Bir süredir yılın belli dönemlerinde ekranlarımızda ve gündemimizde ciddi yer kaplayan Game of Thrones sezonlarının, ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini yakalayamadığımız bir hızda gerçekleşmesine alışığız. Fakat bu sezon, gerek bölüm sayısının azalması gerek heyecan dozunu yüksek tutmasıyla çok daha baş döndürücü bir hızla gelip geçti hayatımızdan. Geçerken, tüm eleştirilerimize rağmen, içimizde bir boşluk hissi bırakmayı da ihmal etmedi. Açık olmak gerekirse efsane dizinin yedinci sezonu, seyircinin tahammülüne sırtını fazlasıyla dayayan şımarık bir sezondu. İzlediğimizden zevk alabilmek için mantık hatalarını çok kez görmezden gelmemiz, söyleyeceklerimizi defalarca yutmamız gerekti. Fakat bu tahammülü gösterebildiğimizde, Game of Thrones’un izlemenin en keyif verici dizilerden olduğu da su götürmez bir gerçek oluyor. Yedinci sezonun final bölümü de tek başına bu açıklamaya uyan bir bölümdü. Barındırdığı çok sayıdaki hatayı görmezden geldiğimizde izlemesi epey bit keyifliydi. Bizim buradaki işimiz hem hataları hem keyifleri konuşmak olduğundan, yazacak yine çok şeyimiz var. Bu yüzden lafı daha da gevelemeden sadede geliyorum:
Bölümün girişinde, büyük konseyin hemen öncesinde; Bronn’un Jaime’yi en değerli şeyin alet olması konusunda ikna etmesinden, Hound ile Brienne’in kızlarının başarısı konusunda hemfikir olan boşanmış çift havasındaki muhabbetine kadar harika ikili karakter diyalogları izledik. 7 yıldır bir şekilde, genellikle de şimdi bulunduklarının tam tersi bir pozisyonda yan yana gelmiş karakterleri tekrar bir arada görmek birkaç bölümdür olduğu gibi yine etkileyiciydi. Sanıyorum bu sezonun en değerli yanlarından biri bu tip karşılaşmaların sık yaşanmasıydı. Harika olduğunu iddia ettiğim diyaloglardan hikaye akışı için önemli olanlarına değinecek olursak; Hound’un Mountain’a savurduğu tehditkar laflardan anladığımız üzere önümüzdeki sezonda göreceğimiz bir aksiyon da yıllardır beklenen Clegane Bowl karşılaşması olacak. Bu karşılaşmadan umduğum şey kardeşlerin birbirlerini öldürmeleri ama bunu sonra da konuşabiliriz. Bronn ve Tyrion’ın arasındaki çok daha sıcak olan diyalogtan -Jaime’nin de terkiyle- Bronn’un Tyrion’la anlaşacağı sonucu çıkarılabilir. Jaime gittikten sonra Cersei’nin Bronn’u o kalede barındırmayacağı aşikar. Jaime’nin Brienne’e atmaya çalıştığı kaçamak bakışların sevimliliğinin yanı sıra Brienne’in konsey sonrası Jaime’ye “Sadakati siktir et!” diye çemkirmesi, 4 yıl önce bu ikili arasındaki en önemli mevzu sadakatken şimdi işlerin eski erdemleri ve gelenekleri boşa çıkaracak raddeye ulaştığına bir kanıt gibiydi.
Konseyin genel atmosferinden ve gidişatından memnun olsam da Daenerys’in orada bulunuş şekli baştan sona hatalarla doluydu. Öncelikle sezon başından beri Dany, yabancı ordularla kale kuşatırsan insanlar seni benimseyemez, diye uyarılırken şimdi Lekesiz ve Dothraki ordularının Kral’ın Şehri’ni kuşatmaya hazır durması anlamsızdı. Diyelim ki ters bir durum anında Daenerys hazırlıklı olmalıydı ve bu ordular dışında safında ordu kalmadı… Peki konseye koca ejderhayla iniş yapmak neyin nesiydi? Taraflar konseye minimum askeri güçle teşrif ederken Cersei’nin ejderhaların belli bir mesafede durmasını şart koşmaması mümkün olmamalı. Eğer bu mantıksızlıklar sırf etkileyici bir giriş için eklendiyse buradan senaristlere sesleniyorum: Bir sezonda aynı girişi kırk defa kullandığınız için birkaç saniyelik gerginlik ardından kanat sesleri duymak ve ejderhanın kükreyerek olay yerine teşrif etmesini görmek etkileyici olmayı bıraktı. Yemedik bu sefer, coşmadık. Gerçek taht oyununda Cersei, ejderha detayını atladığı takdirde tebaasıyle beraber küle dönüştürülerek cezalandırılmalıydı. Bunun yerine Daenerys diva triplerine eşliğinde sahneye geç girmekle yetindi. Girişi kurtaran tek şey; Lena Headey‘in mimikleri ile bir saniye içinde korku, hayranlık ve nefret duygularını verebilmesiydi.
