Jeph Loeb adı şu sıralar daha ziyade Marvel’ın TV departmanı sayesinde, House of Ideas ile anılıyor; ama eskiden Loeb’un can yoldaşı Tim Sale ile birlikte çizgi roman sayfalarında çılgın attığı yıllar vardı. O yıllar, bize mükemmel tonla hikaye getirdi ve hepsi de Marvel cephesinde değildi. Bir tanesi, spesifik olarak, şu sıralar çok aklımızda. Benim çok aklımda en azından. Hayat sıkıştırdığı zaman, dönüp Superman‘den ilham almaya çalışan bir insan olduğumdan, tekrar baştan bitirdim For All Seasons’ı.
For All Seasons, dört kitaplık bir seri. Her kitabı, farklı bir mevsimi anlatıyor. Kabaca, Superman’in kariyerinin başlarında geçiyor. Her kitabın, farklı bir anlatıcısı var. Ben bu yazıda, kendi elimden geldiğince, ilk ve son kitabın anlatıcılarının metinlerini derleyip Türkçeleştirmeye çalıştım. Kim olduklarını söylemeye gerek yok, yazıda çıkacaklar zaten. İki metnin de Superman’i anlamak için çok elzem olduğunu ve Loeb’un ikisinde de döktür babam döktürdüğüne inanıyorum. Bir okuyun, sonra da yorumlarda konuşalım; ne dersiniz?
İnsanlar ona “Çelik Adam” diyorlar bugünlerde. Sanırım o dünyanın en ünlü insanı… Şan şöhretle hiç ilgili değildi ya, neyse. “Yüksek binaları tek bir sıçramada aşar. Ulu nehirlerin akışını değiştirir. Havayı yarıp giden bir kurşundan daha hızlıdır.” Onun özel olduğunu biliyorduk ama… İnsanlar konuşuyor işte. İster inanın, ister inanmayın, bütün bunların öncesi de vardı. O sadece… bir adamın oğluydu.
Benim oğlum. Clark Kent.
Bir gece, yıllar önce, gökten korkunç bir ıslık sesi geldi. Duyup duyabileceğiniz en korkutucu şeydi. Kuzey tarlalarına sürdük arabayı, ve karşımıza bir… roket gemisi çıktı. Bugüne bugün, hâlâ onu tanımlamak için başka bir kelime bulamıyorum. Geminin içinde bir bebek vardı. Burnu bile kanamamış bir bebek.
Bir bebeği roketin tekine koymanın ahmaklığını boşverin. O bebeği evladın kabul edip, evine almak bambaşka bir düşüncenin ürünü. Ama işte Martha öyle biriydi. Katır gibi inatçı. Peygamber der nuh demez. Müthiş kadın. İstese onunla yarın tekrar sil baştan evlenirim. Oğlanda Martha’dan çok iz var diyelim, konuyu orada bırakalım.
Kansas’ta bahar zamanıydı. Clark lisenin son senesini bitirmek üzereydi. Sanki daha dün gibiydi roket gemisinin içinde bir bebek olduğu günler. Kansas’ta bahar zamanı, ekin zamanı demekti. Ve ekin ekmekle ilgili komik şey, aynı tarlayı ne kadar sürerseniz sürün, bir anda hep orada olagelmiş ama sizin ilk defa denk geldiğiniz bir taş bulma ihtimalinizdir. Bazen mısır ekersiniz, erken çıkar. Kökleri tutmamıştır, gövdesi kendi ağırlığını taşayamaz. Mısır ekşir.
Arada merak ediyorum, Clark Smallville gibi bir yerde büyümenin onun için ne kadar büyük şans olduğunu biliyor mu?
Bir baba olmakla ilgili, ömrümün sonuna kadar hatırlayacağım şeyler var. Onu bebekken kollarıma ilk alışım. Tavuk taşımak gibi, bunun bana garip gelişi. Sonra alışmam. Bir sabah onu döşeğinde ilk defa ayağa kalkmışken bulmam, suratında ayın ondördü gibi bir gülümseme. Onun kendi kendine ara kapıyı açıp, bahçeye sendeleye sendeleye gidişi; köpekle, karıncalarla ve salıncakla konuşması. Bütün bunları düşündükçe, Clark’ı daha çok normal bir çocuk olarak görüyorum. Ama benim oğlum eliyle çelik bükebiliyor. Ve her ne kadar ona bu hayat ve sonrakindeki tüm cevapların Smallville’de bulunabileceğini söylemek istesem de, ona sözünü verebileceğim tek şey, annesiyle benim onu hep seveceğimiz.
Her zaman.