leonard gibi ne olduğunu anlamadığımız sahnelerle karşılarız. Leonard’la beraber başka bir kadının yatağında uyanır, banyoda elimizde bir içki şişesiyle gözümüzü açar ya da sokak ortasında bir adamı kovalarken buluruz kendimizi -ya da tam tersi! Bu sayede karakterin yaşadığı hafıza sıkıntısı an be an yaşamış oluruz.

Baş karakterimiz Leonard Shelby her anlamda sıra dışı bir karakterdir. Daha çok bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz hafıza-kimlik teması onun birincil sorunudur. Kişiliğini oluşturan yaşadıkların, yani hatıralarındır. Shelby artık çok kısa süre hatırlayabildiği için onun kim olduğu nasıl birisi olduğu anlamını yitiriyor. Etrafındakiler tarafından çok kolay kullanıldığı için istemese de rahatlıkla başkalarına zarar verebiliyor. Yine kısa zaman sonra unuttuğu için vicdan azabı, pişmanlık gibi şeyleri bile yaşayamıyor.

memento3.0.0

Yine bilim kurgu filmlerinde sıklıkla kullanılan zaman teması bu karakterin başlıca sorunlarındandır. Leonard için zaman bir yerde durmuş gibidir. Geleceği için bir şeyler planlayamaz çünkü ne yaparsa yapsın on beş dakika sonra unutacaktır. Geçmişinde yaşadıkları da çok önemli değildir. Çünkü kısa zaman sonra hiçbir şey hatırlayamaz. Hatırladığı son şey karısının ölümüdür. Her gün en son hatırası bu olarak uyanır. Hayatına devam edemez ama hiçbir şey olmamış gibi de davranamaz. Adeta zamanın bir noktasında hapsolmuş gibidir. Vücuduna yaptırdığı en belirgin dövmesi de göğsünde bulunan “John G. karıma tecavüz etti ve öldürdü” dövmesidir. Bu diğer yaptırdığı dövmelerin aksine ters yazılmıştır. Yani sadece aynaya baktığınızda okuyabilirsiniz. İşte Leonard da her aynaya baktığında bu dövmeyi okur.

Ayna pek çok filmde kimlik metaforu olarak kullanılmıştır. Yine bu açıdan bakarsak John G.’nin öldürülmesi artık Leonard’ın tek yaşam amacı, varlığının tek sebebidir. Koluna, bacağına, bileğine, omzuna John G.’nin bulunması ile alakalı ipucu ve izlemesi gereken yolları dövme olarak yazar. Vücudunun her tarafını kaplayan dövmelerle adeta iskeleti de bu intikam duygusundan meydana gelmiş olur. Onun benliğini oluşturan tek motivasyon, intikam duygusudur. Karakterin içine düştüğü bu varoluşsal sorunun tek çıkış yolu John G.’yi ele geçirmektir.

maxresdefault

Leonard bir sahnede hafızaya güvenilemeyeceğini çünkü yanılsamalara müsait olduğunu, olanları farklı bir biçimde yorumlayabileceğini söyler. Kendisinin de tıpkı polisler gibi yazarak, fotoğraf çekerek kanıtlarla hareket ettiğini söyler. Fakat o kanıtları yazan yine kendisi olduğu için yöntemi ne kadar sağlıklı olduğu tartışmalıdır. Filmde de pek çok defa başkaları tarafından kolayca yönlendirilebildiğini görürüz. Hatta öyle ki bazen kendisi bile yanlış notlarla kendini yanlış yönlendirir. Leonard’ın yaşadığı bu kimlik sıkıntısı aslında pek çok noktada çoğu insan için geçerlidir. Bizimde günlük yaşantımızda, hayat stratejimizin ne kadarını özgür irademiz ne kadarını toplum tarafından empoze edilen şeylerle oluşturduğumuz çok görecelidir. Nolan’ın senaryodaki büyük başarısı da budur. Hikayelerde pek çok kez kullanılan hafıza problemini öyle bir noktaya oturtuyor ki, klasik bir kara film kahramanı potansiyelindeki karakterini varoluşsal bir kimlik çatışması yaşayan trajik bir kurbana çeviriyor. Bu sayede hikayeyi çok katmanlı bir hale getirip pek çok farklı okuma yapılmasını sağlayabiliyor. Zaten finalle beraber karakterin kendi yaşadıklarının ne kadarının yorum ya da manipülasyon olduğu da muğlak bırakılmış.

Memento‘da kara film unsuru olan otel odaları, tehlikeli kadın karakter, yozlaşmış polis, izbe mekanlar filmin içinde başarılı bir şekilde kullanılmış. Sıklıkla çalıştığı görüntü yönetmeni Wally Pfister etkileyici bir çalışma ortaya çıkarırken, Guy Pearce, Carrie-Anne Moss ve Joe Pantaliano karakterlerini başarılı bir şekilde perdeye yansıtıyor. Özellikle Guy Pearce karakterin içinde bulunduğu flu ruh halini zorlanmadan izleyiciye aktarmasıyla ayrıca takdiri hak ediyor. Christopher Nolan henüz ikinci filmiyle sinema klasiklerinden birine imza atarken daha sonraki kariyerinde de seyircisini hayal kırıklığına uğratmayarak pek çok harika filme imza attı. İzlemesi yorucu olsa da her seyredildiğinde yeni ayrıntıların keşfedilmesi, farklı okumaların yapılabilmesiyle film defalarca izlenmeyi hakkediyor. Böylece Nolan’ın neden günümüzün en iyi yönetmenlerinden birisi olduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz.

———————————

Siz de yazınızın Geekyapar.com sayfalarında yayımlansın ister misiniz? O halde buyursunlar: Yazı çağrısına katılmak için hala vaktiniz var!
Author

Geekyapar okurları Yazı Çağrısı altında toplaşıyor, belirlenen konularda kalem coşturuyor. Sen de parçası olmak istiyorsan, duyuruları takip et!

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.