Euron’un yersiz geyiği ve wightın gösterilmesi arasındaki Cersei-Tyrion-Jon-Daenerys paslaşmaları yeterince iyi yazılmıştı, tansiyonu yüksek tutuyordu. Wightın kutudan çıkmaması olabildiğince bayat bir gerilim taktiğiyse de sanırım drama kurallarınca gerekliydi. Zaten bu bayatlık yine Headey’in mimikleri ve Qyburn’un ürpetici rahatlığıyla taptaze bir gerilime dönüştürülebildi. Jon’un sunumu ve mekanda bulunan herkesin dehşet içindeki ifadeleri eşliğinde, konsey sahnelerinin üstesinden geliniyor diye düşünürken ilk fire verildi: Euron konseyi terk ettiğinde bunun bir blöf olduğunu tahmin edememiştim. Çünkü o an bu hamlenin bir mantığı yoktu. Eğer Cersei planını Euron’un çıkış anında başlattıysa wightların yüzemediğini, Jon’un diz çöktüğünü, teklifinin kabul edilmeyeceğini önceden tahmin edip de planını hazırlamış olması gerekiyor. Planın bu kadar tıkırında gitmesi Cersei gibi bir taktiksel zeka için bile fazla rastlantısal.
Jon’un püfür püfür Stark kokan dürüstlüğüne başta kıl olsam da yalanlar hakkında attığı tirattan sonra kıl olmaya devam ettim. Sizin gibi öyle hemen yumuşamadım. Yedi sezon olmuş adam hala onuru, dürüstlüğü peşinde; oynadığı oyunun farkında değil. Çok afedersiniz ama böyle bir kerizliğie Cersei’nin edeceği ihanet az bile kalır. Üst üste hatalı hamleler yapılırken oyunun ustası Varys’ten gram ses çıkmamasının sebebiyse senaristlerin bizim yapılan kerizliğe ayıkmamızı istememesi herhalde. Hatta sezon başından beri aynı sebeple karaktere replik yazılmıyor sanırım.
Tyrion ve Cersei, Peter Dinklage ve Lena Headey arasındaki oyunculuk kokan diyalog, bana kalırsa göründüğünden daha da değerliydi. Sezon başından beri sırf bir antagonist gerektiği için savaştırılan Cersei’nin aslında içi boşaltılmış bir karakter olmadığını, eski değerlerini koruduğunu gördük. Ben Cersei’nin blöf yaptığını tahmin ediyordum fakat bu blöfü, akıl oyunlarıyla kandırılmaya çalışıldığı gibi paranoyakça sebeplere bağlayacağından çekiniyordum. Neyse ki Cersei durumun vahametini fark edecek kadar mantıklı düşünüyor, sadece bencilliğini ön planda tutmayı sürdürüyor. Diyalog içerisinde Tyrion’ın bir anda, başka şeyler düşünmeye fırsat bulamadığı El statüsünden çıkıp geçmişe pişmanlık ve umutsuzluk ile bakması da karakterin sezon başından beri ihmal edilen duygusal notalarına basıyordu. Birçok yorumcu ikilinin muhabbetinin bize gösterilmeyen bir kısmında Tyrion’ın Cersei’ye onu ikna edecek bir şey söylediğini, söylediği şeyin Daenerys’e ihanete kadar varabileceğini söylüyor. Fakat ben, Tyrion’ın çok da ilginç şeyler söylemediğini, Cersei’nin babası gibi davranarak güven kazanıp sonra arkadan bıçaklamak için ikna olmuş taklidi yaptığını düşünüyorum. Tyrion’ın Cersei’ye onu ikna etmek için verebileceği ekstrem bir şey aklıma gelmiyor.
Gelelim geçen sezondan beri söylediğim ama bir kısmınızın inatla inanmadığı olaya. Sözlerime kulak veren ya da kendi tahminleriyle sonuca varanlar Sansa’nın sözlerinin muhatabının Lord Baelish olduğunu biliyordu ve bu yüzden hiç şaşırmadılar. Fakat bu bölüme kadar Baelish’in öleceğini kabul etmeyenlerin de Littlefinger’ın ölümüne şaşırdığını pek sanmıyorum. İdamı öncesi Littlefinger’ın Sansa ile yaptığı muhabbetle, taht odasındaki atmosferin Ned’in yakalandığı sahneye aşırı benzemesiyle Lord Baelish’in eceli kendini iyice hissettirmişti. Bu noktadan sonra yapılması gereken; ilk sezonların dahi entrikacısı, son sezonların Sansa yalakacısı Lord Petyr Baelish’in ölümünün hakkının verilmesiydi. Sezonun başından beri Littlefinger’ı bir entrikacı yerine, kralların kulakların fısıldayan soytarı imajında izlediğimizden zaten karaktere teslim edilmesi gereken hakkın büyük bir çoğunluğu yenmişti. Ölümünü hazırlayan son entrikası da Baelish’e hiç yakışmıyordu. Daha kimse kollarını sıvamamışken Demir Taht’a sulanan bu adamın büyük planı Sansa’ya yamanmak olmamalıydı. Eğer istediği büyük bir bölgenin lordu olmak ve sonra siyaset meydanında oynamaksa Vadi’de Lysa’yla evlenerek pek ala amacına ulaşabilirdi. Bunun yerine senaristler tüm potansiyeli hiç ederek Westeros’un en büyük iki entrikacısından birini üç garip kardeş ile soğuk bir kaleye kapattılar.
Ölüm anı gelip çattığında da senarist cephesi karaktere hakkını vermek konusunda pek başarılı değildi. Verme şansı bulduğu bütün hakkı veren tek kişi karaktere hayat veren oyuncu Aiden Gillen‘dı. Zaten aynı eforu ilk sezondan beri gösteriyordu İrlandalı oyuncu. Kitap serisini iyice inceleyerek ortaya sağlam bir karakter tahlili çıkardığı, oyununun içinde kendi belirlediği tutarlılıklar ve aykırılıklar olduğu, karakteri yaşayarak oynadığı çok belliydi. Sayesinde hem kitaplardaki Littlefinger’la çok uyumlu hem de onun üstüne orijinal detaylar eklenebilmiş bir Littlefinger izledik. Şimdiye kadar sesli söyleyecek kadar farkında değildim ama Gillen bu seri için yapılmış en değerli seçimlerden biriydi. Senaristler karakterinin ölümünü karakterin yapısına aykırı şekilde tasarlamış olsalar da Gillen, bir şekilde karakterinin sonunu olması gereken yörüngeye oturtmak için tüm yeteneğini kullanmış.
Baelish’in infazı Stark kardeşler için atılması gereken bir adımdı. Bundan sonraki süreçte Arya ve Sansa’nın daha da yakınlaşacağını Sansa’nın Kuzey’in Koruyucusu olma yolunda Arya’nın ona destek çıkacağını düşünüyorum. Jon’un pabucunu nereye attın derseniz, son sahneden de emin olduğumuz gibi eğer taht Daenerys’in eline geçecekse Jon da kral olarak kraliçeye eşlik edecek gibi duruyor. Yani Kuzey’in otoritesinde Sansa’yı bekleyen bir kontenjan açığı var. Üç kardeş arasında ne yaptığı en belirsiz olan yine Bran. Biz bu çocuğu etliye sütlüye karışmaz bilirdik. Şimdiyse Petry’nin infazı için kanıtlar sunuyor. Madem bunları söyleyebiliyordu neden daha önce söylemedi gibi sorular oluşuyor insanın aklında.
Bran’in sütlüye karışacağı diğer mesele de Jon’un soyu olacak gibi gözüküyor. Sam’in yardımıyla gerekli linkleri bulup Rhaegar ve Lyanna’nın evliliğini yüksek kalitede izleyen Bran, bildiklerini Jon’a söyleyecek anlaşılan. Bu mesele Üç Gözlü Kuzgun’u neden bu kadar enterese ediyor anlamak güç. Eğer bir cevap alacaksak uzun bir zaman bekleyeceğiz. Bu yüzden neden ve nasılları kenara bırakıp gördüklerimi yorumlamak istiyorum: Lyanna’nın kitaplardaki tasvirle alakasızlığını geçen sezon doğum yatağında görmüş ama kadın kanlar içinde olduğundan üstünde durmamıştık. Şimdi karaktere ne kadar kötü bir seçim yapıldığını net şekilde görüyoruz fakat yine üstünde çok duramıyoruz. Çünkü önümüzde çok daha berbat bir seçim var. Rhaegar hem kitaplarda hem de dizide ilk anlardan beri ballandırılarak anlatılan, kudreti ve yakışıklılığıyla ün salan bir şahış. Yedinci sezonun yedinci bölümündeyse Viserys’in yan sanayisi gibi bir şahıs. Yani fiziken yanlış oyuncu seçimi ve yanlış saç/kostüm tasarımı literatüre girecek olsa “Rhaegar” diye girebilirdi. Hayal kırıklığı, hüsran, iç burukluğu…
Keşke bu sahnelerin en büyük fiyaskosu Rhaegar seçimi diyebilseydik. Fakat senaristlerin kendi kuyruklarına bastıklarına da şahit olmak gibi bir talihsizlik yaşadık. Bran’den “Robert’ın İsyanı bir yalan üzerine kuruluymuş.” sözlerini işittik. Bu durumda ya senaristler Bran’i salak yerine koymaya çalışıyorlar ya da kendilerini. Çünkü böyle bir çabaları olmasa Deli Kral Aerys’in Rickard ve Brandon Stark’ı diri diri yakmasını, ardından Eddard ve Robert’ın kellesini istemesini göz ardı etmezlerdi. Fitil Lyanna’nın kaçırılmasıyla ateşlense de Aerys’in bir noktada etrafa alevler saçacağı ve bir isyanın gerçekleşeceği bekleniyordu. Böyle sahneler izledikçe diyorum ki artık şu dizi bitse de kitabı okumayan insanlar Westeros tarihini böyle yanlış tanımaktan kurtulsa.
Jon için Aegon isminin tercih edilmesi de ilginç. Rhaegar’ın zaten Aegon adında bir çocuğu var ve bu çocuğun Mountain tarafından öldürüldüğü biliniyor. Kitaplardaki gibi öldürülmemiş ihtimali olsaydı bile bu çocuğun Jon olma ihtimali yok. Jon, Rhaegar’ın üçüncü çocuğu. Bu ismin düşüncesizce Fatih Aegon’u andırmak için seçildiğini düşünüyorum. Kitaplarda Jon’un gerçek adı bu olmayacaktır.
Jon’un meşru bir Targaryen olduğunun kesinleştiği sahnelere yedirilmiş bir de seks sahnesi var biliyorsunuz ki. Bu seks sahnesinin Jon’un kökeninin açıklandığı anda gösterilmesi çok ironikti. Senaristler ensest ilişkiyi yüzümüze çarparak Jon-Dany ilişkisinden iğrenmemizi istiyor sanırım. Veyahut Jaime ve Cersei’den sonra artık ensestin Westeros etiğinde normal hatta romantik kabul edileceğini varsayıyorlar. Böyle bir sahneyle karşılaşacağımızı biliyorduk zaten. Üzerine öyle söylenecek çok söz yok. Kit Harington antrenmanlarında kalçalarını ihmal etmemiş, Emilia Clarke ise bildiğimiz formunda. Asıl konuşulması gereken bu odanın hemen dışında Tyrion’un ne yaptığı. Konuşulması gerek diyorum ama geniş bir yorum da yapamıyorum. Çünkü o bakışları hiç anlamlandıramadım. Kıskançlığın bakışları mıydı onlar yoksa ihanetin mi ya da basitçe, koyun can derdinde kasap et derdinde, bakışları mıydı hiç bilmiyorum. Ama sonuncu ihtimal dışında birinin olmasını hiç mi hiç istemiyorum.
Westeros’un bir köşesinde bir ensest ilişki başlarken öbürünün son bulmasına şahit olduk. Cersei’nin sapkın ve bencil kararlarına tahammül edemeyen Jaime nihayet kendini bu ilişkinin pençesinden azat etti. Açıkçası Cersei’nin değindiği nokta çok da yanlış değildi. Tüm Kuzey, Dothraklar, Lekesizler ve ejderhaların yanında Lannister ordusu ne gibi bir fark yaratabilir ki? Fakat bu noktaya değinirken motivasyonunun çocuğunu tahta oturtmak olması benim için biraz yorucuydu. Cersei zaten ilk sezondan beri aynı motivasyonla hareket ediyor. Bu sezon yalnızlığı ve kederi kendine kamçı yaparken bir anda derdinin tekrar çocuk olması karakter gelişiminde bir gerilemeye sebep oldu. Jaime’nın ayrılışı ise arzulanan bir şey olsa da yürek burkucuydu. Atına binip Kuzey’e at sürecekken eline düşen kar tanesi harika bir mesaj veriyordu. Cersei ne kadar aksini diretse de kış Lannisterlar için de geldi.
Ejderha Kayası’ndaki toplantıdan Jorah’ın yaptığı Birinci Dünya Savaşı göndermesi dışında kayda değer bir laf çıktığını düşünmüyorum. Theon’un Jon’dan helallik aldığı sahnedeyse Jon önemli bir cümle sarf etti: Seçmek zorunda değilsin. Sen hem Greyjoy’sun, hem Stark’sın. Bu açıkça Jon’u ilerde hem Targaryen hem Stark kabul etmemiz gerektiğine bir işaretti. Ardından izlediğimiz Theon’un otorite mücadelesi iki sezondur yerinde sayan karakter için önemli bir gelişme oldu. Belli ki Euron’un ölümü Theon’un ellerinden olacak. Ama ne zaman, nasıl gibi soruların cevabı şimdilik bende yok.
Bölümün ve sezonun son demi, Akgezen ordusunun Doğu Gözcüsü tarafından Sur’u aşışından bahsedelim. Gördük ki Viserion ne buz ne de sıradan bir ateş üflüyor. Tahminen yakıcı değil ama yıkıcı bir soğuk alev püskürtüyor gırtlağından. Bunu Sur’un erimek yerine parçalanmasından anlayabiliyoruz. Sahne ne kadar etkileyici olsa da bir noktada hayal kırıklığına uğradığımı da itiraf etmek zorundayım. Akgezenlerin Sur’u aşma marifetinin bir ejderhaya dayandırılmamasını isterdim. Dar Deniz’in dondurulması veya Sur’un her yönüne yapılacak tam teşekküllü bir taarruz beni daha çok etkilerdi. Sur da ejderha etkisiyle yıkılınca dizide ejderha kuvvetini görmek kabak tadı vermeye başladı. Umarım Büyük Savaş sadece ejderhalara dayandırılan bir savaş olmaz. Öyle bir durumda sezonlardır dinlediğimiz birlik, beraberlik, ejderha camı, Rhollor gibi muhabbetler anlamını yitirir.
Artık Kuzey ve Güney arasında hiçbir engel yok. Binlerce yıldır aşılamayan Sur yerle bir oldu. O bildiğimiz Westeros yok artık. Buz şarkı söylemeye çoktan başladı ve Ateş’ten bir karşılık bekliyor. Biz bu düeti izlemek için en az bir yıl belki iki yıl beklemek mecburiyetindeyiz. Ancak bir sezon içinde gerçekleşen, beş sezon gücündeki olaylar hakkında yazıp çizmeyi bırakacak halimiz yok. Geekyapar’da yaz da olsa kış da olsa bir şekilde Game of Thrones’u konuk etmeyi başarıyoruz. Siz de buyrun final bölümünden başlayıp yorumlarda teori çatlatın. Night King’n gerçek amacı ne? Jon’un Targaryen olması taht oyununu değiştirecek mi? Cersei tehdidi nasıl bertaraf edilecek? Arya’nın Yüzsüz Adam oluşu sırf birkaç Frey öldürmek için miydi? Tyrion’ın bakışları altında neler yatıyor? Tormund ve Beric öldü mü? Tamam, son sorunun cevabı belli. Ölmediler. Ama soracak soru daha çok. Cevaplamaya bir yerden başlasak iyi olur. Sanırım orası da Geekmuhit oluyor.